YÜKLENİYOR
Atıl alanların kente yeniden kazandırılması, geniş kapsamlı bir konu. Tarihî ve endüstriyel yapılar bu kapsamda, ama bir de tarihî niteliği olmayan yapılar var. Bu yapıların kente, kent kültürüne ve kimliğine kazandırılması ne demek? Kritik faktörler nedir?
KORAY VELİBEYOĞLU: Tarihî yapılar, tescilli kültür varlıklarıysa bir ölçüde yasal açıdan korunuyor, günümüze kadar varlıklarını devam ettirme şansı da buluyorlar. Bu, bir koruma kalkanı oluşturuyor. Endüstriyel miras olarak kabul ettiğimiz, özellikle konut dışı amaçlarla yapılan yapıların bugüne kadar çeşitli biçimlerde dönüştürüldüğünü, yaşatıldığını görüyoruz. Müze, kültür merkezi, eğitim yapısı şeklinde yeniden hayata dönüyorlar, fakat resmin öteki yüzü de var. Bütün yapılar bu kadar şanslı değil. Kentte üretilen bir grup yapı stoku ise, bizim eskime dediğimiz duruma maruz kalıyor. Bu eskime, yapısal eskimeden biraz daha farklı. Bu yapılar çevresel eskimeye maruz kalıyor. Bir süre sonra işlevlerini yitiriyorlar ve kentte atıl alan stokuna dönüşüyorlar. Bu konu önemli. Biliyoruz ki, atıl alanlar aslında hızlı kentleşme pratikleriyle “kentsel saçaklanma” dediğimiz, kentin yapılaşmış alanının etrafına kontrolsüz biçimde yayılan, bu yayılma ve kontrolsüzlük sonucunda bir süre sonra kullanılamaz, iş göremez hâle gelen, birbiriyle bağlantısız ve kopuk yapılara dönüşüyor. Bu durumu genelde kentin çeperlerinde, yayılma alanlarında ya da zamanla terk edilen prestijli alanlarda görürüz. Bunlar çoğunlukla kentin tarihî ve eski konut dokularının bulunduğu alanlardır. Genellikle kent içinde kalmış sanayi tesislerinin bulunduğu ya da daha önce işletilen fakat sonra vazgeçilen altyapı tesisi ürünleridir. Örneğin, bir demiryolu hattı bir süre sonra terk edilebilir ve atıl alana dönüşebilir. Terk edilmiş bir alışveriş merkezi, büyük sanayi kompleksleri, hava üssü gibi büyük arazi kullanımı gerektiren alanlar da olabilir. Bu alanların terk edilmesi, kent içinde de kullanım boşluğu ve kopukluk yaratıyor. Bu atıl alanları yeniden hayata döndürmek oldukça önemli. Bu alanlar dünyada “brown feet” ya da “kahverengi alan” diye tarif ediliyor. Tersi ise, “green feet”tir, yani yeni yerleşim alanları. Bizim kentleşme pratiğimizde kahverengi alanlara pek bakılmadı. Sebebi, kentleşmenin devam etmesidir. Terk edilen yerlerin kahverengi alanlara dönüşüm sürecini çok fazla düşünmedik. Yeni yerleri kentleşme sürecine katmakla meşguldük. Oysa bu, sürdürülebilir bir büyüme biçimi değil. Terk edilen bu alanların anlamlı biçimde dönüştürülmesi, önümüzde duran problemlerden bir tanesi.
Avrupa uzun zamandır bu durumla yüzleşiyor. Özellikle sanayisizleşmenin yaşandığı 1990’lı yıllardan itibaren bu tür bölgelerin neye dönüşeceği sorusunu yakından takip ediyorlar, projeler üretiyorlar, bunu örgütlemeye çalışıyorlar. Daha önce çok önemli olan sanayi sahalarının eskiyen altyapı tesislerinin dönüşümü için ciddi anlamda çaba sarf ediliyor. Biz de bu miras alanlarını korumak için tek yapı ölçeğinin dışına çıkarak, kendimizi o perspektiften kurtararak hareket etmek zorundayız. Bu alanlar bir bütünlük arz ediyor, bulunduğu yerdeki geçmişi yansıtıyor. Bugün bu alanların neye dönüşeceği bizim için çok önemli. Tek bir yapıya yeni bir işlev vermekten daha zor bir konu. Kentler, özellikle metropoller, kent yenileme süreciyle birlikte terk edilen sahaların yoğunlaştığı alanlar hâline geliyor. Yapılar, piyasa süreçleri içinde dönüşemiyorsa veya dönüşümü kârlı değilse -ki bu da bir başka bir problem- bu sefer kentin yararına olup olmadığının tartışıldığı başka bir süreç gündeme geliyor. Kente yeşil alan, açık kamusal alan, müzeler, kültür merkezleri, eğitim sahaları, girişimcilik merkezleri gibi yerleri kazandırmak açısından önemli bir imkâna sahip olduğumuzu düşünüyorum. Bölge ölçeğinde iyi bir örneği var. Barcelona’nın “22@” adı verilen bir inovasyon bölgesi var. Burası Katalonya’nın Manchester’ı olarak bilinen, tekstil üretimiyle, tekstil fabrikalarıyla anılan bir saha. Bu saha, 1990’lı yıllardan itibaren şöyle bir dönüşüme uğruyor. Bir “@” işaretiyle dijitalleşmenin ve teknolojik yeniliklerin algılandığı bir sahaya dönüştürülüyor. Bu dönüşümde buraları otel, konut ya da bir tüketim mekânı yapmak yerine yeni bir tip üretime yönlendiriyorlar. Bu yeni tip üretim, bugün bildiğimiz yenilikçi endüstrileri içine alan ofislerin, üretim mekânlarının bulunduğu başka bir biçime dönüşüyor. Yani içinde medyanın, enerji şirketlerinin, dijitalleşmeyle, teknolojiyle alakalı firmaların ve buna ilişkin altyapıların, girişimcilik merkezlerinin bulunduğu bir biçim. Böylelikle üretim bir modelden başka bir modele geçerken kimliğini dijitalleştirerek sürdüren yeni bir bölgeye dönüşüyor. Biz elimizdeki tekstil fabrikalarını -Sümerbank gibi Türkiye geneline yayılmış en iyi örnekleri olan bir yapıyı- farklı amaçlar için kullanıyoruz. Buraları yeni bir endüstriyel üretim biçimine dönüştürmek yerine bambaşka kullanım alanları tercih ediyoruz. Bu yapıları da bağlamından kopararak kullanıyoruz. Oysaki dünya, bu süreci bir yenilenme fırsatı olarak görüyor ve bunu kentin ekonomisine, kamusal alanına, ontolojik dönüşümüne nasıl dahil ederim diye düşünmeye, anlamaya gayret ediyor.
Sümerbank fabrikaları endüstriyel miras değil midir? Bir fabrika olmanın ötesinde Türkiye’nin tekstil tarihinde önemli bir yeri var. Bizde hangi kapsamda değerlendiriliyor?
KORAY VELİBEYOĞLU: Endüstri mirası olan bir yapının niteliklerine bakılarak tarif ediliyor. Oysaki orada oluşturduğu değer, üretimin kendisi. Bu değerin korunması gerekiyor. Bu çağda tekrar eski tip bir tekstil üretimi yapalım iddiasında olamayız, ama bulunduğumuz dönemin gereğine uygun başka bir üretime, mesela kültürel üretime dönüştürebiliriz. Bu durum kentin dönüşümü açısından da önemlidir. Sümerbanklar, Türkiye genelinde bir ağ ve ses getirecek bir dönüşüm aracı olabilir. Ancak farklı kentlerde tekil olarak değerlendirilmeleriyle bir fırsat kaçırılıyor.
Kentin planlamasında bu alanların nasıl planlanacağı aslında yerel yönetimlerin alanına giriyor gibi görünüyor. Konu bizde nasıl ele alınıyor? Sivil toplumla, akademiyle işbirliği nasıl yürüyor? Deneyimlerinizden söz eder misiniz?
KORAY VELİBEYOĞLU: Biz kendi deneyimlerimiz açısından bazı uygulama sonuçları elde ettik. Onlardan bahsedeyim. Genelde bütüncül yaklaşım olmadığı ve kentler dönüştürme aracı olarak kabul edilmediği için her zaman sorun var. Bu sorun yerel yönetimlerde ve merkezi hükümette de var. Sümerbank konusu ulusal bir mesele sayılabilir. Yerelde baktığımızda, onlar kadar önemli olan alanlar var. Mesela limanlar ve limanların oluşturduğu depoların olduğu bölge. Yine aynı şekilde maden çıkarım sahaları ve onların oluşturduğu etkiler. Bu alanların bazıları çevre felaketi ve kirliliği de yaratıyor, buraların önemli bir kısmı kontomine olmuş alanlar. Kaldırılmaları aynı zamanda halk sağlığı problemi. Bu açıdan bakarsak, onların dönüşümü de oldukça önemli. Dünyada iyi örnekler var. Hamburg, 2011 yılında “Avrupa Yeşil Başkenti” seçildi. Kontomine olmuş bir alanı, endüstriyel kirlilik sahasını yeşil teknolojilerin sergilendiği, yeşil çevreci dönüşümün sembolü olarak yeniden tasarladılar. Adı da “Energy Hill” (Enerji Tepesi). Bu, bir sembol, amblematik bir dönüşüm. Halk sağlığına zarar veren atıl bir bölgeyi pozitif bağlamda dönüştürmek, “Avrupa Yeşil Başkenti” ödülünü kazandıran bir sonuç üretmiş. Bu durum kentler açısından bir sıçrama yaratıyor, bunu görmek lazım. Bu nedenle endüstri mirasını geniş bir çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Atıl alanların ilginç bir dönüşüm örneği, New York’taki meşhur High Line Projesi. Yaklaşık 8 kilometrelik atıl bir demiryolu hattı var. Yerel yönetim bunu kaldırmak istiyor. “High Line Dostları” adında bir dernek kuruluyor. Bu dernek, yıkıma karşı çıkıyor. Sonrasında ünlü bir peyzaj firmasıyla anlaşarak bölgeyi yeşil bir park şeklinde yeniden düzenliyorlar. Burada aslında yerel yönetimin başarısından ziyade sivil toplumun gücü söz konusu. Alan, şu anda New York’un en önemli turistik çekim alanlarından biri. Projeleri o kadar başarılı oldu ki, aynı firma Miami’de 12 kilometrelik metro hattının viyadüklerinin altını spor sahası ve yeşil alanı olarak düzenleme projesi yapmaya hak kazandı. Bu alanlar, ekonomiye, kent hayatına, kamusal alana kazandırıldı. Bu projenin adı da “Underline.” İsterseniz üstünü isterseniz altını kullanın. İsterseniz alanı bir üretim biçiminden başka bir üretim biçimine dönüştürün. Sonuçta atıllıktan kurtuluyor, aktif olarak kentin hayatına dahil oluyor. Bu alanların kent içindeki oranı az değil. Altyapıyı, tesisleri ve yolları da düşünürsek kentin arazi kullanımının %30-%35’i. Bu detayları görmezden gelemeyiz. Bu alanlar bazen Ankara’daki Sarı Mahallesi gibi konut mahalleleri de oluyor. Kentin kalbindeki bu tür alanların olumlu dönüşümünü görmek gerekiyor. Mesela İzmir’den bir örnek vereyim. İzmir’de yeşil altyapı stratejisi çalışması yapıldı. Önce bir strateji olarak başladı, 2018 yılında uygulama projesine dönüştü. Bildiğiniz üzere bugün büyükşehir belediyesinin stratejik planında yeşil altyapı, bir uygulama aracı. Bir projelendirme süreci de yürüyor. İzmir, bütün bunları yeşil şehir eylem planıyla ve iklim adaptasyonuyla birleştirerek bir senteze ulaştı. Bu sentezin adı, “İzmir’in Doğayla Uyumlu Yaşam Stratejisi.” Birkaç ay önce yayımlanan özet strateji içinde çeşitli projelere yer veriliyor. Bu projelerden bir tanesi, atıl alanlara kamusal kimlik kazandırma projesi. Özellikle ekolojik ve sürdürülebilir tasarım yaklaşımıyla atıl alanları yeniden kamu alanlarına dönüştürmeye ve bu alanlara bir kimlik kazandırmaya dair hedefler var. İzmir’in özellikle atıl durumda olan bazı ulaşım ağlarını, bugün pek kullanılmayan dere yatağı gibi alanları, transfer merkezlerini ve viyadük hatlarını toplum yaşamına yeniden dahil etmeyi hedefleyen bir çalışma. Bu çalışma, bir kentin doğayla uyumlu yaşama stratejisinin parçası şeklinde tarif ediliyor. Başka bir örnek vereyim. Bu örnek, kentte yine yeşil altyapı süreciyle başlayan bir projeye ait. Bu projenin amacı, kent planlarını yeniden doğallaştırmak. Kent planlarını yeniden doğallaştırırken iklime adapte olmak, iklim dostu, doğa esaslı uygulamalarla, çözümlerle bunu başarabilmek temel amaç. Bu yöndeki uygulamalardan bir tanesi, endüstriyel mirasa ilişkin: “Endüstriyel Miras Rotası.” Rota, endüstriyel üretimle doğanın birlikte olduğu ilginç bir örneği yansıtıyor. Bizim doğa esaslı çözümlerimiz sadece ağaç dikmeyi ya da sel felaketinden korunmak için dereleri restore etmeyi içermiyor. Aynı zamanda bu tür atıl alanları yeniden dönüştürebilmeyi, canlandırabilmeyi de içeriyor. Doğal olarak bunların içinde endüstriyel alanlar da var. Bu endüstriyel alanlar içinde doğayla simbiyotik ilişki geliştirmiş olan ilginç bir örnek: Çamaltı Tuzlası. İzmir’deki bu tuzla, Avrupa’daki en büyük ikinci ya da üçüncü deniz tuzlası. Bir dönem İtalyanlar tarafından işletilmiş, daha sonra ulusallaştırılmış, Tekel idaresine geçmiş. Sonra da özelleştirmeyle bir firma işletmeye başlamış. Alan, tuz üretimine devam ediyor. Aynı zamanda flamingoların da beslenme ve yaşam alanı. Kuş cennetiyle de birebir ilişki içinde. Flamingolar, bu tuz tavalarında artemia denilen canlıları yiyorlar. Flamingolara pembemsi rengi veren de tuz tavanları. Bu, endüstriyel üretimle doğanın ve biyoçeşitliliğin bir arada bulunabileceği nadir örneklerden biri. Biz de buna dikkat çekebilmek için endüstriyle doğanın uyumlu yaşamına örnek gösterilmek amacıyla endüstriyel miras rotasını oluşturmaya karar verdik. Rota, Mavişehir’den başlıyor. Buna yeni bir proje daha eklenecek. Çalışma devam ediyor. Deniz kenarından doğa yaşam parkına, oradan kuş cennetine ve köylere doğru uzanan bir rotası var. Rotada geçilen her bölgeyle ilgili bilgiler de veriliyor. Bunlardan bazısı endüstriyel mirasla, bazısı flamingolarla, bazısı orada yetiştirilen ürünlerle ya da biyoçeşitlilikle alakalı. Aslında bu sayede Gediz ekosistemini tanıtıyor. Rota, yaya ve bisiklet rotası.
Bu rotanın hem turistik hem tarihî hem de kültürel değeri var. Bu rotaların dahil edildiği, yayımlandığı uluslararası platformlar var mı?
KORAY VELİBEYOĞLU: “Avrupa Endüstriyel Miras Rotası” var. Bu rotalarda farklı ülkelerdeki deneyimleri görebiliyor, toplayabiliyor ve izleyebiliyorsunuz. İzmir’deki rota, bunların içinde yer alabilecek bir örnek.
Network sayfasını incelediğimizde Selçuk Efes’ten bir örnek görüyorsunuz. “Çamlık Buharlı Lokomotif Müzesi” buraya kaydettirilmiş durumda. Doğruyu söylemek gerekirse, bu müze tek başına kalmış. Çünkü biraz önce bahsettiğimiz altyapılara önemli bir örnek. Aydın-İzmir demiryolu, Türkiye’nin en eski demiryolu hatlarından. 1856’da açılan ve Osmanlı’nın yaptığı en önemli hatlardan biri. Bu hattın rotasında yer alan bir altyapıyı ve bir müzeyi bize anlatıyor. Aslında Küçük Menderes’in içinden, hatta Aydın-Söke hattı üzerinden de bütün Anadolu’ya ulaşan önemli bir güzergâh. Bu güzergâhın endüstriyel miras rotası olarak tarif edilmesi, İzmir’in Levanten geçmişine, kentin merkezinde gördüğümüz istasyon binalarına, oradaki üretimin biçimi de dahil olmak üzere birçok detaya ışık tutacak. Yine önemli merkezler olan Tire’nin, Ödemiş’in çarşılarının da bu istasyonların etrafında şekillendiğini düşünürseniz, ne kadar değerli bir rota olduğunu anlayabilirsiniz. Doğu Ekspresi rotasına imrenerek bakıyoruz. Benzer bir endüstriyel miras rotasının burada da oluşabileceğini, rota boyunca bir dizi kentin süreçten istifade edebileceğini, süreç kapsamındaki kültür turizminden olumlu faydalanacağını söyleyebiliriz. Bu örnekler bize şunu gösteriyor: Endüstriyel miras rotası veya atıl alanları dönüştürme, döngüsel ekonomi uygulamasının parçası oluyor. Endüstriyel miras alanları önemli bir kaynak ve iyi dönüştürüldüğünde kente yapacağı katkı göz ardı edilemez.
Hamburg örneğini verirken söylediğiniz gibi, endüstriyel miras her zaman olumlu izler bırakmıyor. Bazen kirlenmiş toprağı ve çevreyi bırakabiliyor. Bu durumun bir örneği İzmir Gaziemir’de yaşanıyor. Konuyla ilgili nasıl bir inisiyatif alınmalı, nasıl bir yol izlenmeli sizce?
KORAY VELİBEYOĞLU: İzmir’in havalimanı, serbest bölgesi ve önemli bir dere aksı bu bölgede. Bu alanı yeşil dönüşümle kente tekrar kazandırmanın kıymetli olacağını düşünüyorum. Bu, prestij olmanın ötesinde halk sağlık açısından da zorunlu. Kullanım sahaları açısından da bir fırsat.
Temizleme boyutu, merkezi kurumların sorumluluğunu gerektiriyor. Temizleme hem maneviyatı hem de uzun süren yasal hak problemleri açısından kimsenin tek başına el atabildiği bir konu değil. Bölgenin pozitif anlamda neye dönüştürülebileceğine odaklanmak ve bu yönde hareket etmek gerekiyor. Yerel yönetimin fikir üretme ve organize etme yönünde katkısı olabilir.