YÜKLENİYOR
28 Temmuz 2021 tarihinde yoğunluklu olarak Akdeniz ve Ege Bölgeleri’nde başlayan orman yangınları çok kısa sürede oldukça geniş bir alana yayıldı. Öncelikle süreci, yangınların çıkış nedenlerini, söndürme ve soğutma işlemlerini değerlendirir misiniz?
DOĞANAY TOLUNAY: Öncelikli olarak ülkemizdeki yangın verilerinin ve çıkış nedenlerinin Orman Genel Müdürlüğü tarafından yeterince iyi incelenmediği söylenebilir. Çünkü yangın sayılarının uzun yıllardır artış trendi gösterdiği biliniyordu. Örneğin, 1970’li yıllarda 1.000’in altında olan ortalama yangın sayısı, 1980’li yıllarda 1.400’e, 1990’lı ve 2000’li yıllarda 2.000’lere ve son on yılda 2.600’lere yükseldi. Hatta 2020 yılında yangın sayısı 3.399’a çıktı. En fazla yangın çıkan yıl, 3.755 yangınla 2013 yılı. Bu yılı 2020 takip ediyor. En fazla yangın çıkan on yıldan altısı 2012 ve sonrası. Bu verilere rağmen yanan orman alanı miktarının 8-10.000 hektar civarında kalması, yangınlarla mücadelenin başarılı olduğu şeklinde algılandı. Gerçekten de Orman Genel Müdürlüğü, 182 yıllık köklü geçmişiyle orman yangınlarıyla mücadele deneyimine sahip oldukça başarılı bir kurumdur. Ancak son yıllarda orman-insan etkileşiminin artması, orman içinde ya da orman komşu yerleşim alanlarındaki yerleşmelerin çoğalması söz konusu. Buna ek olarak Maden Yasası’ndaki 2004 yılındaki değişiklik sonrasında maden izinlerindeki artışlarla, Orman Kanunu’nun 16., 17. ve 18. maddelerinde yapılan değişikliklerle orman içindeki tesis sayısı da oldukça arttı. 2004-2020 yılları arasında 79.108 tesis için toplam 496.000 hektar orman alanında başka kullanımlara izinler verildi. Sadece 2012-2020 yılları arasında 51.663 izin için 343.000 hektar orman alanı fiilen orman niteliğini kaybetti. Bu dokuz yıllık dönemde 9.412 maden altyapı tesisine, 8.377 maden açık işletmesine ve 6.639 enerji iletim hattına izin verildi. Bu üçünü 5.689 izinle ulaşım izliyor.
Orman yangınlarıyla ormanlardaki ormancılık dışı uygulamalar arasında nasıl bir ilişki olduğu merak edilebilir. Bunun için orman yangınlarının nasıl çıktığına da değinmek yerinde olacaktır. Bir orman yangınının çıkması için oksijen, yanıcı madde ve ateş olması gerekmektedir. Bunların ilk ikisi ormanda hâlihazırda mevcuttur. Ancak bir kıvılcım olmadan yangının başlaması olanaksızdır. Bu kıvılcım kaynağı ise, yıldırım gibi doğal nedenler, insanların bilerek ya da bilmeyerek yol açtığı ihmal, kaza ya da kasıt olarak tanımlanabilecek faaliyetler de olabilir. Orman Genel Müdürlüğü’nün yangın istatistikleri incelendiğinde son 25 yılda orman yangınlarının %11’inin yıldırımlardan kaynaklandığı, %89’unun insan kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. İnsan kaynaklı yangınların yaklaşık yarısının çıkış nedeni tam olarak belirlenememektedir. Bu durumun nedeni, her yangının kolluk kuvvetleri tarafından soruşturulması ve faillerin somut delillerle belirlenmesi gerekliliğidir. Tamamına yakınının yerleşim yerlerinden uzakta olduğu ve somut delillerin yangınlarla yok olabildiği orman yangınlarında bu durum anlaşılabilir. Diğer yandan, anız yakılması, sigara ve enerji nakil hatları, en fazla yangına neden olan insan faaliyetleridir. Piknik, tarla açma vb. nedenlerle yapılan kundaklama, çoban ateşi ve çöplükler de diğer önemli nedenler arasındadır. Zaman zaman terör örgütleri tarafından da ormanlar yakılmaktadır, bunların yıllık ortalama sayısı 6 kadardır. Ormandan verilen her ormancılık dışı kullanım izni, orman içine insan girişine neden olmaktadır ve yangın riskini artırmaktadır. Üstelik, bu izinlerin verilmesi aşamasında herhangi bir yangın risk değerlendirmesi yapılmamaktadır. Risk değerlendirmenin hem orman içinde kurulacak tesislerin yangına neden olup olmayacağını hem de çıkan bir orman yangınının tesisleri etkileyip etkilemeyeceğini tespit etmesi gerekirken bu konu ihmal edilmiştir.
Öte yandan, ülkemizde 1 Mayıs-31 Ekim tarihleri arasında yangın riski oldukça yüksektir. Bu nedenle bu tarihler arasındaki dönem yangın mevsimi olarak adlandırılmaktadır. Bu dönem öncesinde Orman Genel Müdürlüğü tarafından yangınla mücadele için gerekli uçak ve helikopter temini dahil çeşitli konularda hazırlıklar yapılmaktadır. Bu hazırlıkların zamanlaması da yangın yönetim planlarında yer almaktadır. Hazırlık aşamasında orman yollarının bakımının yapılması, bilinçlendirme çalışmaları, personelin temini ve eğitilmesi gibi çalışmaların gerçekleştirilmesi zorunludur. Ancak zaman zaman geçici statüdeki personelin işe alımında ya da uçak ve helikopter ihalelerinde sorunlar çıkmaktadır, bunların temini de yangın mevsimine kaymaktadır. Yangınlar artarken, orman mühendisi, orman işçisi ve orman muhafaza memuru sayıları azalmış, helikopter sayısı yıllar içinde çok fazla değişmemiş, uçak sayısı ise son üç yılda oldukça azalmıştır. Hatta 2019 yılında söndürme faaliyetlerinde uçak kullanılmamıştır. Ek olarak rotasyon adı altında bölgesini tanıyan, yangın konusunda uzman personel başka yerlere ya da görevlere verilmiş, yerlerine yapılan atamalarda yangın konusundaki deneyim göz ardı edilmiştir.
Yangın mevsimi içinde de Temmuz ve Ağustos ayları en riskli aylardır. Bu aylardaki aşırı sıcak nedeniyle kuru ve rüzgârlı havalarda yangın riski en yüksek seviyeye ulaşmaktadır. Orman yangını riski olan zamanlarda en azından riskin yüksek olduğu bölgelerde tüm ormancılık faaliyetlerinin sonlandırılması, kamuoyunun yangınlar konusunda uyarılması, ormanlardaki denetimlerin artırılması gibi önleyici yangın tedbirleri de göz ardı edilmiştir. Böylece 28 Temmuz’da Manavgat’taki yangınlara hazırlıksız yakalanıldığı söylenebilir. Ancak yangınların yerleşim yerlerine yakın yerlerde çıkmasının ve söndürme faaliyetlerinde önceliğin yerleşim alanlarının olması da, yangınların orman alanlarında meteorolojik koşulların da etkisiyle hızla yayılmasına yol açmıştır. Yangınların önce Manavgat’ta birkaç noktada çıkmasıyla, ardından diğer illerde de yangınların başlamasıyla müdahale gücü bölünmüştür. Bütün bunlar sonucunda yangınların tamamı 15 gün içinde kontrol altına alınmıştır.
Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre ülkemizde orman yangını sayıları 1960’lı yıllardan itibaren sürekli artıyor. İklim krizine bağlı olarak hava sıcaklıkları önümüzdeki yıllarda daha da artacak. Bu yangınlar dünyanın her yerinde oluyor, olmaya da devam edecek. Doğal nedenlerin yanı sıra iklim krizi ve ekolojik kriz, orman yangını riskini nasıl artırıyor? Merkezi yönetim ve yerel yönetimler açısından nasıl bir kriz yönetimi ve acil eylem planı olmalı?
DOĞANAY TOLUNAY: Ülkemizdeki yangın sayılarının artışında iklim krizinin etkisinin olduğu söylenebilir. Ancak bu noktada iklim krizinin doğrudan yangın çıkmasına sadece yıldırımlı hava şartları nedeniyle yol açtığını, bu havalar haricinde sadece yangın riskini yükselttiğini de vurgulamak gereklidir. Çünkü kuru bir organik maddenin (ot, yaprak odun vb.) ısıyla tutuşabilmesi için sıcaklığın 250-300 °C civarına çıkması gerekmektedir. Organik maddenin nem içeriği yükseldikçe, bu sıcaklıklar da yükselmektedir. Küresel ısınmaya bağlı olarak artan sıcaklıklar, buharlaşmanın artmasına ve dolayısıyla toprak neminin azalmasına yol açmaktadır. Böylece hem hava sıcaklıklarının artması hem de toprak neminin azalması, otların ve çalıların kurumasına, ağaçlardan dökülmüş olan yaprakların nemini kaybetmesine, ağaçların su dengesini sağlamak için zamanından önce yapraklarını dökmesine ve yeşil bitki dokusunun azalmasına yol açmaktadır. Bu nedenle organik maddenin tutuşma sıcaklığı azalmaktadır, aynı zamanda ormanlardaki kuru yanıcı madde yükü artmaktadır ve ormanlar her an tutuşmaya hazır barut fıçısı hâline gelmektedir. Bu noktada ufacık bir kıvılcım dahi yangının başlamasına yol açmaktadır. Tutuşma sıcaklığı, yüksek sıcaklık ve düşük nem nedeniyle azalmış olan kuru yapraklar, dallar ve otlar kolayca tutuşabilmektedir. Dolayısıyla çıkan yangınlar, çok daha hızlı olarak geniş alanlara yayılmaktadır ve müdahale edilene kadar kontrol edilemez hâle gelmektedir. Sonrasında rüzgârla taşınan korlarla, ısının radyasyon ya da konveksiyonla yayılmasıyla ana yangının yakınlarında yeni yangınların başlamasına yol açabilmekte ve böylece mega yangınlar oluşabilmektedir. Daha önce de değindiğim gibi, orman yangını sayılarındaki artış, öncelikli olarak insan-orman etkileşiminin artmasına bağlıdır. Ancak iklim krizi de çarpan etkisi yapmaktadır. Nitekim 9 Ağustos 2021 tarihinde açıklanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği 6. Değerlendirme Raporu’nda da Akdeniz coğrafyasında sıcaklık artışıyla birlikte orman yangını riskinin artacağı vurgulanmıştır.
Ülkemizde orman yangınlarının söndürülmesinden Orman Genel Müdürlüğü sorumludur. Orman Kanunu’na göre bu kurumun kırsal alan yangınlarının söndürülmesinde imkânlar ölçüsünde katkı sağlayacağı açıklanmıştır. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanunla 31 il, büyükşehir kapsamına alınmıştır ve köyler, mahalle statüsüne dönüştürülmüştür. Böylece kent ve kırsal ayrımını yapmak zorlaşmıştır. 28 Temmuz 2021’de başlayan yangınların en önemli özelliklerinden birisi de çok sayıda yerleşim alanını etkilemesidir. Bu nedenle belediyelerin ve Orman Genel Müdürlüğü’nün yangınlara müdahale konusunda işbirliği yapması gerektiği ortaya çıkmıştır. Bu işbirliği çerçevesinde yangın öncesinde yerleşim alanlarında, orman içindeki tesislerde yangın risk değerlendirmesinin yapılması, riskli bölgelerde vatandaşların orman yangınları konusunda bilinçlendirilmesi, tahliye planları yapılması, köy ya da mahallelerde gönüllü ekiplerin oluşturulması ve eğitilmesi ilk akla gelen çalışmalar arasındadır. Ayrıca yerleşim alanlarıyla ormanlar arasında ağaçsız tamponlar oluşturulması, ormanla iç içe binalarda yangına dayanıklı malzemelerin kullanılması, yangın riskini artıran yakıt depolarında ve bahçelerdeki bitki örtüsünde düzenlemeler yapılması, yerel itfaiyenin orman yangınları konusunda eğitilmesi, riskli bölgelerde su tankeri ve diğer araç gereçlerin hazır bulundurulması gibi işbirliği yapılması gereken birçok konu bulunmaktadır. Hatta yangın riski yüksek olan günlerde valilik kararıyla ormana giriş çıkışların yasaklanması, bu yasakların yerel birimler ve kamu birimleri tarafından denetlenmesi, çeşitli araçlarla ormanlarda ateş yakılmamasına yönelik uyarıların da yapılması gerekmektedir. Yangın anında kurulacak kriz masasında da bu işbirliğinin devam etmesi, yangınlara müdahalelerin organize bir şekilde gerçekleştirilmesi için gereklidir.
Orman yangınları devam ederken yanan alanların nasıl ağaçlandırılacağı konusu gündeme yerleşti. Yangından sonra ağaçlandırmada nelere dikkat edilmeli?
DOĞANAY TOLUNAY: Temmuz ayının sonunda başlayan yangınlar, ülkemizin en büyük yangınları arasındadır. Henüz yanan alan miktarı açıklanmasa da, Antalya’da 70.000 hektar, Muğla’da 50.000 hektar kadar alan yanmıştır. Diğer illerdeki yangınlarla birlikte yanan alan, 150.000 hektar civarındadır. Bu alanların içinde tarım ve yerleşim alanları da bulunmaktadır. Net yanan alan miktarı önümüzdeki günlerde yer ölçümleriyle kesinleşecektir. Yanan alanlarda öncelikle yanan ormanlardaki ağaç türleri, yaşları gibi bazı tespitler yapılacaktır. Sonrasında yanmış ağaçların kesilmesi gerekmektedir. Çünkü ağaçların ormanda bırakılması durumunda böcek istilası oluşmaktadır ve bu böcekler, yanmamış ormanlara da yayılabilmektedir. Bu esnada tohum bankalarında yeterince tohum olup olmadığı, fidanlıklarda yanan alanlarda kullanılabilecek, yanan bölgelerden toplanmış tohumlardan yetiştirilmiş fidan olup olmadığı da incelenmelidir. Yeterince tohum ve fidan yoksa, yine yanan alanların çevresindeki sağlıklı ormanlardan tohum toplanmalıdır, geçici fidanlıklar kurularak fidan yetiştirilmelidir. Yanmış ağaçların uzaklaştırılmasından sonra maki, kızılçam, karaçam için çalışmalar ve dere içlerinde farklı uygulamalar yapılacaktır. Kızılçam ormanlarında 30 yaş üzerindeki ağaçlarda yeterince tohum olduğu ve kızılçam tohumları yangın sonrasında kolayca çimlenebildiği için buralar korunarak doğal yollarla gençleşmesi sağlanmalıdır. Genç kızılçam ormanlarında ise, yeterince tohum olmadığı için tohum takviyesiyle yine doğal gençleştirme yapılması düşünülmelidir. Maki alanları ve dere yataklarındaki geniş yapraklı türler korunduğunda yanmamış köklerinden kısa sürede sürgün verecektir. Yanan karaçam ormanları, kızılçamlara göre daha azdır. Ancak buralarda da doğal gençleştirme ve yine yöredeki tohumlardan yetiştirilmiş fidanlarla ağaçlandırma yapılmalıdır. Bütün bu işlemler yapılırken bir öncelik sıralamasına da ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü bitki örtüsü yandığı için çıplak topraklar erozyona açık kalmaktadır, bu durum sel riskini yükseltmektedir. Bu noktada da Orman Genel Müdürlüğü ve belediyeler işbirliğine gitmelidir, sel yaratabilecek alanlarda teraslar oluşturulmalıdır ve tohum ekimi ya da fidan dikimiyle bu alanlar süratle bitkilendirilmelidir. Belediyeler ise, sel riski olan yerleri belirlemeli, buralarda selin şiddetini artıracak köprü ve menfezler gözden geçirilmeli, dere yataklarında taş ve molozlar varsa temizlenmeli, sel riski altındaki evlerde yaşayanlar bilgilendirilmeli, tahliye planları oluşturulmalı, selin yerleşim alanlarını etkilememesi için dere kenarlarında kum torbalarıyla duvarlar örülmesi gibi önlemler alınmalıdır.
Farklı üniversitelerin orman fakültelerindeki akademisyenlerle birlikte kamuoyunu ve STK’ları uyaran “Ormanın Çağrısı” adlı bir bildiri yayımladınız. Bildirideki maddelerin çerçevesinde orman ekosistemini tekrar eski hâline getirmek için neler yapılmalı? Bu anlamda yerel yönetimlerin alacağı inisiyatifler sizce ne olmalı? İklim eylem planları nasıl oluşturulmalı?
DOĞANAY TOLUNAY: Bildiriyi Ünal Akkemik, Cihan Erdönmez, Erdoğan Atmış ve Oğuz Kurdoğlu’yla iki yıl önce İzmir yangınından sonra kaleme almıştık. İzmir yangınında, son yangınların yanında küçük kalsa da, kamuoyunda önemli bir bilgi kirliliği olduğunu gözlemlemiştik. Konuyla ilgili kamu kurumlarının, meslek odalarının, STK’ların ve üniversitelerin kamuoyunu bilgilendirmede eksik kaldığını ifade etmiştik ve yapılabilecekleri sıralamıştık. İki yıl içinde çoğu şeyin değişmediğini görüyoruz. Yanan orman alanlarının ormanlaştırılması konusunda sorumluluk tamamen Orman Genel Müdürlüğü’nde olduğu için belediyelerin yapabileceği çok fazla bir şey yok. Ancak Orman Genel Müdürlüğü’yle iletişime geçerek bu kurum tarafından yapılacak çalışmalara destek olabilirler. Belediyeler, daha ziyade yeni alanlarda ormanlar kurarak orman alanlarının genişlemesine katkı sağlayabilir. Örneğin, “belediye ormanı” adı altında bunun gibi ormanlar kurulması mümkün. Yeni rekreasyon alanları oluşturarak ormanlar üzerindeki baskının hafifletilmesine katkı sağlayabilirler.
Belediyelerin iklim uyum eylem planlarını hazırlarken dikkat etmeleri gereken noktalar biraz karmaşık. Bugüne kadar yaklaşık 10 büyükşehir belediyesi uyum eylem planı hazırladı. Ancak bunların önemli bir kısmında sadece sera gazlarının azaltılmasına odaklanılmış. Sera gazı envanterinde veri eksikliği nedeniyle hesaplama sorunları olduğu dikkat çekiyor. Sera gazı azaltımı konusunda ise, belirlenen hedeflere ulaşılıp ulaşılmayacağını ölçmeye yarayacak göstergeler konulmamış olduğu, eylem planından çok strateji belgesi niteliği taşıdığı ifade edilebilir. İklim değişikliğiyle mücadeleni diğer bir aşaması olan iklim değişikliğine uyum konusunun da sadece üç belediyenin eylem planında yer aldığı görülmektedir. Bu planlardaki uyum önerilerinin de oldukça genel olduğu vurgulanmalı. Genel olarak belediyelerin sera gazı azaltımı konusunda farkındalığının yüksek olduğunu, bu yönde adımlar atmaya çalıştıklarını, ancak iklim değişikliğine uyum konusunun henüz tam olarak bilinmediğini söylemek mümkün. Eğitimler de dahil olmak üzere bu konuda bir kapasite oluşturulmasına yönelik çalışmalar yapılması gerektiği söylenebilir. İklim değişikliğine bağlı olarak kentlerde oluşabilecek aşırı hava olayları (sıcaklık artışı, sıcak hava dalgası, deniz seviyesi yükselmesi, fırtına, kuraklık, sel, heyelan, orman yangını, dolu vb.) risklerinin belirlenmesi, hâlihazırda etkilenen ve gelecekte etkilenebilecek alanların haritalanması, yaşlılar, çocuklar, engelliler gibi kırılgan nüfusun kent içindeki yerlerinin belirlenmesi, bu grupların etkilenmemesi için eylemler planlanması ve uygulanması yerinde olacaktır. Mevcut eylem planlarındaki diğer bir eksiklik, alınacak önlemlerin nasıl finanse edileceğinin belirlenmemiş olmasıdır. Örneğin, sellerin önlenmesi gibi bir uyum çalışması için finansman kaynağı olan pilot projelerle çalışmalara başlanıp zaman içinde bu çalışmalar yaygınlaştırılabilir.