"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Doç. Dr. Hikmet Eldek Güner: Endüstri Mirası Alanları Aynı Zamanda Kültür Mirasıdır

  • 19 Temmuz 2021

Doç. Dr. HİKMET ELDEK GÜNER


Mimar


İzmir Demokrasi Üniversitesi


Kentlerin atıl alanlarının yeniden işlevlendirilmesi, dünyadaki yerel yönetimlerin gündemindeki önemli konulardan. Bu alanların içinde endüstri mirası alanları, büyük metrekareleriyle ilk dikkat çeken yerler arasında. Bu alanların dönüşümünde kritik faktörler nedir? Siz aynı zamanda bu dönüşüm projelerinin bizzat içinde ve sahasında da bulundunuz. Başarılı dönüşümlerin kriterleri ne olmalı?


HİKMET ELDEK GÜNER: Endüstri mirası, bir fabrikanın arkasında kalan atıl alanın üstünde değerleri olan bir konu. Endüstri Devrimi’yle başlayan, sonrasında tüm dünyayı dönüştüren kapitalizmin başlamasına neden olan üretim sürecini bambaşka biçimlendiren mekânlar. Süreç içinde üretim biçimi o kadar değişti ve şekil değiştirdi ki, bu yapılar işlevlerini tamamladıklarında geriye büyük metrekarelere sahip alanlar kaldı. Endüstriyel yapılar, inşa edildikleri dönemlerde kent merkezlerinde değildi, kent çeperlerine inşa edildikleri düşünülüyordu, ancak kentlerin gelişmesiyle, nüfusun artışıyla, kullanımlarıyla beraber neredeyse hemen hemen hepsi kent merkezinde kaldı. Bunu ilk olarak Avrupa ve Amerika’dan referanslarla görüyoruz. 


İngiltere, Endüstri Devrimi’nin ortaya çıktığı ilk ülke ve üretim sürecini tamamlamış olan endüstriyel alanları başka biçimlerde kullanarak topluma kazandırdı. En iyi bilinen örneklerinden biri, Tate Modern. Elektrik santrali olan yapı, şu anda İngiltere’de birçok turistin ziyaret ettiği Çağdaş Sanatlar Müzesi. Evet, içindeki eserler kıymetli ama o eserin sergilendiği yapı da onlar için kıymetli.  


Türkiye’deki endüstri mirasını koruma süreci de dünyadan ayrı ilerlemedi. Gecikme yaşamamak sevindiriciydi.  Türkiye’de en iyi örneklerden biri, Santral İstanbul. Bir havagazı fabrikası olarak yapılan, İstanbul’a elektrik sağlayan fabrikanın dönüşüm projesi ve buranın eğitim kurumu özelliği kazanması, güzel bir uygulama oldu. Kamusal alanın korunması, müzelerin, kafelerin halka açık tasarlanmasıyla Santral İstanbul, bizim için iyi bir örnek oldu. Sonrasında Cibali Tütün Fabrikası, Kadir Has Üniversitesi’nin bünyesinde dönüştürüldü, şu anda eğitim, müze, kültür merkezi olarak kullanılıyor. 


Daha yerel ölçeğe gelirsek, Kayseri, Türkiye Cumhuriyeti’nin yatırım yaptığı ilk kentlerden biri.  Sümerbank Bez Fabrikası, o dönemde kurulan en büyük fabrika yapılarından. 1980’lere kadar da Balkanlar’ın en büyük fabrikası olarak geçiyor. Bataklık olan ve kentin dışında, kesinlikle kullanılmayacak bir alan seçiliyor. Çünkü demiryoluna oldukça yakın. Biliyorsunuz, cumhuriyet ideolojisinin en önemli parçaları, trenler ve demiryolları. Demiryolları aracılığıyla ulaşılabilir olduğunu bildikleri alanlara da fabrikaları inşa ediyorlar. Sümerbank Bez Fabrikası da bunlardan biri. Bu konunun da detaylarını paylaşmak isterim. Çünkü dönüşüm süreci zorlu geçti, birçok insanın emeği var. Rusya’dan 1930’larda alınan hibelerle 1935’te yapılıyor. Tesisin baş mimarı, Rus Ivan Nikolaevich. Dediğim gibi, cumhuriyet ideolojisinin önemli bir parçası. Yapı hem batılılaşmanın hem modernleşmenin mekânsal, yaşamsal, toplumsal ve kültürel açıdan bir modeli. 1930’larda bir modern yaşam maketi olarak bakmakta fayda var ve uzunca bir süre de bu niteliğini koruyor. 1990’lara gelindiğinde 1940’lardaki teknolojiyle tekstil üretmek zorlaşıyor. Günümüzde bir tekstil fabrikası çok küçük metrekarelerde üretim yapabiliyor. Çünkü artık teknolojinin ilerlemesiyle dilediğimiz boyutlarda, cinslerde kumaş üretebiliyoruz, boyayabiliyoruz. O dönemlerde bu üretimler için binlerce makine alınıyor, basma makinesi, daha ince kumaş için ketenli makinesi vb. Ayrı bir akıllı yazılım yok ki tek bir makine üstünde hepsini yapabilsin. Bu nedenle o dönemde çok büyük metrekareler inşa ediliyor. 1990’lara gelindiğinde teknolojisi artık eskiyor. Fabrikanın tekstil hayatı yavaş yavaş ölüyor. 1940’lardaki heyecan, yatırım ve teşvik zamanla azalmaya başlıyor. 2000’lere yaklaşıldığında Sümerbank’a artık yatırım da yapılmıyor. 


Ben 2002 yılında bitirme projemi Sümerbank Bez Fabrikası’nda yapmıştım ki, fabrika 1988 yılında kapanmıştı. 2002 yılında gittiğimde görüntüye inanamamıştım. İşçiler sabah çıkmışlar gibi duruyordu, o kadar temizdi, her şey yerindeydi, insanların masasında kalemleri duruyordu. Müthiş bir görüntüydü. İki yıl sonra gittiğimde ise, her şey tam tersi durumdaydı.  Bu defa da müthiş bir vandalizme maruz kaldığını gördüm. 1940’larda, 1950’lerde Almanya’dan ne zorluklarla alınan makineler, Rusların hibesiyle yapılan döküm aletlerinin hepsi, duvarlar yıkılarak sökülmüştü. Hepsi hurdaya çıkarılmıştı. İki yıl sonra gördüğüm yıkıma, vandalizme ve aradaki değişime inanamamıştım. Fabrika, o zamanki bakan İsmail Cem aracılığıyla Erciyes Üniversitesi’ne devredildi. 134.000 metrekarelik bir üretim alanından bahsediyoruz. Erciyes Üniversitesi, kısmen kullanmaya başlasa da, alanın yeniden işlevlendirilmesine ve restorasyonuna maddi açıdan yeterli olamadı. Yani yatırım yapamıyor, kullanamıyor. Bu arada kent büyüyor. Kayseri, 1950’lerden itibaren üç-dört kat büyüme kaydeden bir kent. Fabrika bu süreçte kent merkezinde kalmış. Yeri çok kıymetli, fazla sayıda yeşil alanı var. Çünkü yapılan protokol gereği bir üretim alanı var, ama aynı zamanda sosyal donatıların olduğu tiyatro ve spor tesislerinin yer aldığı bir alan da bulunuyor. Lojman, revir, anaokulu, ürünlerin satıldığı birim, yeşil alan ve özel ağaçların getirildiği bir koru var. Kent merkezinde kaldığında cazibe merkezi hâline gelmiş. O dönem tescilli değil, belediye yıkılmasını, yerine bambaşka bir şey yapılmasını istiyor. Böylesine bir alanın yeniden kullanılması, yıkıp, yaparak öngörülüyor. Ama o dönem Erciyes Üniversitesi’nde çalışan değerli akademisyenlerden Burak İskender var, ben varım. Alan, Docomomo Türkiye’nin katkısıyla (Docomomo, Hollanda merkezli, modern mirasın korunmasını sağlayan bir sivil toplum örgütü, dünyada geniş bir ağı var) tescillendi. Alanın tescillenmesi bizi sevindirdi. Ama prosedürleri pek bilmediğimizden yapı tescilini yaptırmamışız. Belediye bunu fark etti ve tescili olmayan birkaç yapı hızlıca yıkıldı. Sonra biz yapı tesciline de başladık. Koruma Kurulu, o fabrikanın kıymetinin ve parsel değerinin farkındaydı. Ekonomik açıdan önemli bir parsel. Bu nedenle tüm yapıları en küçük noktasına kadar tescillediler. Ağaç tescilleri, doğal çevre tescili şeklinde oldu. Sonrasındaki süreçte Erciyes Üniversitesi, bu alanı kullanamayacağını bildirdi ve Abdullah Gül Üniversitesi’ne protokol karşılığında devredildi. Sümerbank Bez Fabrikası, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de maddi desteğiyle üniversite kampüsüne dönüştürüldü. Ulusal düzeyde önemli mimarlık ofisleri çalıştı: Emre Arolat Mimarlık, Kantümer Mimarlık. Gerçekten de örnek alınabilecek modeller ürettiler. Bu, şu anlamda da çok kıymetli: 1930’lardaki üretim modeli ve cumhuriyetin heyecanı büyük ölçüde korundu. Alanı gören, alana gelen herkes etkileniyor. Bir devlet üniversitesinin konfor alanının bu kadar kaliteli bir endüstri mirası üzerine kurulabileceğini görmek adına iyi bir model olduğunu düşünüyorum. Kayseri’nin Sümerbank’la ilgili deneyimi önemli bir fayda sağladı. 


Fabrikaların kurulduğu yerler sadece bir yapı olmuyor, orada bir hayat da kuruluyor. Bu dönüşüm sırasında o dönemin toplumsal yaşam izleri de toplumsal hafıza açısından bir yerde korunuyor mu? 


HİKMET ELDEK GÜNER: Türkiye’de o dönem inşa edilmiş fabrikalar, Batılılaşma modernleşme ve yaşam biçimi adına örnek oluşturuyor. Tiyatroya gitmek, balolara katılmak, spor yapmak, bunlar tamamen başka bir yaşam biçimini gösteren modeller. Bu alanlar tamamen kamusal değil. Kamusallık kavramının üzerinden gidersek, herkes içeriye giremiyor, herkesin kullanımına açık değil. Mesela Kayseri için Sümerbank Bez Fabrikası’na işçi olabilmek büyük prestij. Orada işçiyseniz, halk tarafından şu anki büyük holdinglerdeki üst yöneticiler gibi algılanıyorsunuz. “Sümerbank’ta işçi”, büyük kelime. Fabrikanın oradaki varlığı bile başka bir toplumun gelişmesine neden oldu. Günümüze baktığımızda aynı problemi üniversite alanları için de yaşıyoruz. Üniversite alanlarına ne kadar kamusal eğitim alanları desek de, herkes o alana giremiyor. Şu anda belirli bir işiniz yoksa o alanın dışında kalıyorsunuz. Bu bağlamda hafızada kaymalar söz konusu oluyor, yani toplumsal hafızamızın devamlılığı maalesef ki verilen işlevlerle sekteye uğruyor. Bilgi Üniversitesi bunu yaşamadı, çünkü orayı kamusal bir alana dönüştürdü. Kayseri’de bir kırılma yaşandı diyebiliriz. Artık orası bir eğitim yapısı. Bir fabrika yapısının sürekliliği tabii ki kesildi. Kent hafızasında artık bir fabrika değil. “Nasıl dönüştürülmeli?” konusu özellikle 20. yüzyıl endüstri mirası çalışan mimarlar için hâlâ tartışılan konular arasında. Çok büyük metrekarelere verilen işlevler sınırlı kalıyor. Yeniden fabrika yapamıyorsunuz, ama bu sürekliliği ve hafızayı nasıl koruruz, dert ettiğimiz konular arasında. 


İzmir için havagazı ve yeni dönüşen Bomonti, kentin hafızasında ne kadar sürekli olacaklar, kullandıkça göreceğiz. Belki havagazı için bunu söyleyebiliriz. Çünkü hâlâ kamusal, insanlar orayı tam anlamıyla kullanıyor, ama Bomonti neye dönüşecek, deneyimleyip göreceğiz. Meslek Fabrikası, bu anlamda bence müthiş bir deneyim. Orası da halkın içinde. O dönem üretim yapılan makinelerle üretim yapmıyorlar, ama bilgi üretimi yaptıkları bir alan ve çok kıymetli. Deneyimleyerek göreceğiz, hâlâ deneme sürecindeyiz. 


Avrupa’daki örneklerde yeni bir işlev kazandırılmış olsa bile o tarihî döneme ait, insanların hatıralarının da yer aldığı bir bölüm mutlaka oluyor. O alanın geçmişiyle bağ kurarak yeni hayatını görüyorsunuz. Bizde toplumsal hafıza kesintiye uğruyor. Endüstriyel yapıların dönüşümünde toplumsal ve kültürel tarih de yok olmuyor değil mi?


HİKMET ELDEK GÜNER: Doğru bir tespit. Aslında bunu farkında olmadan yapıyoruz. Büyük metrekarelerde alanlara boş mekânlar, bunu hemen değerlendirelim gözüyle baktığımız için tarihle ve hafızayla ilgili bağımızı hızlıca koparıyoruz. Endüstri mirası çalışan ofisler, alanların zorluğundan dolayı çok iyi korumacılarla çalışıyorlar. Hem İstanbul’dan hem İzmir’den hem de Kayseri’den biliyorum, önemli insanların katıldığı koruma üslupları ve yaklaşımları oluyor. Hafızayı da görünür kılmaya çalışıyorlar. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Sanayi Müzesi’nde havagazı fabrikasının bütün teknolojisini görebiliyorsunuz. Bu, önemli. Kayseri’de de Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı Müzesi olan bir elektrik santrali var. Rus konstrüktivizmini yansıtan, âşık olacağınız bir yapı, o kadar kendini gösteriyor. Bu müzenin bir kısmı “Sanayi Müzesi” olarak korunuyor. Fabrikanın açılışıyla ilgili kısmi bölümler var. Böyle olmasının nedeni de bence gerçekten iyi korumacılarla çalışılmak zorunda kalınması.  Bu, bir avantaj. Ancak temel amaç, kent hafızasını korumak ve sürekliliğini sağlamak olmalı. O mekânları kullanmak, dört duvarı bir şeye çevirmek değil. Cumhuriyet ideolojisinin getirdiği ruhu orada hâlâ hissettirmek kıymetli diye düşünüyorum, ama maalesef sekteye uğradığı da doğru.


Kayseri Lisesi’nin yeniden işlevlendirilmesi projesinde yer aldınız. Bu deneyimi anlatır mısınız? 


HİKMET ELDEK GÜNER: Kayseri Lisesi, kent hafızası ve kent sürekliliği bağlamında baktığımızda oldukça etkili bir yapı. Neredeyse ailesinde Kayseri Lisesi’nden mezun olmayan biri yoktur. Orayla ilgili anıları vardır, orasını yaşamıştır, tecrübe etmiştir. Kent hafızasında önemli bir değerdir. 1920’lerin başında inşa edilmişti. Kurtuluş Savaşı’nda hiç mezun vermeyerek savaşın ağırlığını, 17-18-19 yaşında insanların savaşta gönüllü olarak kendilerini nasıl siper ettiklerini anlatır bize. Müzenin kurgusu da bu duyguyu yansıtır. Kurtuluş Savaşı’na yönelik bir müze sergileme bölümü var. O dönemde lisenin önemli bir eğitim yapısı olduğu, kent hafızasındaki yeri ve sürekliliği, mezunlarıyla yapılan sözlü tarih araştırmalarıyla yansıtılıyor. Kampüs alanı, çok işlevli bir müzeye dönüştürüldü. Birinci katı müze, ikinci katı kültür merkezi şeklinde işlevlendirildi. Kayseri Lisesi’nin kent hafızası için önemli bir yatırım olduğunu düşünüyorum.


Cumhuriyet döneminin erken sanayi endüstri mirasının gelecek kuşaklara aktarılmasında kritik faktörleri nasıl görüyorsunuz? Bu süreçte yerel yönetimlerin inisiyatifleri neler olmalı? 


HİKMET ELDEK GÜNER: Yerel yönetim de, yatırımcı da o alanların kıymetli olduğunun farkında. Sadece ekonomik değeri açısından değil, tarihsel bağlamıyla da farkında, ama öncelik ekonomiye kayıyor. Oysaki bunlar, çok önemli bir ideolojinin ürünleri. Şimdi, hadi yapalım dediğimizde, on yıl içinde 35 tane Sümerbank yapamayız. Ayrıca bunlar sadece üretim yapıları değil, sosyal donatılarıyla, yaşam biçimleriyle, her şeyiyle örnek modeller ve birçok kentte var. Çevresini etkileme potansiyeli olan alanlarda seçilmişler. Yani kuruluş amacından ve ideolojisinden çivi çakmasına kadar çok kıymetli alanlar. Yerel yönetimlerin bu ideolojiyi koruyarak alanı yeniden canlandırma, aynı heyecanı tekrar yakalama, mekânsal kurguyu koruma ve halka bunu anlatma amacıyla hareket etmesi gerekiyor. Yani alana rant gözlükleriyle değil, tarih gözlükleriyle bakmaları lazım. Bu alanlar genellikle kent merkezinde. Hızlıca dönüşme potansiyelleri var. Bu nedenle o alanlar hem ulusal hem de evrensel kültür mirası olarak görülmeli, bunu halka nasıl anlatırım, paylaşırım diyerek işlevlendirilmeli. Bursa, bu açıdan kısmen önemli bir örnek oldu. Bursa Merinos, yine Sümerbank’ın bir kampüsü. Kent parka dönüştü. Birçok yapısı yıkıldı, ama ana kütlesi var. Halk onunla hâlâ beraber. SEKA Kocaeli, çok büyük bir metrekarede yine kent parka dönüştürüldü, yeşil alanı halk kullanıyor. Endüstri mirası, endüstri müzesine dönüştürüldü. En önemli konu, o alanların birer toprak ve yapı parçası olduğunu düşünmemek. Kültür ve cumhuriyet mirası olduğunu düşünmek. Çünkü bu alanların birçok değeri var, sadece endüstriyel alanlar değil. Temsil ettikleri değerler ve ağırlıkları fazla. 


Önerilen Haberler