YÜKLENİYOR
Son bir ayda yaşadığımız doğal afetler bize sadece insanlığın ve insani faaliyetlerin neden olduğu küresel ısınmanın ve iklim krizinin sonuçlarını değil, bir başka önemli hakikati daha gösterdi. Özellikle Kastamonu’nun Bozkurt ilçesindeki sel felaketinin ardından yaşananlar, kentleşme ve kentleşme sürecindeki yapısal hatalara odaklanmamız, geçici olmayan kalıcı çözümler üretmemiz gerektiği gerçeğini gayet somut biçimde tekrar ortaya koydu. Ekolojik krizin artık küresel boyutta olduğu aşikâr. Bu krizin varlığını bilmek ve yaşananları somut biçimde analiz etmek, öncelikle doğanın bir parçası olduğumuzu fark etmemiz ve insan olarak doğaya yönelik olumsuz müdahalelerimizin yıkıcılığını dönüştürmemiz gerektiği ön kabulüyle başlıyor. Çünkü toplum hem insanlığın hem doğanın bir dışavurumu, hâliyle her toplumsal birim/yapı bütün ekosistemlerle bağını ve ilişkisini devam ettiriyor. İnsani üretimin toplumsal yaşamın her alanında neden olduğu krizler, toplumsal dinamikler hakkında da düşünmemizi zorunlu kılıyor.
Bu anlamda kentleşme, kentleşmenin niteliği, hızı, kentlerdeki nüfus artışı, artan nüfusa karşılık veremeyen mevcut kapasite, gittikçe büyüyen kentlerle tarımın ve tarımsal üretimin farklılaşması, doğal kaynakların hızlı tüketimi, bitki örtüsünün ve orman alanlarının sermaye odaklı tahrip edilmesi, “şehircilik” anlayışımızda topyekûn bir yapısal değişim/dönüşüm sürecini ivedilikle başlatmamız gerektiğini işaret ediyor. Akdeniz ve Ege Bölgeleri’nde yaşanan orman yangınları tekrar yaşanabilir, iklim kriziyle bağlantılı olarak Karadeniz Bölgesi’ndeki sellerde artış gözlemlenebilir. Gerek doğal afet anında gerek sonrasında benzer hataların yapılmaması için çevresel felaketlerin hepsine hazırlıklı olacak kapasiteyi ve altyapı/üstyapı olanaklarını geliştirmeliyiz.
Kentleri büyütürken doğal kaynakları tüketmeye, doğanın mevcut düzenini bozmaya yönelik her müdahale, insanların ölümüyle, yaralanmasıyla, evlerini kaybetmesiyle, göç etmeleriyle, hayatlarını tekrar kurma zorunluluğuyla sonuçlanmamalı. Mevcut iktidarın, sermayenin devamlılığı anlayışından, kâr ve rant hırsından, yandaşlarının kasalarını tahayyül bile edilemeyecek meblağla doldurma gayretinden sıyrılmaması nedeniyle ülkemiz yalnızca ekonomik açıdan sona yaklaşmıyor, toplumsal yaşamın düzenini de kaybediyor. Zemin kontrol edilmeden, dere yataklarının daraltılmasının ne gibi sonuçlara yol açacağı hesaplanmadan, madenlere verilen usulsüz izinlerin doğal yaşamı nasıl bozduğu görülmeden, iklim kriziyle ilgili uyarıda bulunan bilim insanlarının söyledikleri dikkate alınmadan, bilimin ışığında ortak akılla doğru çevre politikaları üretilmeden ülkemizde de etkisini gün geçtikçe artıracak ekolojik krizle baş etmek bu iktidarın günlük çözümleriyle pek mümkün görünmüyor. “Şehircilik” anlayışı da bu doğrultuda yine iktidar eliyle yıkılıyor. Çünkü toplumsal düzeni sağlamaktan ve korumaktan anladıkları, kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda neyi ne kadar talan ettikleriyle, hatalarının ve kayıtsızlıklarının üstünü örtmek için başkalarını suçlamalarıyla doğru orantılı. Doğayı da, ekosistemi de sermaye olarak gören iktidar, kentleri de yanlış şehirleşme politikaları ve uygulamalarıyla geri dönüşsüz bir noktaya getiriyor. Bu gidişe dur demek, her birimizin toplumsal sorumluluğu ve görevi.
CHP’li yerel yönetimler olarak sorumluluğumuzun her zaman farkındayız. Daha önce olduğu gibi, yaşanmasını hiç istemediğimiz doğal afetlerde, geçtiğimiz günlerde yaşadığımız orman yangınlarında ve sel felaketinde bütün yerel birimlerimizle kenetlenerek çalışmamız, mücadele etmemiz, vatandaşlarımızın omzundan elimizi eksik etmememiz, doğru planlamalar ve projeler yapmaya odaklanmamız, bu sorumluluğumuzun bir tezahürüdür. Bilimin ve ortak aklın öncülüğünde sorumluluk alanımızdaki her ilde, ilçede, beldede üzerimize düşen görevi layıkıyla yapmaya devam edeceğiz.