"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Gazme Taşcıer: CHP İktidarında İstanbul Sözleşmesi Yeniden Yürürlüğe Girecek

  • 16 Ağustos 2021

GAMZE TAŞCIER


CHP Ankara Milletvekili

CHP PM Üyesi


Öncelikle sizi tanıyalım. Siyasete giriş motivasyonunuz neydi?


GAMZE TAŞCIER: 1982 Ankara doğumluyum. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunuyum. CHP Etimesgut Gençlik Kolları çatısı altında siyasete başladım. Gençlik Kolları, bir arada olmanın ve örgütlü mücadelenin ne kadar önemli olduğunu bana öğreten bir okul oldu. Sonrasında, 2011 yılında Ankara 1. Bölge’den 14. sıra milletvekili adayı oldum. Ankara’nın bir ilçesindeki saha çalışması sırasında gece yarısı bir kahve ziyareti yaptık. O ziyarette kahvedeki tek kadın bendim. Bir amca, “Kızım bu saatte sokakta ne işin var? Kocan ne diyor bu duruma, çocuklara kim bakıyor?” diye sordu. Aslında benim için kadın mücadelesi bu noktada başladı. Ya “Evet bu saatte bir kadının sokakta ne işi var, geleneklere ters,” deyip eve dönecektim ya da “Hayır, kadın-erkek eşittir ve ben bunun tam anlamıyla sağlanması için mücadele edeceğim,” anlayışıyla yoluma devam edecektim. Ben ikinci yolu seçtim. 2015 seçimlerinde Ankara 1. Bölge’den ön seçime girdim ve beşinci olarak çıktım. 2016-2018 yıllarında iki dönem Parti Meclisi üyeliği yaptım. 2018 seçimlerinde Ankara 1. Bölge’den milletvekili seçildim. Parti Meclis üyeliğim de hâlen devam ediyor.


Ankara gündeminin yoğunluğu arasında kadın/çocuk hakları, sosyal güvenlik, sağlık/ilaç politikaları hakkında çalışmalarınız ve projeleriniz var. SMA ve DMD gibi nadir hastalıkları olan çocukların sesini mecliste duyuruyorsunuz. TBMM Nadir Hastalıkları Araştırma Komisyonu’ndaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Bu konuda yerel yönetimlerin alacağı inisiyatifler var mı? Varsa nelerdir?


GAMZE TAŞCIER: Mecliste tüm partilerin uzlaşısıyla “Nadir Hastalıklar Komisyonu” kurulacağı kesinleştiği zaman bu komisyonda yer almayı istedim. Çünkü özellikle SMA ve DMD gibi hastalıklardan muzdarip çocuklara çare olabilecek en küçük adıma bile katkım olmasını diliyordum. Bu araştırma komisyonunda tüm partilerin etkin katılımı ve uzlaşısıyla bir rapor oluşturduk. Konuya tümüyle partiler üstü bir mesele olarak baktık. Hastaların bizzat kendilerini, nadir hastalıklarla ilgili dernekleri, kamu kurumlarını, eğitimcileri, doktorları, sağlıkçıları tek tek ve uzun uzadıya dinledik. Onların sorunlarını ve önerilerini rapora taşıdık. Taslak raporu derneklerle paylaştığımızda raporun çok güzel ve detaylı bir çalışma olduğunu, bir an önce kesinleşerek devletin adım atması için beklentide olduklarını ifade ettiler. Bu raporun Meclis Genel Kurulu’na gelerek kesinleşmesi maalesef çok uzun sürdü. Defalarca çağrı yapmama rağmen tam 369 gün sonra getirdiler. Hâlbuki bu raporda hayati öneriler var ve bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor. Ancak iktidar bu konuda da ağır hareket ediyor. 


Bu insanların ve hasta çocukların değil bir yıl, bir dakika dahi bekleyecek zamanı yoktu. Hâlâ da yok. Mesela SMA’lı çocukların tedavisi için yaş ve kilo şartları var. Bu raporda yer alan önerilerin hayata geçirilmediği her gün belki de bir çocuğun daha kaybına yol açılıyor. Genel Kurul görüşmelerinde de AKP’li milletvekillerine dönüp sordum, bu rapor neden bir yıl bekletildi? Cevap gelmedi. Bu raporu beklettikleri yetmezmiş gibi, bir de bu süreçte ne yaptılar biliyorsunuz. Evlatlarının nefes alıp verebilmesi için uğraşan aileler, Milli Piyango’dan Varlık Fonu’na aktarılacak 75 milyon TL, SMA’lı çocuklar için kullanılsın diye çağrı yaptıkları için bizzat Sağlık Bakanı tarafından kirli kampanya yapmakla suçlanıp âdeta terörist ilan edildi. Destek verenler de, ilaç şirketlerinin sözcüsü olmakla suçlandı. 


Nadir hastalıklarla ilgili sorunu ikiye ayırmak gerekiyor. Birincisi, mevcut hastaların yaşamını nasıl kolaylaştırıp tedaviye ulaşmalarını sağlarız? İkincisi de, nadir hastalığa sahip insan sayısının artışını nasıl önleriz? İkinci konuyla ilgili de en önem verdiğimiz mesele, benim de önerimdi, evlilik öncesi tarama testleri. Nasıl ki evlenirken çiftlerden bazı testler isteniyor ve ücretsiz yapılıyor, bu test de zorunlu olacak ve devlet karşılayacak. Böylece taşıyıcılık varsa, çiftler tüp bebek yöntemine yönlendirilecek. Bu yolla SMA, Türkiye’den tümüyle silinebilir. Bu testlerin maliyeti de kesinlikle öyle yüksek meblağlar değil, sadece 5 dolar, belki anlaşmaya göre daha bile az olabilir.


Ben bunu komisyonda öğrendiğim andan itibaren bu kitlerin hayata geçmesi için çabalıyorum. Bakanlığa defalarca ama defalarca çağrı yaptım. Beklemeyin, başlatın dedim. En ufak bir dönüş dahi alamadım. Sağlık Bakanı, bu kitlerin hayata geçirileceği sözünü verdiğinden yüzlerce çocuk daha SMA’lı doğdu ve bugüne kadar bu söz hâlâ tutulmuş değil. Tüm bunların üzerine bu konuda yerel yönetimler olarak belediyelerimiz ne yapabilir diye düşünmeye ve görüşmeler yapmaya başlamıştım. Tam da bu süreçte Sayın Mansur Yavaş, Ankara Büyükşehir Belediyesi olarak Başkent Üniversitesi’yle bir protokol yaparak Ankara’da evlenecek çiftlere bu testleri ücretsiz uygulamaya başlayacağını duyurdu. Bu testler, isteyen Ankaralı hemşerilerimize aylardır ücretsiz sunuluyor. İktidarın adım atmasını beklemektense, belediyelerimiz aracılığıyla sorunlara merhem olabiliyoruz.


Toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik çalışmalarınız kapsamında İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili bir bilgilendirme raporu hazırladınız. Özellikle 4. ve 42. maddelere odaklandığınız rapor çerçevesinde Türkiye’nin 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını etkileri ve sonuçları bağlamında değerlendirir misiniz? Yerel yönetimler, toplumsal cinsiyet eşitliğine odaklanan stratejik planlarını sizce nasıl oluşturmalı ve kapsayıcı bir yaklaşım geliştirmek için neler yapmalı? 


GAMZE TAŞCIER: On yıl önce bu topraklarda imzalanan İstanbul Sözleşmesi, dünya tarihinde kadına yönelik şiddete karşı hazırlanan en kapsamlı metin olarak hayatımıza girdi. Bu sözleşme, içerdiği denetim mekanizmalarıyla, bağlayıcılığıyla şiddet türlerini ve bu şiddet türlerinin sistematik açıdan birbirlerine bağlılığını açıkça ortaya koymasıyla, kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık olarak tanımlamasıyla kadınlar için hava ve su kadar hayati bir önemde.


Bahsettiğiniz raporu hazırlama nedenim, AKP Genel Başkanı ve parti temsilcilerinin sözleşmeye yönelik negatif söylemlerinin artması ve bu söylemler içerisinde öne çıkan başlıklardı. Sözleşmede yer alan bazı ifadelere karşıt sözler ifade edilmeye başlamıştı. AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, sözleşmede yer alan “sözde namus” ifadesinden rahatsızlık duyduğunu ifade etmişti. Sözleşmenin 42. maddesinde yer alan “Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’ gibi kavramların bu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir,” maddesi, kadın cinayetlerinde her katilin savunma olarak öne sürdüğü “namus için öldürdüm” şeklindeki asla kabul edilemeyecek bahanenin önüne geçmek ve bu yolla tahrik indirimi kararlarını önlemek amacını taşımaktadır. Bu maddeden rahatsızlık duymak, kadın katillerinin “namus” gerekçesiyle cinayet işlemesinin önünü açmak, bu katillerin cezasızlıkla ödüllendirileceği bir düzen yaratmak demektir. 


Bir diğer argüman da sözleşmede yer alan “toplumsal cinsiyet eşitliği” ifadesiydi. Hâlbuki toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların ve erkeklerin toplumsal yaşamın her alanına eşit katılımı demektir. Bu sözden rahatsız olmak, kadınla erkeği eşit görmüyoruz, eşit olmasını istemiyoruz anlamına geliyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınla erkek arasında ayrımcılık yapılmaması, kadınla erkeğin her türlü hak, imkân ve olanaklara eşit ulaşmasıdır. Bu ifadeden rahatsızlık duyarak birtakım tarikatların da yönlendirmesiyle sözleşmeden çekilmek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel insan haklarını yok saydığını tüm dünyaya duyurmak oldu. Oysaki bu ifadeyi AKP Genel Başkanı ve ailesi başta olmak üzere sözleşme imzalandığı süreçte herkes gayet olağan bir şekilde kullanıyordu.


Sonuç olarak adını ülkemizden alan uluslararası bir insan hakları sözleşmesinden hukuksuzca ve meclis iradesi yok sayılarak çekilme süreci söz konusu oldu. Bu gerçekten tarifsiz bir utanç kaynağıdır. 2009 yılında AİHM’nin ilk kez bir ülkeyi kadına yönelik şiddeti sistematik olarak engellemediği ve mağduru ısrarla korumadığı için cezalandırdığı Nahide Opuz kararında fail, Türkiye’ydi. İstanbul Sözleşmesi’ne ön ayak olunmasındaki amaç da bu utancı ortadan kaldırmaktı. Ancak zaman içerisinde duruş değişti, İstanbul Sözleşmesi hükümleri uygulanmadı, savunanlar düşmanlaştırıldı, kavramlara âdeta savaş açıldı. Nihayetinde de AKP iktidarı, kadınları sistematik olarak korumayacağını tüm dünyaya ilan etti. 


Maalesef bu iktidar başta olduğu sürece giderek daha da kötüye gidecek bir vaziyetle karşı karşıyayız. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararıyla gedik açıldı. Bundan sonra 6284 sayılı kanun delik deşik edilecek. Medeni Kanun’daki ve Anayasa’daki kadın-erkek eşitliği tartışmaya açılacak. Türkiye’nin hızla ortaçağ karanlığına gidişine mutlaka dur demek zorundayız. Bu da iktidar değişikliğiyle mümkün. Bizim sözümüz söz, CHP iktidarının ilk haftasında İstanbul Sözleşmesi yeniden yürürlüğe girecek ve bu hukuksuzluk ortadan kaldırılacak. Sadece yürürlüğe girmekle de kalmayacak, hükümleri istinasız uygulanacak.


Önerilen Haberler