"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Emrah Altındiş: Kullanılan Aşılar Koruyucu ve Etkin

  • 2 Ağustos 2021

Normalleşmenin üçüncü etabıyla Kurban Bayramı tatili birleşince hem pandemi tedbirlerinde genel anlamda rehavet söz konusu oldu hem de vatandaşlar kıyı/tatil bölgelerinde yoğunlaştı. Normalleşme sürecini ve etkilerini değerlendirir misiniz?


EMRAH ALTINDİŞ: Türkiye’de pandemi, sürecin başından beri bilimsel verilere ve yöntemlere göre değil, bir bilim insanı olarak anlamlandırmakta zorluk çektiğim Saray kıstaslarına göre yönetiliyor. Bunun sonucunda da Mart 2020’den beri bulaşının ve ölümlerin bir türlü kontrol edilemediği, şu anda dördüncü defa yaşadığımız gibi, vaka sayılarının aşırı yükseldiği, pik yaptığı dönemleri yaşıyoruz. Aslında Türkiye, 1 Temmuz 2021 itibarıyla yaptığı yanlışı 1 Haziran 2020’de de yapmıştı. O dönem de benzer şekilde yapılan kontrolsüz açılmayla vakalarda hızlı bir artış olmuştu. Bunun sonucunda Ağustos ayında başkent Ankara dahil pek çok ilde yoğun bakımlar dolmuştu. Haziran ayına baktığımızda verilerin ne kadar sağlıklı paylaşıldığını bilmemekle birlikte vakalar bir türlü 5.000’in altına indirilemedi. Bunun üzerine sadece turizmi ve pandemiyi uzatan politikalarıyla mahvettikleri ekonomiyi kurtarmak için 1 Temmuz’da normalleşme süreci başladı. Bir de pandeminin ortasında dokuz günlük bayram tatili ilan edilip, şehirlerarası ulaşıma da kısıt getirilmeyince vaka sayıları arttı. Ben bayramdan çok önce, Temmuz ayı başında katıldığım programlarda da, Twitter hesabından da bu artışa dikkat çekmeye çalıştım. Bu, pek çok bilim insanı açısından şaşırtıcı olmayan, öngörülebilir bir durumdu maalesef. Temmuz ayına baktığımızda 270.000 insanımızın aşıyla engellenebilir bir hastalığa yakalandığını görüyoruz. Bu insanlarımızın bir kısmı hayatını kaybedecek, çok yakın zamanda -resmi verilerde saklandığını bilsek de- hastanelerde gözlenecek, bir kısmı uzun süre hastalığın etkilerini yaşayacak. Dolayısıyla nereden baksanız, toplum sağlığı açısından bir krizin içerisindeyiz. Önümüzdeki dönemde de maalesef bir iyileşme görülmüyor.


Pandemi başladığından bu yana gelişmeleri çok yakından takip ediyorsunuz. Dünyadaki uygulamaları/tedbirleri ve Türkiye’deki durumu karşılaştırarak verilerle analiz ediyorsunuz. Delta varyantının yayılım hızını göz önünde bulundurduğumuzda şu an dünyada ve Türkiye’de pandeminin seyri nasıl?


EMRAH ALTINDİŞ: Pandemiyi bu kadar yakından takip etmemin iki sebebi var. İlki, doktorası aşılar üzerine olan bir mikrobiyolog olmam. İkincisi de toplumsal sorumluluk duygum. Maalesef pandemi benzeri, insanlar için çok yeni, ancak insanlık için yeni olmayan bir durumla karşılaştığımızda ortamı hemen şarlatanlar dolduruyor. Bu dönemde de hatırlarsanız, pandeminin başında “Bizde Türklük geni var, bize bir şey olmaz,”, “Kelle paça çorbası için, korur,”, normal gripten katbekat bulaşıcı ve öldürücü olan bu yeni koronavirüsü için “Gripten farkı yok,” diyerek pek çok saçmalığı topluma boca ettiler. Yine şimdi de başını ABD’de Trump’ın cumhuriyetçi partisinin çektiği şarlatanlar dünyaya aşı karşıtı bilgileri pompalıyor. Şu anda sadece aşı olarak kurtulabileceğimiz bir hastalıktan insanların tedirginlik duymasına yol açıyorlar. Bu nedenle birçok zengin ya da orta-zenginliğe sahip ülkede aşı olmayan geniş kitleler var. Bu pandemi, onlar aşı olmadığı sürece, sadece yetişkin nüfusun değil, tüm toplumun %80’ini aşılayana kadar devam edecek. Öte yandan, kapitalist sistemin dünyada yarattığı eşitsizlikler dünyaya da yansıdığı için, örneğin Afrika’da yaklaşık 1.5 milyar insan yaşamasına rağmen, ancak ve ancak 70 milyon doz -kişi değil, doz- aşı yapılabildiği için yine bu hastalık dünyada aşı satın alacak gücü olmayan yoksul ülkelerde özellikle sağlık çalışanlarını ve risk grubundaki insanları öldürmeye devam edecek. Buna dair olarak Dünya Ticaret Örgütü’nde başını Güney Afrika’nın ve Hindistan’ın çektiği bir grubun aşılarda ve Covid-19’la ilgili ürünlerde patent haklarının kaldırılmasına yönelik önerisi 100’ün üzerinde ülkenin desteğini aldı. Ancak başta Almanya, Avrupa Birliği bu öneriyi blokladı. Dolayısıyla yoksul ülkelerde milyonlar, aşı şirketlerinin para hırsından ve kapitalist sistemin taptığı (fikri) mülkiyet haklarından ötürü aşıya ulaşamadığı için 2021 ve 2022’de ölmeye devam edecek. 


Tabii bu durumda yeni varyantlar çıkmaya devam edecek. En son, önce Hindistan’ı mahvedip, sonra dünyaya yayılıp baskın varyant hâline gelen Delta varyantı, Çin’den çıkan ilk virüse göre katbekat bulaştırıcılığa sahip. Dünyada pandemi devam ettiği sürece böyle tehlikeli varyantların, dahası virüsten kaçabilen varyantların çıkma olasılığı var.  Dolayısıyla dünyada bugün yaygın kullanılan tüm aşıların toplumsal bir meta hâline getirilmesi, hızla üretebilen her ülke tarafından üretilmesi ve aşı seferberliği lazım. Dünyayı yöneten siyasetçilerin önceliği maalesef insan hayatı değil. Bunun sonucunda pandemi 2021’de devam edecek. Yoksul ülkelerde ise, patent/teknoloji koruyuculuğu devam ederse en az 2024-2025’e kadar sürecek.


Tekrar Türkiye’ye dönersek, Ağustos ayı Türkiye için oldukça zor bir ay olacak. 28 Temmuz’dan, sizinle görüştüğümüz 31 Temmuz’a kadar vakaları her gün 22.000 seviyesinde açıkladılar. Bu, akılla, istatistikle, virolojiyle açıklanacak bir durum değil. Sosyal medyada insanlar “Fahrettin sabiti” diye bu tür veri manipülasyonlarını artık tiye alıyor. An itibarıyla vakalar artmaya devam ediyor. Ağustos ayı sonunda hekimler yoğun bakımlarda zorlanabilir. Tabii sonbahara bu ağır vaka yüküyle girmek, Türkiye’nin yine çok zor bir kış yaşamasına yol açacak. Aşısını olan yurttaşlar hasta olmazken ya da hastalığı hafif atlatırken, maalesef aşı olmayı reddedenlerin ölümlerine tanık olacağız.


Gündemdeki konulardan biri aşı, aşılama ve aşı karşıtlığı. Aşılamanın dünyadaki verileri bize neler söylüyor? Türkiye’de yaygınlaşmaya başlayan aşı karşıtlığı virüsün yayılım hızına, özellikle Delta varyantına nasıl etki edecek? Bu bağlamda paylaşılan verilerin içeriği sizce nasıl olmalı?


EMRAH ALTINDİŞ: Dünyadaki verileri kısaca özetleyeyim. ABD’de 165 milyon insan aşılamasını tamamladı ve son dönem yaşanan ölümlerin %99’u aşılanmayan insanlar arasında. Aynı şekilde hastaneye kaldırılan insanların %97’si yine aşılanmayanlar. Buna benzer şekilde İtalya, 1 Şubat-21 Temmuz arasında Covid-19 kaynaklı vefat edenlerin %99’unun aşısızlar olduğunu açıkladı. Türkiye’de Sağlık Bakanı geçtiğimiz gün benzer verileri paylaştı ve aktif vakaların %87’sini aşısı tamamlanmamış kişilerin oluşturduğunu, hastanede yatanların %95’inin yine aşısı tamamlanmamış kişiler olduğunu, hekimlerin gözlemlerine göre iki doz Sinovac aşısının kimi bireylerde maksimum 4-5 ay koruyucu olduğunu ve üçüncü dozun şart olduğunu söyledi. Doğrudan hastalıkla mücadele eden yoğun bakım hekimleri de zaten benzer gözlemleri toplumla paylaştı. Gündemi takip eden herhangi bir kişi sadece sağlık çalışanları ölümlerini takip ederek Sinovac aşısının da, Pfizer aşısının da koruyuculuğunu anlayabilir. İçimizi yakan ve aşılar başlayana kadar her gün en az bir sağlık çalışanının ölüm haberini aldığımız korkunç günlerden aşı sayesinde kurtulduk. Kullanılan aşılar koruyucu ve etkin. Sinovac aşısı görevini yaparak on binlerce insanın yaşamını kurtarsa da, etkinliği kısa sürdü, bu yüzden üçüncü doz gerekiyor. Ben başından beri mRNA aşılarının tercih edilmesini öneriyordum, yapılmadı.

 

Aslında aşı karşıtlığının varyantlara ve pandemiye etkisine dair olarak yukarıda cevap vermeye çalıştım, ama aşı karşıtlarının bilimsel temeli olmayan bazı argümanlarına ilişkin bilgi vermek istiyorum. Ben kendi akrabalarıma, arkadaşlarıma mRNA aşısını ilk dozdan itibaren ya da üçüncü doz olarak önerdim. Kendim de Boston’da Moderna aşısını oldum. mRNA aşıları dünyada on milyonlarca insana uygulandı. Hiçbir ağır yan etki görülmediği gibi son derece koruyucu ve muhtemelen diğer aşılara göre koruyuculuğu daha uzun olacak bir aşı. Bu aşının kansere yol açacağı, genetik bilgimizin hücrelerde saklandığı DNA’mızı değiştireceği, kısırlığa neden olacağı, aşı olan insanların kalp krizi geçirdiği ya da öldüğü gibi hiçbir bilimsel temeli olmayan bilgiler yayılıyor. Bir yanda insanları öldüren bir virüs varken, bu dezenformasyon şu an ABD’de de, Türkiye’de de aşı olmasına rağmen aşılanmayan insanların yaşamını yitirmesine yol açıyor. Böyle saçmalıklara inanmayalım. Meslek örgütleri, Türk Tabipleri Birliği, Klimik Derneği, Toraks Derneği, Yoğun Bakım Derneği vd., mikrobiyoloji ve enfeksiyon uzmanları ne diyor, ona bakalım. Bulunduğumuz il ve ilçelerde de bu uzman derneklerle işbirliği içinde aşılara dair insanlarımızı elimizden geldiğince bilgilendirelim.


Kurban Bayramı sonrasında vakaların birden artmasıyla tekrar kapanma olasılığı vatandaşlar arasında dillendiriliyor. Yerel yönetimlerin bu gelişmeler karşısında alacağı inisiyatifler sizce nasıl olmalı? Dünyadaki yerel yönetimlerin önlemleri nelerdir? Aşılamanın hızlanması ne gibi sonuçlar doğurur?   


EMRAH ALTINDİŞ: Şu an Türkiye dördüncü pikin ortasında ve devlet hiçbir önlem almıyor. Zaten neredeyse her alanda yönetememe krizini görüyoruz. Bu, hepimizi kahreden yangınlarda da gördüğümüz ihmalkâr ve umursamaz tavır, aslında pandemi tavırlarıyla çok benzeşiyor. Dördüncü piki de bir yangın gibi düşünürsek, sadece seyrediyorlar. Bu bulaşı zinciri önlem alınmadığı sürece artarak devam edecek. 4 milyon mülteci kardeşimizi de düşünürsek, Türkiye’de en az 88 milyon insan yaşıyor. Sayılarla hep oynadıkları gibi, aşı oranlarında da sadece yetişkinleri veriyorlar. Ayrıca tek doz üzerinden bu manipülasyonu yapıyorlar. Oysa çocuklar da hasta olup, virüsü taşıyabiliyor, tek dozun koruyuculuğu da oldukça düşük. Bugün toplam 27 milyon insan tam doz aşısını olmuş. Dahası, bu insanların bir kısmı ilk iki doz Sinovac olanlar. Üçüncü dozunu olmayanlar artık virüse açık. Şimdilik onları hesaba katmasak dahi memlekette yaşayan 61 milyon insan an itibarıyla virüsün açık hedefi. İlk dozunu olanlar, 41 milyon tam aşılamasını tamamladığında, 47 milyon hâlen virüsün açık hedefi olacak. Dolayısıyla aşılamaları hızla yaygınlaştırmaz ve kapalı mekânlara dair önlemleri hemen almazsak, böyle bir ortamda pandemi 2021 sonbahar ve kışında da aşı olmayanlar arasında tüm kırıcılığıyla sürecek. Peki kısıtlı yetkilerine rağmen yerel yönetimler ne yapabilir?


Türkiye, yerel yönetimlerin yetki alanlarının kısıtlandığı bir ülke. Maalesef özerklik sistemimiz yok. ABD ve İtalya gibi özerk bölgelerin olduğu bir yönetim sistemi olsaydı, eminim özellikle büyük kentlerde, Ankara’da, İzmir’de, İstanbul’da, kayyumsuz bir Diyarbakır’da bu pandemi çok daha iyi yönetilir, çok daha az insanımız vefat ederdi. Yine de yapılacak şeyler olduğunu düşünüyorum. 


Belediyeler, meslek örgütleriyle -TTB, Eczacılar Birliği, Klimik Derneği, Toraks Derneği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası vd.-, sendikalarla işbirliği içinde bulundukları bölgede halkı aşılar konusunda bilgilendirecek çalışmalar yapabilir. Bunun için reklam panoları ve otobüs içlerindeki panolar kullanılabilir. Açık hava panelleri düzenlenebilir, tüm yurttaşlara el ilanları gönderilebilir. Belediye başkanları, halka çağrıda bulunup, aşı olunmadığı sürece hayatın normale dönemeyeceğini, bunun bir toplumsal sorumluluk olduğunu anlatabilir. Belediyeler, öncelikle kendi çalışanlarını koruyabilir, sonbahar ve kış aylarında esnek çalışma, vardiya, evden çalışma pratikleri artırılabilir. Bütçeleri uygunsa, özellikle işçi/emekçi mahallelerindeki insanlarımıza, kapalı mekânlarda çalışmak zorunda olsan işçilere, öğretmenlere ve öğrencilere her gün kullanmaları için KN95, N95 gibi güçlü maskeler dağıtabilirler, mümkünse bunun üretimine geçebilirler. Eminim, her kentin Tabip Odası o kent için benden çok daha iyi önerilerde bulunacaktır. Dolayısıyla yakın bir işbirliği faydalı olacaktır. Dünyadan örneklere gelirsek, yerel yönetimlerin ABD’de özerk bir yapısı olduğu için Trump’a rağmen geçtiğimiz yıl eyalet ve kentlerde pandemi yönetimi sürdürülebildi. Türkiye’de bir de ölümlerdeki artışı belediyeler halkla açık olarak paylaşırsa, halk devletin manipüle ettiği verilerle rehavete kapılmak yerine pandeminin kentte geldigi noktayı daha iyi kavrar ve önlem alabilir. Evet, pandemiden bıktık, usandık. Ancak dünyayı yöneten siyasetçilerin ekonomik tercihlerinden ve cehaletlerinden ötürü pandemi sürmeye devam edecek. Toplum sağlığı açısından bizim de en az virüs kadar inatçı olmamız şart. 


Son olarak, mikrobiyoloji alanında bilim insanı kimliğime ilaveten Türkiye’de otoriterleşme üzerine de yakın dönemde bir kitabı (Authoritarianism and Resistance in Turkey, Springer, 2018) hazırlayıp İngilizce yayımlamış, ortaokul günlerinden beri Türkiye siyasetini yakından takip eden bir akademisyen olarak okurlarla birkaç görüşümü de paylaşmak istiyorum. Aslında 12 Eylül’le yaratılmış Türk-İslam sentezci, vahşi kapitalist sistemin üzerine rahatlıkla kurulan tek adam rejiminden ötürü Türkiye her alanda bir kriz içerisinde. Ekonomi, pandemi, eğitim, Kürt sorunu, dış politika... Pandemi bunları daha da derinleştirdi. Eğitimin yaşadığı krize, gençlere ve ekonomide yol açtığı yıkıma, insanlarımızın yaşadığı yoksulluğa, rant için doğa katliamına çok üzülüyorum. Gerçek bir çıkış için de bu iktidarın hızla değişmesi, Türkiye’nin nefes alması şart. Ben bu noktada CHP’li siyasetçilerin artık daha cesur olması gerektiğini ve özellikle Kürt sorununda uzun yıllardır bulundukları statükocu noktadan kopup, cesurca demokratikleşmeyi, barışı, eşitliği savunmaları gerektiğini düşünüyorum. Geçtiğimiz yerel seçimler, bir demokrasi ittifakı adına çok büyük bir başarı sağladı, devamının gelmesini diliyorum. Böyle bir iktidar değişimi olmadan maalesef Saray iktidarı her türlü krizi eline yüzüne bulaştırmaya ve toplumumuzu hiç hak etmediği şekilde yoksullaştırmaya, yoksunlaştırmaya devam edecek. Uzaklardan memleketin dört bir yanına sevgiler, saygılar.


Önerilen Haberler