YÜKLENİYOR
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen Belediye Gazetesi’ne görüşlerini aktardı.
Kuru Tarım Canlandırma Projesi’nden bahseder misiniz? Projenizin amacı nedir?
YILMAZ BÜYÜKERŞEN: Öncelikle kuru tarımın ne olduğuna dair bilgi vermek isterim. Tarla tarımının üç uygulama türü vardır: Kuru, sulu ve nemli tarım. Kuru tarım, yıllık yağışın 400-500 mm.’den az veya yıllık yağış ortalamasının düzensiz olduğu, bitki vejetasyon süresinde 200-250 mm. yağış düşen yerlerde uygulanır. Yağış suyu toprakta biriktirilir, fazla su istemeyen bitkiler kullanılır ve sulama yapmadan bitki yetiştirilir.
Çöller, tarım dışı alanlar kabul edildiğinde, kara alanlarının %10’u, yani 15 milyon kilometrelik alan su yetersizliği yaşıyor. Kuraklık, yıllık yağışın, yıllık toplam buharlaşmadan az olmasıdır. Mevsimsel kuraklık yaşanan yerlerde sulamayla pek çok ürünün tarımı yapılabilir. Kurak bölgelerde ise, toprakta nem biriktirerek tarım yapılabilir. Yıllık yağışın bir kısmının buharlaşması önlenerek, toprağın nemli kalması sağlanarak tahıl tarımı yapılabilmektedir. Bu sisteme, “kuru tarım” adı verilmektedir.
Kuru Tarım Canlandırma Projesi’nin amacı, küresel ısınmaya bağlı olarak yağışların azaldığı, kuraklık gerçeğiyle karşı karşıya olan ülkemizin kuru tarım modelini uygulamaya başlamasıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de tohum ıslah çalışmalarının başladığı yer Eskişehir’dir. Türk tarımına katkıda bulunan Sayın Ali Numan Kıraç, Atatürk’ün emriyle ABD’ye gitmiştir ve orada incelemelerde bulunmuştur. Türkiye’ye döndükten sonra Eskişehir’de “Kuru Ziraat Deneme İstasyonu” kurmuştur ve Türkiye’nin ihtiyaçlarına uygun bir tarım modeli geliştirmiştir. Eskişehir, tarım kültürünün şekillendiği bir kent olmuştur. Bu üretim modeli sayesinde tarımsal üretim artmıştır. Biz, yaklaşık 100 yıl önce mayalanan bu kültürü yeniden canlandırmak, çiftçilere kuru tarımın önemini anlatmak istiyoruz. Kırsal alanların varlığının sürdürülmesi, kır yoksulluğuyla mücadele edilmesi ve ana besin kaynağı olan buğdayın korunması açısından değerli olan bu tarım modelini belediyemize ait 1.000 dekarlık alanda kullanıyoruz, bu alana buğday ekiyoruz. Atıl durumdaki arazileri değerlendirmek amacıyla bu arazileri ekiyoruz, elde ettiğimiz ürünlerle çiftçilere destek oluyoruz. Amacımız, artan maliyetler karşısında zorlanan üreticilerin üretmeye devam etmesini sağlamak.
Projenin hazırlık süreci, kapsamı, içeriği, hedef kitlesi, bölgeye ve Eskişehir’e katkısı hakkında bilgi verir misiniz?
YILMAZ BÜYÜKERŞEN: Mülkiyeti belediyemize ait olan 1.000 dekarlık alana kuru tarım modeliyle buğday ekiyoruz. Hedefimiz, ata tohumlarını toprakla buluşturmak, Türkiye’yi buğday ithal eden ülke konumundan çıkarmak. Karakılçık buğdayı tohumlarının yetiştirilmesinde ve ulaştırılmasında İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ve Sayın Tunç Soyer’e bir kez daha teşekkür ediyorum.
Türkiye, iki-üç ülkeyi daha rahatlıkla doyuracak tarım topraklarına sahip. Önemli olan, yıllık yağış ortalaması normalin altında kalan ve düzensiz yağış alan tarım arazilerinden en yüksek verimi alabilmek. Bu kapsamda sadece Eskişehir’e değil, ülkemize katkıda bulunmak için çalışıyoruz. Kuru tarım modeliyle üretim çalışmalarımız başarılı olursa, bu modeli ülke çapında uygulayabiliriz. Ülkenin tarım politikasını elbette belediyeler belirlemeyecek. Biz, örnek bir modeli uygulamaya çalışıyoruz. Bu amaçla geçtiğimiz günlerde Eskişehir’de önemli bir sempozyum düzenledik. Sempozyuma yurtiçinden ve yurtdışından uzmanlar, akademisyenler katıldı. Sempozyumun, Türkiye tarımının yeniden yapılanması sürecine katkıda bulunacağını düşünüyorum. Tarım Gıda Etiği Derneği (TARGET) işbirliğiyle iki gün süren “Kuru Tarım, Yeniden” adlı uluslararası sempozyuma ev sahipliği yapmaktan onur duydum. Sempozyumun açılışına, CHP Genel Başkan Tarım Politikaları Başdanışmanı, PM üyesi ve Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, CHP Eskişehir Milletvekili Jale Nur Süllü ve Utku Çakırözer katıldı. Onur konuğumuz ise, Türkiye’de kuru tarımın ortaya çıkmasını sağlayan Sayın Ali Numan Kıraç’ın oğlu Sayın İnan Kıraç'tı. Biliyorsunuz, Ali Numan Bey’e “Kıraç” soyadını Atatürk vermiştir. Tarım ve Gıda Etiği Derneği Başkanı Prof. Dr. Cemal Taluğ, sempozyumun açılış konuşmasını yaptı. Sempozyumun ikinci gününde, Ali Ekber Yıldırım, “İklim Krizi, Su Sorunu ve Kuru Tarım” başlıklı sunum yaptı. Uluslararası Kurak Alanlarda Tarımsal Araştırma Merkezi (ICARDA) Fas Ofisi’nden Dr. Mina Devkota-Wasti, “ICARDA'nın Kuru Tarım Alanındaki Agronomi Çalışmaları”, Uluslararası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi (CIMMYT- Meksika) Küresel Buğday Programı Direktörü Dr. Hans-Joachim Braun da “Yarı-Kurak Alanlarda Buğday Islahı ve Geleceğe Bakış” konularında sunumlarını gerçekleştirdi. Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İrfan Özberk başkanlığındaki oturumda ise, BM FAO Türkiye Bozkır Ekosistemlerinin Korunması ve Sürdürülebilir Yönetimi Projesi Ulusal Proje Koordinatörü Nihan Yenilmez Arpa, “Anadolu’nun Bozkırları ve Bozkırda Yaşam”, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yusuf Ersoy Yıldırım, “Yağışa Bağlı Tarımda Toprak Suyunun Korunması” konularında sunum yaptı. Sempozyumun son oturumunda, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi, ünlü arkeolog Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, “Anadolu’da Tarımın Başlangıcı ve Çeşitlenerek Yaygınlaşma Sürecinin Toplumsal Düzene Yansımaları”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Erdem Denk de “Ne Ekersek Onu Biçiyoruz: Bir Eşit(siz)lik Aracı Olarak Tarım” konularındaki sunumlarını paylaştı. Katılımcıların listesi bize gösteriyor ki, kuru tarım modeli hâlâ dünyanın dikkatini çekiyor.
Projeyi planlarken bütçe, yatırım, kaynak ve mevzuat açısından herhangi bir zorluk yaşadınız mı? Yaşadıysanız, bu zorlukları aşmak için hangi çalışmaları yaptınız?
YILMAZ BÜYÜKERŞEN: İstediğimiz bütçeyi elbette ayıramıyoruz. Çünkü belediyelerin farklı alanlarda hizmet sunmak ve proje üretmek gibi sorumlulukları var. Kentin altyapısıyla üstyapısında, yollarında, sokaklarında, suyunda, yeşil alanlarında, vatandaşların hayatında 7/24 biz varız. Az ve sınırlı bütçelerle önemli işler yapılabileceğini gösteriyoruz. Belediyemizin kırsalda atıl durumda arazileri var. Bu arazilerin üretime kazandırılması için projeler yapıyoruz. Atıl durumdaki arazilerde buğday, çavdar, yulaf üretiyoruz, yerli tohum temin ediyoruz, çiftçilere ücretsiz hayvan yemi dağıtıyoruz. Çalışmalarımıza 2017 yılından bu yana devam ediyoruz. Tarımsal üretimi ve ipekböcekçiliğini geliştirmek için dut fidanı, lavanta gibi ürünlerle çiftçilere destek verdik. Küçükbaş ve büyükbaş hayvan desteği sağladık. Bu süreçte mevzuat açısından sorun yaşamadık. Tarımı destekleme projelerimizi çeşitlendireceğiz.
Türkiye, 20 yıl öncesine kadar tarımsal üretimde kendine yeten altı-yedi ülkeden biriydi. Ancak son yıllarda bu özelliği yitirdik. Yurtdışından buğday ithal etmeye başladık. Mercimek, fasulye, sarımsak, hatta saman ithal ediyoruz. Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş gösterdi ki, ileride belki de paramızla satın alacak tarımsal ürün bulamayacağız. Kimse kimseye ürün satamayacak hâle gelecek. İşte o zaman, betonlaştırdığımız verimli tarım arazilerine bakıp pişman olmak işe yaramayacak. Karnınızı, insanınızı buğdayla doyurabilirsiniz, ama betonla doyuramazsınız. İnsanlık, tarımsal üretimle birlikte gelişmeye, yeni uygarlıklar, medeniyetler kurmaya başladı. Umarım böyle bir süreç tersten yaşanmaz.