"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Dr. Tomris Cesuroğlu: Eylül’de Okulları Açalım

  • 9 Ağustos 2021

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu’nun üyesisiniz. Bize gruptaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Öncelikli olarak yoğunlaştığınız konular nelerdir?


TOMRİS CESUROĞLU: Çalışma grubumuz, pandemiyi hem sağlık hem de toplumsal boyutları açısından ele alan oldukça geniş bir çerçeveye sahip. Üç alt grubu var. Birinci grup, salgının önlenmesine ve kontrol altına alınmasına, ikinci grup ise Covid-19 olan kişilerin tanısına ve tedavisine odaklanıyor. Üçüncü grup da tüm konulara daha geniş bir bakış açısı sunarak doğa, toplum, geleceğimiz ve sağlık mücadelesinin toplumsallaştırılması gibi alanlarda çalışıyor. 


Dünyanın birçok ülkesinde Covid-19 için oluşturulan resmî danışma kurullarının bilimsel açıdan tam olarak bağımsız hareket edemediği, hükümetlerin gündemine tabi kalabildiği gözlendi. Topluma karşı sorumluluk duyan bilim insanları, ülkelerinde çeşitli şekillerde bir araya gelerek pandemi yönetimi için öneriler geliştirdi. TTB, bağımsız bilim insanlarını Pandemi Çalışma Grubu’nda bir araya getirerek hem ülkemiz için çok önemli bir ihtiyacı karşıladı hem de dünyaya kıymetli bir model sundu. 


TTB Pandemi Çalışma Grubu olarak bir yandan dünyadaki bilimsel gelişmeleri ve uygulamaları yakından takip ediyoruz. Diğer yandan, Türkiye’de pandeminin seyrini değerlendirerek en iyi şekilde yönetilmesi için öneriler geliştiriyoruz. Ben uzun zamandır uluslararası karşılaştırmalı sağlık sistemleri ve politikaları alanında çalışıyorum. Ne pandemide ne de diğer zamanlarda bir ülkenin uygulamalarını aynen kopyalayıp başka bir ülkeye uygulamak söz konusu olur. Bunu sanırım en iyi yerel yöneticiler bilir. En başarılı yerel yönetimler, ulusal/uluslararası örnekleri değerlendiren, kendi bölgelerinin ve kentlerinin koşullarında, kendi bağlamlarında çözümler geliştirendir. Biz de bu yaklaşımı Türkiye için uyguluyoruz. Hem dünyayı izliyoruz hem de Türkiye’de pandemide yaşanan sorunların altında yatan sebepleri analiz ederek çözümler geliştiriyoruz. 


TTB, her Çarşamba 12:30’da kısa bir yayınla “Pandemi Bülteni” sunuyor. Pandemi Çalışma Grubu’nun katkılarıyla hazırlanan bu bültende şimdiye kadar aşılama, Türkiye’de pandemiyle ilgili veri ve bilgilerin şeffaf paylaşılmaması, pandemide sağlık hizmetlerine erişim sorunu, Covid-19’un işçi sınıfı hastalığı olması gibi çok çeşitli konular ele alındı. Arşive YouTube üzerinden ulaşılabilir. 


Çalışmalarımız geniş bir alanda olmakla birlikte son dönemde yoğunlaştığımız konuların başında aşılama geldi. TTB’nin bu konuda kapsamlı çalışmaları ve açıklamaları oldu. Bir diğer kritik konu, pandemiyle ilgili veri ve bilgilerin bilim insanlarıyla, toplumla şeffaf bir şekilde paylaşılmaması sorunu. 


Okulların 1.5 yıldır kapalı tutulması, ülkemizdeki pandemi yönetiminde yapılan en büyük hatalardan biri. TTB’nin Covid-19 döneminde okul sağlığı alanında çalışan, uluslararası bilgi ve örnekler ışığında bu konuda değerlendirmeler yaparak öneriler geliştiren özel bir çalışma grubu var: “Okul Sağlığı Çalışma Grubu.” Ben aynı zamanda bu grubun üyesiyim ve yaz aylarında çalışmalarımın ağırlığını buraya verdim. Okulların kapalı kalmasının çocuklar, gençler ve aileler üzerindeki sağlık zararlarını, ekonomik etkilerini ve sosyal sonuçlarını raporlarla ortaya koyuyor, okulların güvenli bir şekilde neden ve nasıl açılması gerektiğini anlatıyoruz. 


Kademeli normalleşmenin üçüncü etabı 1 Temmuz 2021 itibarıyla başladı. Normalleşme ve Kurban Bayramı tatili birleşince özellikle kıyı/tatil bölgelerinde yoğunluk yaşandı. Bu süreci değerlendirir misiniz? Bayram tatili sonrasında vaka sayılarındaki artış salgının seyrini nasıl etkileyecek?


TOMRİS CESUROĞLU: Vaka artışlarının altında yatan birinci sebep, ne yazık ki ülke genelinde aşılama oranlarının düşük olması. Vaka artışının kıyı bölgelerinden ziyade Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde olduğunu görüyoruz. Çünkü bu bölgede aşılama oranları şimdiye kadar düşük seyretti. Aşı tedarikindeki sıkıntılar ve pandemi yönetimine güvensizlik gibi ülkenin genelinde var olan sorunların üzerine sağlık hizmetlerindeki yetersizlikler ve halkın devlete güvensizliği gibi bölgeye özgü sorunlar bindi. 


İkinci sebep, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde Delta varyantının yaygınlaşması. Bu varyant, virüsün önceki versiyonlarından %50 daha hızlı yayılıyor. Örneğin, geçtiğimiz yıl Covid-19 olan biriyle kapalı ortamda 15 dakika maskesiz bulunmak, virüse yakalanma riskini ciddi anlamda artırırken, şimdi bu süre 5-10 dakikaya indi. Delta varyantı, bağışıklık sisteminden de kaçabiliyor. Bu nedenle aşıların etkililiği de bir miktar azalmış durumda. Ancak aşılar, hastaneye yatıştan ve ölümlerden hâlâ çok büyük ölçüde koruyor. Covid-19 nedeniyle şu anda hastaneye yatanların neredeyse tamamının aşısız kişiler ya da Sinovac aşısı olmuş 65 yaş üstü kişiler olduğunu biliyoruz.


Vaka sayılarının artmasındaki üçüncü faktör ise, uygun olmayan zaman ve şartlarda gerçekleşen kontrolsüz normalleşme. Bu konuda özellikle bayramlaşmak için bir araya gelen insanlara doğru uyarıların yapılmadığını gördük. Ailelerin ev ortamlarında maske ve mesafe olmaksızın bir araya gelmesi ve diğer sosyal buluşmalar, vaka sayılarını artırdı. Kamusal alanlarda önlemlerin devam ettirilmesiyle, ev içi bulaşmayı önlemek için etkili bir iletişim kampanyasıyla vaka artışı önemli oranda önlenebilirdi. 


Yaz döneminde erken normalleşme yapan başka ülkeler de oldu. Hollanda, 26 Haziran’dan itibaren erken ve kontrolsüz bir açılma yürüttü. Sonucunda vaka sayıları iki hafta içinde inanılmaz oranda arttı. Eğlence mekânları ve restoranlar gibi ortamlara tekrar sınırlama getirmek zorunda kaldılar. İrlanda ve İspanya gibi ülkelerde de vaka sayılarında ciddi artış var. 


Ne yazık ki, Türkiye’de önlemler konusunda bir hareket yok. Aksine, aşılama hızında yavaşlama var. Yaz sonuna kadar tüm yetişkin nüfusun aşılanması pek gerçekçi görünmüyor. Bu, vaka sayılarının katlanarak artacağı anlamına geliyor. Özellikle sonbahar ayları için endişe verici bir durum. 


Önlemler, bir yere kadar uygulanabilir ve koruma sağlar. Şunu unutmayalım: Pandemiden çıkışın anahtarı aşılamada yer alıyor. Yetişkin nüfusun tamamına yakını Delta varyantına karşı etkili aşılarla aşılanıncaya kadar vaka ve yatan hasta sayılarında ciddi dalgalanmalar devam edecektir. Türkiye’deki iki aşı seçeneğinden sadece Biontech’in Delta varyantına karşı etkili olduğu belirtildi. Sinovac’ın sağladığı koruma, özellikle 65 yaş üstü için yetersiz. 


Pandemide veri ve bilgi paylaşımı konusunda Türkiye nerede? Sürecin şeffaf bir şekilde paylaşılmaması ne gibi sonuçlar doğuruyor? Bu durum yerel yönetimler için ne ifade ediyor? 


TOMRİS CESUROĞLU: Türkiye bu açıdan çok kötü bir sınav veriyor. Açıklanan vaka ve ölüm sayıları neredeyse uluslararası karşılaştırmalarda kullanılamayacak durumda. Bakanlığın sunduğu veriler hem bilimsel açıdan yeterli ayrıntı sunmuyor hem de güvenilir değil. Dünyada sadece otokratik ülkelerdeki veriler ve bilgiler bu derece gizleniyor, manipüle edilerek sunuluyor. Pandemide elde edilen verilerin bir ham hâli vardır, bir de işlenerek bilgiye dönüştürülmüş hâli. Sağlık Bakanlığı, her ikisini de uluslararası standartlara uygun şekilde kamuoyuyla paylaşmıyor, büyük oranda gizli tutuyor. Örneğin, az çok gelişmiş her ülkede “epidemiyolojik raporlama”yla vakaların ve ölümlerin yaşlara, bölgelere, kentlere, cinsiyetlere göre dağılımı sunulur. Türkiye, bunu yapmıyor. 


Pandemi gibi yüz binlerce insanın hayatının söz konusu olduğu bir konuda bakanlık dışında çalışan bilim insanlarına verileri teknik açılardan değerlendirme, sorgulama ve doğrulama fırsatı verilmesi gerekir. Bunlar doğal olarak icra kurumlarının hatalarına işaret edebilir, toplum adına bunların düzeltilmesi talep edilebilir. Ama otoriteler veriyi gizledikleri zaman hem bağımsız bilim insanlarının hem de onlara muhalefet olabilecek herkesin önünü kapatmış, onları boşa düşürmüş oluyor. Bu nedenle Türkiye’de pandemi döneminde en kritik noktalardan biri, Sağlık Bakanlığı’nın verileri şeffaf paylaşmaması. Zaten Türkiye’de ne şeffaf paylaşılıyor ki, diyebilirsiniz. Ama pandemi döneminde bu çok daha kritik bir konu. Verileri/bilgileri gizleyerek uygulamaların sorgulanmasını, bağımsız öneriler geliştirilmesini ve gelebilecek eleştirileri engellemiş oluyorlar. Diledikleri gibi, “Başarı hikâyesi yazdık,” diyebiliyorlar. Muhalefetin bu noktada baskı yapması, Sağlık Bakanlığı’nın verileri ve bilgileri uluslararası standartlara uygun bir şekilde açıklaması konusunda ısrar etmesi gerekir. 


TTB, verilerin ve bilgilerin ne denli gizlendiğini ortaya koyan ciddi bir çalışma yaptı. Geçmiş yıllardaki ölüm sayıları, nüfus artışı, e-Devlet, belediye defin istatistikleri gibi çeşitli kaynakları kullanarak ve önceki yıllarla karşılaştırarak Covid-19’a bağlı ölümlerin açıklan rakamların neredeyse 3.5 katı olduğunu geçtiğimiz Mayıs ayında ortaya koymuştu. Bu çalışmada yerel yönetimlerin paylaştığı veriler önemli bir rol oynadı. 


Veri ve bilgi paylaşımı, salgının yerel yönetimi için de oldukça önemli. Hastalığın ağırlıklı olarak hangi ortamlarda bulaştığı, yaş, cinsiyet, meslek dağılımları vb. birçok bilgi, yerel bağlamda farklılık gösterebilir. Yerel yönetimlerin kendi bölgelerinde ve kentlerinde en çok neye eğilmesi gerekiyor? Hangi önlemlere odaklanması gerekir? Bunu ancak Sağlık Bakanlığı’nın elindeki vaka, ölüm ve filyasyon çalışmaları verilerini inceleyerek söyleyebiliriz. Ancak şu anda bu bilgilere kimsenin erişimi yok.  


Geçtiğimiz günlerde TTB, başta hükümet, siyasi partiler, sendikalar, uzmanlık dernekleri, sivil toplum kuruluşları ve veliler olmak üzere çocukların sağlığıyla, haklarıyla, iyiliğiyle ilgili çalışan tüm kurum ve kişilere yönelik olarak “Eylül 2021 İçin Okulları Açalım Çağrısı” yayımladı. Çağrının detaylarından ve öneminden bahseder misiniz? Delta varyantının etkisi yeni eğitim-öğretim döneminde sizce nasıl olacak? Okullar neden en son kapatılacak ve ilk açılacak yerler olmalı?


TOMRİS CESUROĞLU: Okullar 1.5 yıl kapalı tutuldu. Bunun sebebinin virüs ya da pandemi olmadığını artık net bir şekilde görebiliyoruz. Sorun, eğitim sisteminde ve eğitime değer vermeyişimizde. Dünyada düşük, orta ve yüksek gelir düzeyinden çok sayıda ülke pandemi süresince okullarını açık tutabildi. Çünkü okulları açık tutmayı önemli buldular. Türkiye’de ise, pandemide okulların kapalı kalmasının normal olduğu zannedildi. Türkiye’de, çocukların bulaştırıcı olduğu ve okulların salgını yaydığı algısı hâkim. Aksini ispatlayan yüzlerce makale, onlarca uluslararası rapora rağmen. Çocuklarda ve gençlerde Covid-19’un ciddi bir risk yaratmadığını, 12 yaş altı çocukların bulaştırıcılığının daha düşük olduğunu, okulların salgını belirgin bir şekilde yaymadığını biliyoruz. Ama Türkiye’de sanki okulların açılması için vakaların neredeyse sıfır olması ya da aşılama oranlarının belirli bir düzeye gelmesi gerektiği şeklinde bir algı oldu, tartışmalar başından beri hep bu şekilde yürüdü, yürüyor. Hâlbuki Dünya Sağlık Örgütü, BM Çocuk Fonu UNICEF, Avrupa Hastalık Kontrol Dairesi ECDD gibi uluslararası kurumlar bir yıldır pandemide eğitimin açık olması gerektiğini, ancak olağanüstü durumlarda son çare olarak kapanabileceğini verilere ve bilgilere dayanarak anlatıyor. Türkiye’deki ters mantığın bedelini 1.5 yıldır çocuklar, gençler, kadınlar, düşük ve orta gelir düzeyinden aileler ödüyor. Bunlar toplumun en zayıf, sesini en az duyurabilen kesimleri olduğu için şimdiye kadar görülmediler, duyulmadılar. Eğitimli ve düzenli iyi geliri olan aileler ya özel derslerle ya da kendileri ilgilenerek çocuklarının öğrenim açığını bir şekilde kapadılar, çocuklarının bu durumdan çok etkilenmediğini zannettiler. Ancak onlar da okulsuzluğun, çocuklarının beden ve ruh sağlığına nasıl zarar verdiğini sonunda fark etti. Tüm toplumda çocuklardaki ve gençlerdeki zekâ kaybı, ruh ve beden sağlığı kayıpları artık tolere edilemeyecek bir düzeye ulaştı. 

 

Bu noktada TTB, başta hükümet, siyasi partiler, sendikalar, uzmanlık dernekleri, sivil toplum kuruluşları ve veliler olmak üzere çocukların sağlığıyla, haklarıyla, iyiliğiyle ilgili çalışan tüm kurumlara ve kişilere “Eylül’de Okulları Açalım Çağrısı” yaparak şunu dedi: “Şu olmadı, bu yapılmadı, diyerek okulların kapalı kalmasını savunmak, çocukların sağlığına değer verdiğimizin değil, eğitimlerine değer vermediğimizin göstergesidir. Bu, bir kaynak sorunu değildir. Bu, bir imkân sorunu değildir. Bu, bir tercihtir, çünkü güvenli olmadığı gerekçesiyle okula gönderilmeyen çocuklar düğünlere gönderilmiştir, salgında bakım için en yüksek riski taşıyan yaşlılara bırakılmıştır. Bu, bir tercihtir, çünkü merdiven altı bakım kurumları hep açık kalmıştır. Bu, bir tercihtir, çünkü taşıyıcılığı düşük olduğu hâlde çocuklar okula gönderilmezken, taşıyıcılığı yüksek olan yetişkinler güvensiz işyerlerinden virüsü evlere, çocuklara taşımaya devam etmiştir…”


Ülke olarak bir karar vermemiz gerekiyor: Tercihimiz nedir? Son derece bulaştırıcı diğer ortamlar için öne sürülmeyen, erişilmesi çok güç ön koşulları çocuklar için öne sürecek miyiz yoksa çocukları koşulsuz sevmek gibi, onların haklarını koşulsuz savunacak mıyız?


Tercihimiz çocuklarsa, şu anda ülke olarak okulların açılması ve açık tutulması için bir seferberlik içinde olmamız gerekiyor. Bu noktada bu çağrının muhalefet partileri ve yerel yönetimler dahil olmak üzere toplumun tüm bileşenlerinde karşılık bulması ve yankılanması çok önemli. Çocuklardan ve ailelerden daha fazla fedakârlık isteyemeyiz. Yerel yönetimler, kentin önde gelen devlet okullarının okul aile birlikleriyle, tabip odalarıyla bu konuda birlikte hareket edebilir, okulların açılması çağrısını dile getiren basın açıklamaları yapabilir. 


Okullarda alınması gereken önlemler ve yerel düzeyde okulların ne zaman kapanması kararı alınabileceği konusunda TTB Okul Sağlığı Çalışma Grubu’nun bir hazırlığı var, yakında sunacağız. Buna göre okulların değerlendirilmesi, eksikliklerinin giderilmesi konusunda yerel yönetimler, okul idareleri, okul aile birlikleri, eğitim sendikaları şubeleri ve tabip odaları birlikte çalışabilir. Öğretmen aşılamaları zaten Haziran ayında büyük oranda tamamlanmıştı. İlkokullar ve kısmen ortaokulların tam zamanlı açık tutulmasının büyük oranda mümkün olacağını öngörüyoruz. Ancak liseler oldukça kalabalık. Bu yaş grubu, yetişkinler kadar bulaştırıcı. Bu vaka sayılarıyla ve daha bulaşıcı Delta varyantıyla büyük ihtimalle seyreltme gerekecek. Bu noktada derslik ihtiyacını gidermek için kalıcı ve geçici çözümler geliştirilmesi gerekir. Yerel yönetimler bu konuda destek olabilir. Örneğin, Hollanda’da geçen yıl liselerin ek derslik ihtiyacını gidermek için bahçelerine beyaz tenteler kuruldu. Türkiye’de yerel yönetimlerin desteğiyle bu tür çözümler rahatlıkla geliştirilebilir.


Hijyen eksiklikleri sanıldığı gibi Covid-19’un bulaşmasında etkili değil. Bu hastalık, solunum yoluyla bulaşıyor, yüzeylerden değil. O nedenle en önemlisi, pencerelerin açılmasıyla havalandırmanın sağlanması ve bina içinde başta yetişkinler olmak üzere herkesin maske takması. Covid-19 için olmasa da, genel okul sağlığı için temel temizlik koşullarının sağlanamadığı okullar olursa yerel yönetimler sabun vb. tedarikiyle okullara destek olabilir. 


Önümüzdeki dönemde okulların kapanma kararının il düzeyinde alınacağı ve yetkinin valiliklere bırakılacağı aldığımız duyumlar arasında. Bu noktada yerel yönetimler, toplumun bileşenleriyle bir araya gelerek veriye ve bilgiye dayalı kararlar alınmasını sağlamada çok önemli rol oynuyor. Geçen yıl olduğu gibi, en ufak dalgalanmada okulları kapama refleksine kapılmamalılar. Aşırı tedbirli yaklaşımlar, çocuklara ve gençlere telafisi olmayan zararlar verdi. Özellikle öğretmenlerin ve risk gruplarının aşılamalarının tamamlanmış olduğu şu dönemde makul düzeyde alınan önlemler yeterli olacaktır. 


Aşı karşıtlığı ve aşılama oranında hâlâ beklenen seviyeye ulaşılamaması gündemdeki önemli konular arasında. Aşı tereddütünü ortadan kaldırmak için hangi çalışmalar yapılmalı? Veri paylaşımı nasıl olmalı? Bu konuda yerel yönetimlerin alması gereken inisiyatifler sizce nelerdir? Dünyadaki yerel yönetim uygulamalarıyla karşılaştırdığınızda nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?


TOMRİS CESUROĞLU: Aşı karşıtlığının birinci ve en önemli sebebi, devletin pandemi yönetiminde şeffaf olmaması. Halkın devlete güveni azaldı. Aşıların yan etkilerinin ne düzeyde gerçekleştiği konusundaki verilerin ve bilgilerin de şeffaf bir şekilde paylaşılmaması, şehir efsanesi hikâyelerin yayılmasına sebep oluyor. Yani verilerin ve bilgilerin gizlenmesi, hatta manipüle edilmesi, pandemi yönetimindeki her önemli adımda dönüp dolaşıp önümüze engel olarak çıkıyor. 


Ayrıca geçmişte alınan yanlış kararlar da şu anda aşılamada önümüze engel çıkarıyor. 65 yaş üstü grup, bu yaş grubuna uygun olmayan, koruyuculuğu düşük bir aşıyla aşılandı: Sinovac. Delta varyantında bu aşının etkinliği iyice düştü ve 65 yaş üstü grup ciddi bir tehlike altında. Bu grubun bir an önce Biontech’le iki doz aşılanması gerekiyor. Ancak hâlâ 65 yaş üstüne üçüncü doz olarak Sinovac seçeneği sunuluyor, bilimsel kanıtı olmadığı hâlde Sinovac’ın Delta varyantına etkili olacağı iddia ediliyor.


Dünyaya baktığımızda aşı kararsızlığında ağırlıklı olarak merkezi yönetimlerin görev aldığını görüyoruz. Aşıların etkili ve güvenli olduğunu anlatmak, merkezi yönetimlerin sorumluluğudur. Bu bilgileri yerel bağlama uyarlayarak duyurmak ise, yerel yönetimlerin. Ancak dünyanın her yerinde merkezi hükümete tarihsel sebeplerle güvenmeyen azınlıklarda veya dezavantajlı gruplarda, örneğin Kanada’da yerlilerde, aşı kararsızlığının daha yaygın olduğunu biliyoruz. Türkiye’de devlete uzak duran, güvensizlik yaşayan bölgelere ve gruplara doğru bilgilerin verilmesi için yerel düzeyde çalışmalar yapılıyor. TTB, insanları aşıya davet etmek için ülke çapında bir iletişim kampanyası düzenledi. Yerel yönetimlerin ve tabip odalarının birlikte çalıştığı, başta belediye başkanları olmak üzere kanaat önderlerinin görev aldığı yerel iletişim kampanyaları konusunda çok güzel örnekler duyuyoruz. Bunlara devam edilmeli. 


Önerilen Haberler