YÜKLENİYOR
AYSU BANKOĞLU: 1989 Bartın doğumluyum. Çocukluğumdan beri adalet, özgürlük ve kadın-erkek eşitliği gibi konulara kafa yoran, haksızlığı sindiremeyen biriydim. Bu yüzden hep hukuk okumak istemiştim. 2012 yılında Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum. Sonrasında serbest avukatlık yaptım. Yine Koç Üniversitesi’nde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na ve çalışmalarına ilişkin tezimle yüksek lisansımı tamamladım.
Siyasete giriş motivasyonumu sürekli soruyorlar, ben de hep aynı cevabı veriyorum. Ben ülkemi seviyorum, güzel şeyleri hakettiğimize inanıyorum ve bunun için bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Mesleğimi severek yapıyordum, ancak sürekli şahit olduğum haksızlıkların son bulması için sadece hukuk eğitimi almanın, avukat olmanın yetmediğini anladım. Değişim için karar mekanizmalarında yer almak gerekiyor. Bunu fark ettiğim andan itibaren siyasete ilgi duyuyordum.
Türkiye’de genelde belli yaşın üzerinde, aileden siyasi geleneği olan erkeklerin siyaset yapmasına alışığız. Benim durumum farklı. Aday olduğumda siyasi geçmişim yoktu, 2015’te CHP’nin 46 ilde milletvekili adaylarını belirlemek için ön seçim kararı almasıyla aktif siyasete girdim. Apolitik bir insan asla olmadım, duruşum hep belliydi. Aktif siyasetle uğraşan bir aileden de gelmiyorum. Bu yüzden de dikkat çekiyorum, ama bu durum benim hoşuma gidiyor. Çünkü siyasete girmemdeki bir diğer motivasyonum da buydu aslında. Daha çok genç, daha çok kadın karar mekanizmalarına girmeye cesaret etsin, temsil edilsin istiyorum. Bir tek kişiye bile örnek olabilmek, cesaret verebilmek benim için kıymetli. Biz genç bir ülkeyiz, ama bu dinamizmi meclise yeterince yansıtamıyoruz.
Bartın’ın ilk kadın milletvekili ve CHP grubunun en genç milletvekilisiniz. Ankara’nın yoğun gündeminin arasında bölgenize vakit ayırabiliyor musunuz? Bölgenizdeki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
AYSU BANKOĞLU: Evet, ne yalan söyleyeyim bundan da gurur duyuyorum biraz. Ama bu durum birçok sorumluluğu da beraberinde getiriyor. İnsanlar size bir teveccüh gösteriyor, bunu boşa çıkarmamanız gerekiyor.
Tüm ülkede olduğu gibi, Bartın özelinde de gelişmesi, değişmesi gereken o kadar çok şey var ki, ne kadar vakit ayırırsam ayırayım bana yeterli gelmiyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, tek ihtiyacımız olan şey, çalışmak, çalışmak ve yine çalışmak.
Her zaman daha fazlası vardır. Bu sorunun cevabını Bartınlılar daha iyi verecektir. Biz siyasetçiler çoğunlukla belli bir yerden sonra geldiğimiz yeri unutmakla itham ediliyoruz. Haksız bir itham da değil aslında bu, dediğiniz gibi Ankara’nın gündemi gerçekten yoğun. Bazen bu yoğunlukta yapmak istediklerinize zaman ayıramayabiliyor ya da istediğiniz şekilde sonuçlar alamayabiliyorsunuz.
Ancak kendi adıma bu konuda tedbirli ve biraz da şanslı olduğumu düşünüyorum. Ben Bartınlıyım, orada büyüdüm, ailem Bartın’ın köklü ailelerinden. Her şeyden önemlisi, Bartın’ı temsil etmek için buradayım. Seçimden seçime ya da sadece siyasi amaçlı değil, sık sık Bartın’a gidiyorum. Hemşerilerimle muhakkak bir araya gelip konuşuyoruz. STK’lara, esnafa, pazaryerlerine ve köylere ziyaretler yapıyorum. Çoğu milletvekiline göre daha ulaşılabilir olduğumu düşünüyorum.
Bölgemizde çok sayıda çalışmamız var, ancak ben işbölümüne inanıyorum. Herkes işini iyi bilir, ona odaklanırsa daha güzel sonuç alırsınız. Bartın’da özel konuların haricinde özellikle kadın, genç ve çevre konularıyla ilgileniyorum. Milletvekili olarak yasama ayağındayım. Dolayısıyla yaptığımız projelerden verim alabilmek için belediyelerle işbirliğine ihtiyacımız var. Bu anlamda Amasra Belediyesi’yle güzel bir dayanışma içerisindeyiz. Orada kurulmaya çalışılan termik santral projesi örneğin, biz bu santrali Amasra gibi turizmin gözdesi olması gereken bir yerde istemiyoruz. Bu konuda yalnız belediyeyle değil, çeşitli STK’larla da işbirliği içerisindeyiz. Çevre konusu Bartın için oldukça önemli. Bartın’ın dünya standartlarında doğal güzelliği var. Bu yüzden Bartın Irmağı’na yapılacak maden ocaklarına da karşı çıktık.
Yaşadığımız son sel felaketinden sonra Bartın’ın Ulus ilçesindeki köyler zor günler geçirdi. O süreçte zaten Bartın’daydım. Ekibimle köy köy, mahalle mahalle gezdik. Eksikleri ve hasarları belirledik, vatandaşın mağduriyetine bizzat şahit olduk. Belirlenen eksikleri gerek parti örgütümüzün gerek diğer belediyelerimizin yardımlarıyla gerek kişisel çabalarımızla gidermeye çalıştık. Hâlâ çalışıyoruz. Selin açtığı yaralar sarılmış değil.
Bahsetmek istediğim bir başka proje var. Her ne kadar henüz bireysel düzlemde ilerlese de, önemsediğim bir konu. Bartın’da meşhur tel kırmamız vardır. Çok emek isteyen, kıymetli, eski bir el sanatıdır. Hem bu sanatın yaşaması hem de Bartın kadınlarının istihdamı için kadın girişimcileri ve kooperatiflerini bu konuda destekliyoruz. Bunun gibi yine yerel sanatların bilinirliğinin artırılması için başka çalışmalarımız da mevcut. Benim özel olarak ilgilendiğim yine Amasra Belediyesi üzerinden yürüttüğümüz kadın kooperatifi çalışmamız da var. Dediğim gibi bu çalışmaların istenen sonuçları verebilmesi için belediye desteği çok önemli. Yalnız bu çalışmalar da yetmez, örneğin istihdam ve çevre sorunu için daha temele inen projeler geliştirmemiz lazım. Bu anlamda hem Bartın halkıyla hem de çalışma arkadaşlarımla sık sık biraraya geliyoruz.
Kadınlara ve gençlere yönelik çalışmalarınızın yanı sıra yerel kalkınmaya odaklı faaliyetleriniz de var. Kadınların ve gençlerin toplumsal alanda yaşadıkları sorunlara çözüm üretmek için yapılacak çalışmaların ve projelerin içeriği sizce nasıl olmalı? Bu konuda yerel yönetimlerin alacağı inisiyatifler nelerdir? Yerel kalkınma odağında kadınlar ve gençler için neler yapılmalı?
AYSU BANKOĞLU: Milletvekili olarak işin yasama ayağındayız. Daha ziyade yasamadan kaynaklı sorunlar üzerinde çalışırız. Bu, yerel kalkınmaya kafa yormayacağız demek değildir. Aksine, yerel kalkınma bizim nihai hedefimiz aslında. Ancak bunun için asıl yetkili olanlar, belediyeler ve yerel yönetimlerdir. Yerelde reel bir kalkınma için önce yerel yönetim, sonra yasamayı temsilen milletvekili, kamu yönetimi dahilinde vali ve kaymakam bir arada çalışmalıdır.
Bu konuda eksik olduğumuzun altını çizmeliyim. Son yirmi yıldaki kutuplaşma, maalesef ülkenin kalkınmasını, yereldeki gelişmeleri ve potansiyeli sekteye uğratacak seviyeye geldi. Herkes partisine göre iş yaparsa olmaz. Bence siyasetin nihai amacı, ülkenin menfaatidir. Ülkenin menfaatine olan bir konuda, şu parti bu parti meselesine girilmemesi gerekir. Üzülerek söylüyorum, partili siyaseti artık kamu görevlilerimizde dahi görüyoruz. Sırf kendi partilerinden değil diye projelerin desteklenmediğine şahit oluyoruz. Bu durum çok üzücü.
Kadınlar ve gençler özelinde istihdamın en önemli problem olduğunu düşünüyorum. Genç işsizliği o kadar artmış durumda ki, üç gençten biri yurtdışına nasıl çıkarım diye düşünüyor. Ülkemiz genç potansiyelini kullanamıyor. %30’larda seyreden genç işsizliği var. Beyin göçü her geçen yıl geometrik olarak artıyor. Mesela Bartın gibi küçük kentlerdeki gençler büyük kentlere göçüyor. 50 yıldır bu böyle. Hükümet tersine göç üzerine projeler yaptı, ama hiçbir sonuç alamadılar. Her köşeye bir üniversite açmakla eğitimin kalitesini baltaladılar. Sorunu üniversitelerin sayısını artırarak çözebileceklerini sandılar. Oysaki önemli olan, niteliktir. Daha çok üniversite açarak sadece kendi sermayelerine para kazandırdılar, istihdam hiçbir şekilde artmadı. Bu üniversitelerden mezun olan gençler işsiz kaldı. Kadınlar için de istihdam çok önemli. Hükümet işsizliğin faturasını kadınların çalışmasına bağlayacak kadar acınası bir durumda. Hâlbuki ekonomik özgürlüğü olmayan bir kadın güçlü olabilir mi? Güçlü kadın, güçlü toplumdur. Bu, böyledir. Bu nedenle yapılacak çalışmalarda ve projelerde muhakkak kadın ve genç istihdamı amaçlanmalıdır.
Bu konuda yerel yönetimler ne yapabilir? Aslında yerel yönetimlerin yapabileceği çok şey var. Belediye işe alımlarında liyakatin olmadığına ilişkin eleştiriler var. Bu konuda en azından CHP’li belediyelerin ne kadar özenli olduğunu milletçe izliyoruz. Bu ülke, büyükşehirlerden ibaret değildir, yerel yönetimlerin kendi bölgelerindeki potansiyeli açığa çıkarması, devletin de buna destek olması gerekir. Bu konuda Almanya güzel bir örnek oluşturur. Ülkenin çeşitli bölgelerinde farklı ekonomik alanlar geliştiğinden nüfus ülke geneline denk bir şekilde yayılmıştır. Türkiye coğrafyası Almanya’dan daha geniş, ancak nüfusları eşit. Buna rağmen Berlin nüfusu 3.5 milyonken, İstanbul nüfusu 16 milyona yaklaşmış durumda. Cumhuriyetin kuruluş döneminde bu konuda yapılan çalışmalar var. O çalışmaları güncelleyip tekrar yürürlüğe koymamız lazım.
Türkiye 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Bir hukukçu olarak çekilme kararını etkileri ve sonuçları bağlamında değerlendirir misiniz? Sözleşmeyle birlikte kadına yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin önlenmesi açısından elde edilen kazanımlar sizce ne olacak?
AYSU BANKOĞLU: Bu konu bu yıl, hatta vekilliğim boyunca canımı sıkan konulardan biri. Çok üzgünüm.
Cumhurbaşkanlığı sistemi dedikleri ucube sisteme göre bile sözleşmeden çıkış usulü hukuksuz. Bunu hukuku, hukuk nosyonunu bilen herkes kabul ediyor, ama Danıştay’ın kanaati aksi yönde. Gerekçesini hâlâ bekliyoruz. Bulunduğumuz sistemde cumhurbaşkanı ancak kendi yetkisi dahilinde karar ve kararname yayınlayabilir. İstanbul Sözleşmesi, Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca TBMM tarafından onaylanarak oybirliğiyle yürürlüğe giren, insan haklarına ilişkin uluslararası bir sözleşme. Yeri geldiğinde kanundan bile üstün. Yetkide paralellik gereğince bu sözleşmeden ancak onu onaylayarak yürürlüğe sokan TBMM çıkabilir. Diyorlar ki, yürürlüğe cumhurbaşkanı soktu. Nasıl? Cumhurbaşkanının TBMM’nin onayladığı bir sözleşmeyi yürürlüğe koymama gibi bir inisiyatifi yok ki. Onaylanan bir sözleşmeyi yürürlüğe koyması, Resmi Gazete yayını gibi bir şey. Yürütme denebilecek bir yetki kullanımı yok burada. Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararıyla üzerine vazife olmayan bir konuda, usulüne uymayan bir iş yapmıştır. Böyle önemli bir konuda bir gecede karar yazıp sözleşmeden çıkamazsınız. Bu, hukuk devletiyle bağdaşmaz.
Söylenecek söz çok, ama artık minareyi çalarken kılıfına bile uydurma sorumluluğu hissetmiyorlar. Bu, korkunç bir şey. Kanundan bile üstün bir sözleşmeden bir gecede, bir kararla çıkan kişi, yarın Medeni Kanun’u, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni ya da kadınlara ilişkin çok önemli bir kazanım olan 6284 sayılı kanunu -ki onun da temeli İstanbul Sözleşmesi’dir- da pekâlâ lağvedebilir. Ben buradan bunu anlıyorum.
Gerçekten endişeleniyorum. Kadına şiddete sıfır tolerans demekle olmuyor, sözleşmeden çıkılmasıyla beraber hükümet diğer konularda olduğu gibi kadın politikaları konusunda da samimiyetini ve inandırıcılığını tamamen kaybetmiştir. Kadına yönelik şiddetle mücadele için kurulan -bizim sonrasında ayrıldığımız- alt komisyonda açık açık 6284 sayılı kanunun da değişebileceğine, değişmesi gerektiğine dair talepler duyduk. Bunlar basına yansıdı. Hiçbir hükümet yetkilisi de yalanlamadı ya da bu talepleri ayıplamadı. Ancak şu var, bu ülkede kadınlar hep güçlüydü, ama şimdi hiç olmadığı kadar güçlü. Çünkü örgütlüyüz. Biz sözleşmeden çıkılmasını doğru bulmuyoruz, kabul etmiyoruz. Biz derken sadece CHP’den de bahsetmiyorum. Çok açık söylüyorum, hükümetin kendi içerisinde de bazı kadın arkadaşlarımız var, onlar da İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını doğru bulmuyor. Hükümet ya kısa zamanda bu hatasından dönecek ya da biz iktidara geldiğimizde İstanbul Sözleşmesi geri gelecek.