"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Dr. Ali İhsan Ökten: Yerel Yönetimler, Krizlerde Doğru Bilginin Yayılması Noktasında Öncü Rol Üstlenmelidir

  • 26 Temmuz 2021

Kademeli normalleşmenin üçüncü etabı 1 Temmuz itibarıyla başladı. Sürecin Kurban Bayramı'yla birleşmesi özellikle kıyı bölgelerinde yerli/yabancı turist sayısında ciddi bir yoğunluk yarattı. Normalleşme sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?


ALİ İHSAN ÖKTEN: Salgın bitmedi, artarak devam ediyor. Daha önce yapılan kademeli veya kontrollü normalleşme süreçlerinde olduğu gibi üçüncü kez denenen kademeli normalleşme sürecinde de normalleşmeye geçme şartları oluşmamıştır. TTB olarak bizim veya epidemiyoloji biliminin normalleşme kriterleri şunlardır:


1-Vaka sayısı günlük 1000-1100’ün altında olmalıdır.

2-Haftalık 100 binde vaka sayısı 10’un altında olmalıdır.

3-Vefat sayısı yok denecek kadar az olmalıdır.

4-Aşılama oranı, toplumsal bağışıklama oranı olan %70’den fazla olmalıdır. 


Türkiye, yukarıda bahsettiğimiz dört şartı hiçbir dönem sağlamamıştır. Bu nedenle herhangi bir şekilde normalleşmeye geçilmesi bilimsel değildir. Sadece ekonomi, turizm ve ticaret düşünülerek normalleşme sürecine geçilmiştir. Ekonomi ve siyaset, insan yaşamının, sağlığın ve bilimin önüne geçmiştir. 


Normalleşme süreciyle birlikte resmî rakamlara baktığımızda günlük vaka sayısı 4500 civarında, vefat sayısı 35-45 aralığında ve haftalık 100 binde vaka sayısı 40-50 arasında değişmekteydi. Bu şartlarda normalleşmeye geçilmesi kabul edilebilecek bir tablo değildir. Bu veriler zaten resmî verilerdir. Gerçek rakamlar, bu rakamların her zaman en az iki katı civarındadır.  Bu nedenle normalleşme süreci için şartların oluşmadığı belirgindir. Sağlık Bakanlığı bugüne kadar hiçbir zaman gerçek veriler üzerinden değerlendirme yapmamıştır.  Sürekli olarak rakamlar üzerinde oynamış, verileri saklamış, kendi görmek istediği rakamları açıklamıştır. Ancak gerçekler, yalanlar ve mızraklar çuvala sığmamış, TTB sahadan aldığı verileri açıkladığında Sağlık Bakanlığı da bir gecede gerçek verileri kabul etmek zorunda kalmıştır. Aynı durum ölüm verileri üzerinden de yapılmıştır. Sağlık Bakanlığı en sonunda Covid-19 hastalığı haricinde olan ölümlerin Covid-19’dan olan ölümlerden daha fazla olduğunu itiraf etmiştir. Yani Covid-19’dan ölen kişilerin ölüm nedeni olarak gerçek hastalık olan Covid-19 yazılmadığının da bir itirafıdır bu durum. Pandemilerde gerçek veriler üzerinden gidildiğinde pandeminin gidişatının nasıl olacağı ve sonuçları anlaşılır. Normalleşmeyi de ancak bu veriler üzerinden değerlendirebiliriz. Bunu yapmadığımız sürece normalleşme ancak pandeminin normal gidişatı üzerinden olabilir. Bu durum ise, daha fazla hastalanma ve ölüm demektir. 


Sürecin Kurban Bayramı’yla birleşmesi sonucunda pandemi nedeniyle uzun süredir evde yaşamaktan, ekonomik zorluklardan, psikolojik süreçlerden, stresten, sürekli maske takma vs. gibi durumlardan sıkılan insanlar özellikle Sağlık Bakanlığı’nın veya yetkili kişilerin her şey normalleşmiş gibi sarf ettikleri sözlerle 9 günlük tatilde her türlü tedbiri elden bıraktılar. Delta varyantının giderek artması, aşılama oranlarımızın ikinci dozda %22 civarında olması, yurtdışından, özellikle Delta varyantının yoğun olduğu Rusya’da gelen turistlere herhangi bir karantina uygulanmaması gibi faktörler de eklenince 23 Temmuz tarihinde vaka sayısı 11.094, vefat sayısı 60 olarak bildirildi. Bu rakamlar, kısa süre önce normalleşmeye geçilen dönemdeki verilerin 2.5 katı fazladır. İllerimizin renk tablosunda kırmızı il sayısı giderek artmaktadır. Bu demektir ki, normalleşme süreci kararı daha önceki süreçler gibi hatalıdır, bilimsel değildir, erken alınmış bir karardır. Bu şekilde pandeminin önüne geçilmesi mümkün değildir. 


Covid-19'un yeni varyantları söz konusu. Delta varyantının yayılım hızı ve etkileri göz önünde bulundurulduğunda önümüzdeki günlerde vaka sayılarında yaşanacak artışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrupa kentlerindeki uygulamalarla karşılaştırma yaparsak tablo nasıl görünüyor? Delta varyantı yeniden başa dönüş mü?


ALİ İHSAN ÖKTEN: Virüslerin genel özelliği, mutasyona uğramaları ve yaşamlarını devam ettirmeleridir. Koronavirüs için de aynı durum geçerlidir. Delta varyantından önce dünyada en fazla hâkim olan varyantlar, Hindistan, Brezilya ve İngiltere varyantlarıydı. Şu an dünyada hâkim olan varyant, Delta varyantıdır. Ancak Beta ve Alfa varyantları, Delta Plus varyantları gibi giderek artan varyantlar da söz konusudur. Delta varyantının en önemli özelliği, bulaşma oranının diğer varyantlara göre %60 fazla olmasıdır. Ülkemizde ve dünyada bizi pandemiden kurtaracak olan tek şey, şu anki bilimsel verilere göre aşıdır. Ancak hem ülkemizde hem de dünyada aşılama oranı ve hızı çok düşüktür. Virüse hızla müdahale edemediğimiz zaman virüs şekil değiştirerek daha saldırgan ve daha bulaşıcı özellik kazanmaktadır. Bu nedenle aşılama oldukça önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü, tüm dünyada Delta varyantının %75’in üzerinde olduğunu açıklamıştır. Hindistan, İngiltere, Rusya, İsrail veya Avrupa’nın bazı ülkelerinde Delta varyantı %90 üzerinde görülmektedir. Ülkemizde ise, Sağlık Bakanlığı tarafından Delta varyantıyla ilgili en son bilgi 13 Temmuz’da bildirilmiştir. Bakanlık, Delta varyantının 36 ilde ve 750 kişide, Delta Plus varyantının ise 3 ilde ve 3 kişide görüldüğünü bildirmiştir. Bu rakamlar, Avrupa ve Dünya gerçeğiyle uyuşmamaktadır. Dünyada en az %75 oranında görülürken bizim ülkemizde binde bir oranında görülmesi bilim ve akıldışıdır. Bu durum, pandeminin başından itibaren Sağlık Bakanlığı’nın süreci gerçek verilerle ve şeffaflıkla yürütmediğinin de açık bir göstergesidir. TTB olarak uzun süredir Sağlık Bakanlığı’ndan Delta varyantı verilerinin illere göre açıklanmasını istediğimiz hâlde bugüne kadar yanıt alamadık. Sağlık Bakanlığı, salgın yerine algı yönetimi yapmaktadır. Bu nedenle ülkemizde de Delta varyantının hâkim olduğunu düşünüyoruz ve bu oran yüksektir. 


Dünyada ve Avrupa’nın birçok ülkesinde Delta varyantına ilişkin sayılar artmıştır. Avrupa’daki aşılama oranı yüksek olduğu için Avrupa’nın şimdilik Delta varyantından pandeminin ilk başlarında olduğu gibi olumsuz etkilendiğini düşünemeyiz. Ancak tehlikeli durum devam etmektedir. Avrupa da aşının etkisiyle tedbirleri gevşetmiştir. Aşı olunsa bile kişisel koruyucu tedbirlere devam edilmelidir. 


Delta varyantı özellikle aşılama oranı düşük olan ülkelerde yeniden başa dönüş olarak değerlendirilmelidir. Bunu Hindistan ve Brezilya örneklerinde yaşadık. Şimdi Güney Afrika, Endonezya örneklerinde yaşıyoruz. Bu ülkelerde hastalık bulaş oranları, vaka sayısı, yoğun bakım hasta oranı ve ölüm sayıları oldukça yüksek sayılarda seyretmektedir. Delta varyantının artışıyla ve şu anki verilerle sonbaharda beklediğimiz yeni dalga daha kısa sürede gerçekleşebilir. 


Aşılama hızı ve oranı hâlâ istenen seviyede değil. Bu konuda TTB’nin elinde veri var mı? Aşı karşıtlığı da yaygın bir hâl aldı. Aşı karşıtlığıyla ilgili görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?


ALİ İHSAN ÖKTEN: Aşılama oranlarını biz de resmî rakamlardan öğrenebiliyoruz. Sağlık Bakanlığı, salgının başından itibaren hem pandemide hem de aşılama sürecinde gerçek rakamları gizledi, verileri paylaşmadı, bilimsel çalışma yapılmasına izin vermedi. TTB olarak elimizde veri yok. Ancak buna da gerek yok. Zaten Sağlık Bakanlığı verilerine göre, aşılama hızı ve oranları düşük seyrediyor.


Pandemiden önce de aşı karşıtlığı vardı. Pandemiyle birlikte insanların yüzü yeniden bilime döndü, bilim insanlarının sözü daha fazla dinlenmeye başladı diye sevinirken, Sağlık Bakanlığı’nın bazı aşılara (mRNA aşıları) karşı olumsuz söylemleri ve o esnada birbirini tutmayan açıklamalar, aşı karşıtlığını artırdı. Bu, ülkemizin içinde bulunduğu sosyo-kültürel durumla da ilişkilidir. Özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da aşılama oranı ve hızı oldukça düşük seyrediyor. Bu durum bir taraftan oradaki sosyal, kültürel ve ekonomik birçok değişkenle sosyolojik açıdan değerlendirilebilir. Aşı karşıtlığının temelinde -bölge ayrımı da yapmadan- cehalet, bilime inançsızlık, dogmatik düşüncelere tereddütsüz inanma, cemaat/tarikat yapılarının söylemi, din faktörü, kırsal alanın fazla olması, pandemi ve aşının ana dilde anlatımındaki güçlükler sayılabilir. 


Şu an ülkemizde kullanılan Sinovac ve Pfizer/Biontech aşıları, güvenilir ve koruyucu aşılardır. Vatandaşların güvenle yaptıracağı aşılardır. Koruyuculuk oranları yüksektir. Bu nedenle aşıdan çeşitli nedenlerle korkulmasına gerek yoktur. Bugüne kadar bilimsel olarak hiçbir çalışmada aşıya ilişkin ciddi yan etkiler tespit edilmemiştir. Hafif düzeyde yan etkiler olabilir. Bu yan etkiler, diğer aşılarda da olabilen yan etkilerdir. Bir tarafta, dünyada 4 milyondan, ülkemizde 50 binden fazla ölümüne neden olan Covid-19 hastalığı, diğer tarafta ise ölüme veya çok ciddi yan etkiye neden olmamış aşılar. İnsan aklı bu dengeyi değerlendirebilecek yetenekteyken, bu konuda hâlâ tereddüt yaşanması anlaşılır gibi değildir. 


Aşı karşıtlığı için Sağlık Bakanlığı daha ciddi ve etkin aşı kampanyası başlatmalıdır. Bölgelere göre aşı kampanyaları oluşturulmalıdır. Bu konuda gerekirse ana dilde aşı çağrıları yapılmalı, siyasi, dinî, bilimsel kanaat önderlerinden yardım alınmalıdır. Vatandaşlara bu salgından kurtulmanın tek yolunun şimdilik aşı olduğunun vurgusu sürekli yapılmalıdır. Kamu spotları hazırlanmalıdır. Tabip odalarıyla, yerel yöneticilerle işbirliğine gidilmelidir. AVM, okul, tiyatro, stadyum, vs. gibi kapalı mekânlara aşı yapılmayanlar alınmamalıdır. Bu konuda gerekirse daha ciddi yaptırımlar uygulanmalıdır. 


Normalleşme sürecinin devamında yerel yönetimlerin eylem planında sizce neler yer almalı? Yerel yönetimlerin Covid-19’la mücadeledeki başarı faktörlerini nasıl değerlendirirsiniz?


ALİ İHSAN ÖKTEN: Bugünkü verilere göre normalleşme sürecinden hemen vazgeçilerek yeni tedbirler alınmalıdır. Bu gidişat, salgının boyutlarını artıracaktır. Bu konuda merkezî yönetimin almadığı kararları yerel yönetimlerin alması gereklidir ve zorunludur. Yerel yönetimlerde pandemiyle ilgili aralarında tabip odalarının ve sağlık meslek örgütlerinin yer aldığı pandemi kurulları oluşturulmalıdır. Buradan alınan veriler toplumla paylaşılmalıdır. Bu durum, merkezî yönetimin de gerçekleri açıklamasının önünü açacaktır. Belediye olanaklarıyla pandemiden korunmak için önlemler alınmalıdır. Özellikle aşı olunmasıyla ilgili her türlü olanak kullanılmalıdır. Daha önceki artışlarda sosyal demokrat belediyeler bunun güzel örneklerini vermiştir. 


Pandemide yakın temas noktası olarak görülen yerel yönetimler, gündelik hayatın düzenlenmesinde öncü görev üstlenmek durumundadır. Yerel yönetimler, merkezî yönetimin başarılı olmadığı sosyal, ekonomik zorluklara karşı elindeki olanaklarla vatandaşa daha fazla yardım etmelidir. Sağlık krizi çerçevesinde kamu sağlığını düzenleyici önlemlerin alınması ve acil iletişim noktalarının oluşturulması birincil eylemler arasında yer almalıdır. Yerel yönetimler, kriz yönetimi için işbölümünü en iyi şekilde gerçekleştirmelidir. Gerekli kurum ve kuruluşları (örneğin, hastaneleri, toplu taşıma hizmetlerini, cenaze işleri hizmetlerini, müdürlükleri) süreçlerine dahil etmelidir. Aynı zamanda kaynaklarını da (personel, zaman, finansal) en iyi şekilde yönetmeleri gerekir. Bu tür kriz durumlarında yerel yönetimlerde çalışan personellerin kriz yönetimiyle ilgili çalışmalara aktarılması, hâlihazırda yürütülen işlerde sıkıntı yaşanmasını önlemek için işbölümünün gerçekçi ve alternatif modellerle desteklenebilecek şekilde tasarlanması gerekmektedir.


Yerel yönetimler, krizlerde doğru bilginin yayılması noktasında da öncü rol üstlenmelidir. Toplumun özellikle mekânsal paylaşımda bulunduğu yereldeki siyasi figürlerin ve kanaat önderlerin söylediklerine güven duyması, bu figürlerin krize dair doğru bilgilendirmede bulunmasıyla panik hâlinden çıkılmasını ve akılcı adımlara geçişi hızlandırabilir. Ancak burada doğru bilgiden söz ederken, şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi yönetişimin temel unsurlarına dikkat etmek gerektiğinin altını çizmeliyiz. Burada yine sosyal demokrat belediyelerin ölüm sayılarını gerçekçi rakamlarla açıklaması sonucunda gerçeğe yakın ölüm sayılarına ulaşıldığını unutmamak gerekir. Ayrıca Covid-19 virüsü geniş çapta dile getirilmeyen bazı toplumsal sorunları tekrar masaya yatırmada etkili olmuştur. Eşitsizlik, ekonomik güvensizlik, hava kirliliği, temiz hava ve su gibi başlıklar bu kez virüsün etkileri üzerinden tartışılmaya başlamıştır. Merkezî yönetimler çerçevesinde dile getirilen “hizmetlere erişimin sağlandığı” söyleminin yeterli olmadığı ortaya çıkmıştır. Çünkü hizmetlere erişimin varlığı, kişilerin sağlığını tek başına sağlamamaktadır. İnsanlar şartları gereği zorlu yaşam koşulları altında hayatlarını idame ettirmeye çalışırken, kentlerin bu temel hizmetleri sunabilmesi önemlidir. Dolayısıyla yerel yönetimler, kent planlamalarını toplum sağlığı hassasiyetiyle ve hak temelli bir yaklaşımla geliştirmelidir.


Yerel yönetimlerin yaşlıları, mültecileri, esnafları, işsizleri, evsizleri, tarım işçilerini ve diğer kırılgan grupları eylem planlarına nasıl dahil ettiği sağlık krizinin yönetiminde başarı testlerinden biri olmuştur. Toplumu oluşturan tüm kesimleri kapsamayı amaçlayan çalışmalar gerçekleştiren yerel yönetimlerin takdir topladığına dair örnekleri ülkemizde ve dünyada gözlemleyebiliyoruz.


Virüsün yayılma hızını, etkilerini ve bir süre daha hayatımızda olacağını, aşılama oranlarının düşük olduğunu düşündüğümüzde yerel yönetimlere yapılacak yatırımların kısa ve uzun vadede toplumsal ve kurumsal dayanıklılığa katkı sağlayacağını söyleyebiliriz. Geçmiş dönemde merkezî yönetimin bazı yerel yönetimlere bakış açısının olumsuz sonuçlara neden olduğunu yaşayarak gördük. Bu nedenle merkezî yönetimin, aldığı kararların uygulayıcısı olan yerel yönetimlerle daha fazla işbirliği yapması toplum sağlığı açısından önemlidir. “Kimsenin geride bırakılmadığı” bir dünya hayal ediyorsak, içerici ve eşitlikçi politikalar oluşturulmalıdır. Bu husustaki savunuculuk faaliyetlerine yerel yönetimlerden başlayarak dikkat çekilmelidir. 


Önerilen Haberler