"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Demir: “Sürdürülebilir kalkınmanın formülü döngüsel ekonomidir”

  • 28 Kasım 2022
DCube Sürdürülebilirlik ve Döngüsel Ekonomi A.Ş. kurucu ortağı Başak Demir Belediye Gazetesi’ne görüşlerini aktardı.

Kapitalizm, üretim ve tüketimde doğrusal ekonomi modelinin devamlılığını esas alıyor. Doğal kaynakları hızlıca tüketen, sağlıklı çevreyi ve kentsel yaşamı tehdit eden doğrusal ekonomi yerine döngüsel ekonomi neden tercih edilmeli? Sürdürülebilir kalkınma amaçlarına ulaşılabilmesi için döngüsel ekonomi modeline geçiş sürecinde geliştirilecek politikalarda hangi unsurlar ön planda tutulmalı?

BAŞAK DEMİR
: İklim değişikliği ve ekosistem dengesinin bozulmasıyla birlikte gün geçtikçe aşırı meteorolojik olayları ve anormallikleri konuşuyor, yaşıyoruz. Sanayi Devrimi’nden bugüne kadar insan faaliyetleri sonucunda atmosferde yoğunluğu artan sera gazları, son 150 yılda dünyanın sıcaklığının 1.1 derece artmasına sebep oldu. Küresel ısınmayla birlikte ekolojik dengenin bozulması, hortumlar ve şiddetli fırtınalar, kasırgalar, beklenmeyen dolu ve donlar, yağış ve seller, yangınlar, soğuk ve sıcak hava dalgaları gibi aşırı hava olayları artıyor, çoklu ve eşzamanlı yaşanıyor.
 
Aşırı meteorolojik koşullar sonucu ortaya çıkan su krizi, su seviyesinde yükselmeye, farklı bölgelerde kuraklığa ve çölleşmeye, insan sağlığını ve canlı türlerini tehdit eden hava, plastik ve su kirliliğine, biyo-çeşitlilik kayıplarına, mahsul kıtlığına, gıda güvenliği riskleri de, aşırı yoksulluğa, kitlesel göçlere, savaşlara ve can kayıplarına sebep oluyor.

Aşırı doğa olayları sonucunda son 20 yılda dünya genelinde 4.2 milyar kişi 7.348 büyük çaplı afetten etkilendi. 1.23 milyon kişi bu afetler sonucu hayatını kaybetti. 2000-2019 yılları arasında gerçekleşen bu afetler sonucunda 2 trilyon 961 milyar dolar tutarında ekonomik zarar söz konusu oldu.

Türkiye’de 2017-2021 yılları arasında ortalama yaz sıcaklıkları, 1986-2005 yılları arasındaki küresel ortalama sıcaklık artışı olan 0.3 °C’den 1°C daha fazla oldu. Türkiye’de sıcaklıkların, doğu ve orta kesimlerde 2.5 °C, kıyılarda da 1.5 °C artması bekleniyor. Yoğunluklu olarak Ege ve Akdeniz Bölgeleri’nde yaşanan 2021 yılındaki orman yangınları, 2020 yılına göre %450 daha fazla. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün yayınlandığı kuraklık haritalarına göre Türkiye şiddetli kuraklıkla karşı karşıya. Ülkemizdeki doğal afetlerin yaklaşık %30’unun sellerle ilişkili olduğunu da unutmamak lazım. Türkiye’de 1930-2020 yılları arasında 2.000’in üzerinde sel yaşandı.

1880 yılından bu yana 1.1 derecelik sıcaklık artışının 0.5’i ise yalnızca son 30 yılda gerçekleşti. Paris İklim Anlaşması’yla küresel ısınmanın sanayileşme öncesi döneme göre 2 °C’yle sınırlandırılması ve mümkünse 1.5 °C’ye kadar düşürülmesi hedefleniyor. Sıcaklık artışını 1.5 °C’yle sınırlamanın küresel riskleri ve çevresel bozulmanın etkilerini önemli ölçüde azaltacağı görüşü kabul edilse de, 1.1 °C’lik artış sonucunda yaşanan çoklu krizlerle bile hiçbir ulus ve kent mücadele etme yetisine sahip değil. Nitekim, bu sorunla mücadele için geçtiğimiz hafta Şarm El-Şeyh’te gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı COP-27’de BM üye ülkeleri, iklim krizi kaynaklı risk ve afetlere karşı kayıpve zarar fonu oluşturmaya karar verdi.

Küresel iklim gündeminde ekosistemin bozulması ve çoklu krizler yer alıyor. Çok hızlı bir şekilde çevresel bozulmanın durdurulması gerekiyor. “Sürdürülebilirlik, kurgulanan bir sistemin, bir tasarımın, çevresel, sosyal ve ekonomik dinamiklerle uyum içerisinde uzun vadeli olarak işlevsel hâlde kalabilmesi, değerini koruyabilmesidir.” Ancak mevcut sistem, gezegenimizin ve insan uygarlığının devamlılığını sağlayacak bir yapıda değil, kaynakları gelecek nesillere de bırakacak şekilde dengeli tüketmediğimiz gibi, yeryüzünün kendi kendini onarmasına ve yenilemesine de izin vermiyor.
İnsanların ekosistemden talep ettikleriyle ekosistemi oluşturan doğal kaynaklar arasındaki karşılaştırmaya “ekolojik ayak izi” diyoruz. Ekolojik ayak izi, insanın gezegendeki ekosistemler üzerindeki etkisini ölçmek için kullanılan temel bir sürdürülebilirlik göstergesi. Bu kavramla canlıların gezegene yaptığı baskı, ayak izi kavramıyla simgeleştirilmiştir.

Farklı ülkelerin ekolojik etkisi tabii ki farklılık gösteriyor. Ancak genel bir bakışla, dünya nüfusunun %72’sinin biyolojik kapasite açığı olan (ürettiği doğal kaynaktan daha fazlasını tüketen) bir ülkede yaşadığını söyleyebiliriz. Bir fincan kahvenin üretimi için 140 litre, bir pamuklu t-shirt için 2.720 litre su harcanırken mevcut sistemle aksi nasıl olabilir ki?

“Al-kullan-at” sistemi, hammaddeyi ürüne dönüştürüp, hızla tüketip, atık, yani çöp oluşumuna sebep olan sisteme biz doğrusal (lineer) ekonomi diyoruz. Mevcut sistem, yani doğrusal ekonomi sistemi, uzun vadede işlevsel kalamaz, değerini koruyamaz hâle geldi. Bu sistemde talep arttıkça, hammadde/kaynak çıkarımı da aynı oranda artmış, kullanım ömrünü tamamlamış ürünler yeniden değerlendirilmek yerine maalesef işlevsiz hâlde bırakılmıştır.  

Kaynak çıkartmanın maliyeti son 20 yılda üç kattan fazla artsa da, kullanılan malzemenin (mineraller, metaller, fosil yakıtlar ve biyokütle) yaklaşık sadece %10’u yeniden kullanıma sunulabilmiştir. Kaynakların etkin kullanımı için gerekli önlemler alınmazsa, metaller, biyokütle, mineraller vb. kısıtlı kaynaklara olan talep katlanarak artacaktır.

İnsan faaliyetlerinin doğa üzerindeki etkileri, nüfusun 1950-1987 yılları arasında hızla artmasıyla ikiye katlandı. İnsanlığın toplam ekolojik ayak izi, 1.75 dünya değerinde. 2020 yılında gezegenimizdeki bugüne kadar birikmiş insan yapımı tüm nesne ve malzemelerin toplam kütlesi, gezegenimizde yaşayan tüm canlıların biyokütle miktarını aştı.

Kısa süre kullandığımız eşyalar/ nesneler için toprağı kazıp, tüketim alışkanlıklarımızı karşılayacak kaynak ve malzemeyi elde etmek için neredeyse iki dünya tüketiyoruz. Bu hızla üretip tüketmeye devam edersek, 10 milyonluk toplam nüfusla 30 yıl gibi yakın bir sürede üçüncü bir dünyaya ihtiyaç duyacağız.

İnsanlığın doğadan talep ettiği kaynakları yenilemek için 1.75 dünyalık biyolojik kapasiteye ihtiyaç var. 2022 yılında “Dünya Limit Aşım Günü” 28 Temmuz’du. Dünyanın bir yılda ürettiği yenilebilir doğal kaynakları yılsonundan 156 gün önce tükettik.  Ülkemizin bize sunduğu kaynakları ise, bu yıl 22 Haziran’da geride bıraktık.

Dünya Limit Aşım Günü’nü her yıl altı gün geciktirebilirsek, 2050 yılından önce tek bir gezegenin kaynaklarıyla yetinebilir noktaya gelebiliriz.  Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC’nin küresel ısınmayı 1.5 ºC’yle sınırlamaya yönelik senaryosunu tutturmak için limit aşım tarihini her yıl 10 gün ileri kaydırmamız gerekiyor.

Bu hedefle, BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın da işaret ettiği doğrultuda, madde ayak izinin azaltımı, doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi, sürdürülebilir üretim ve tüketim, sürdürülebilir sanayileşme, kaynak verimliliği, yenilikçilik, temiz ve çevresel açıdan daha sağlam teknolojilerin kullanımı, katma değer birim başına karbondioksit emisyonu azaltımını hızlandırarak, ekonomik büyümenin çevresel bozulmadan ayrıştırılması için döngüsel ekonomiye hızlı bir geçiş yapmaya ihtiyaç duyuyoruz.

Mevcut doğrusal ekonomi, yani “al-kullan-at” sisteminde, hammaddeyi ürüne dönüştürdükten sonra hızla tüketip, atık, yani çöp oluşumuna sebep olduğu için hava, su, toprak hızla kirleniyor, gezegenimizin sunduğu kaynakların hızla tükenmesine karşın dünya kendi kendini yenileme becerisini kaybediyor.

Doğadaki döngüselliği kopyalamaya çabalayan döngüsel ekonomide temel prensip, kaynakların mümkün olduğunca yeniden kullanımının sağlanması, kullanımın uzun ömürlü ve dayanıklı olması, atık kavramının da en aza indirilmesidir.  Böylece sistemde her şey en etkin şekilde kullanılmaya ve değer yaratmaya devam edecektir.

Döngüsel ekonominin dokuz temel süreci vardır. Döngüsel tasarımla malzemenin döngüden çıkmamasını %80 oranında gerçekleştirebiliriz. Sistemde her şeyin en etkin şekilde kullanılmaya ve değer yaratmaya devam edebilmesi için hammaddenin topraktan çıkarılışından itibaren tedarik, üretim, dağıtım, tüketim ve geri toplama süreçlerinin her aşamasının bu süreçler düşünülerek yapılandırılması gerekmektedir.

•    Ürünün kullanımından vazgeçebiliyor muyuz?
•    Ürünün kullanımını paylaşım modelleri, yeniden kullanımla daha fonksiyonel hâle getirebiliyor muyuz?
•    Daha az kaynak ve malzeme kullanarak imal edebiliyor muyuz?
•    Hâlâ iyi durumda olan bir ürünü, tasarlandığı amaç için yeniden kullanabiliyor muyuz?
•    Arızalı ürünün orijinal işleviyle kullanılabilmesi için bakımını yapabiliyor muyuz? Tamir edebiliyor muyuz?
•    Eski bir ürünü belirli bir kalite düzeyinde yenileyip kullanılabilir hâle getirebiliyor muyuz?
•    Atıl bir ürünün parçalarını aynı işleve sahip bir üründe kullanabiliyor muyuz?
•    Atıl bir ürünü veya parçalarını farklı işlevlere sahip yeni bir üründe kullanabiliyor muyuz?

Bu soruları değerlendirdiğimizde, cevabımız hâlâ hayır ise, son çaremiz geri dönüşüm olmalı.

Türkiye’de döngüsel ekonomi modelinin toplumsal yaşamın odağına yerleştirilmesi amacıyla neler yapılmalı?

BAŞAK DEMİR:
Döngüsel ekonomiye geçişin hızlandırılması, farklı paydaşların katılımıyla mümkün olabilir. Bireysel farkındalığın sistemsel dönüşümü etkilediğini siz de fark ediyor olabilirsiniz. Çok çeşitli aktörler, iklim kriziyle mücadele yolunda harekete geçmiş durumda. Bireysel davranış değişikliğini toplumsal bir tutuma dönüştürme çabası sürüyor. Uluslararası ve bölgesel tutumlar da üretim ve ticaret süreçlerini dönüştürmeye başladı.

Örneğin, Paris Anlaşması’nı müteakiben AB, 2050 yılında iklim-nötr kıta olmayı hedeflediğini açıkladı. Olumsuz çevresel etkisini ortadan kaldırmak amacıyla AB’nin 2019 yılında ortaya koyduğu Avrupa Yeşil Mutabakatı hem bir iklim politikası hem de bir ekonomik dönüşüm programı. AB, tüm politikalarını iklim değişikliği ekseninde yeniden şekillendireceğini ve sanayisinin dönüşümünü gerektiren yeni bir büyüme stratejisi benimseyeceğini belirtiyor. Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamındaki eylemler, enerji, ulaşım, sanayi, finans, inşaat ve tarım dahil olmak üzere AB ekonomisini yeniden şekillendirecek ve her geçen yıl ivme kazanacak yeşil dönüşümün temelini oluşturuyor.

AB’nin Yeşil Mutabakatı AB’ye üye ülkelerin yanı sıra Türkiye de dahil olmak üzere AB’yle işbirliği ve ticaret yapan ülkeler için çok ciddi ve kapsamlı bir dönüşüm içeriyor. Özellikle AYM’nin ticaret kanalı üzerinden ortaya koyduğu “Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması ve Döngüsel Ekonomi” uygulamalarına adaptasyon, Türkiye endüstrisinin AB pazarındaki mevcudiyetinin sürdürülebilirliği ve rekabet gücü açısından kritik. Ülkemizin dış ticaretinin %41’lik kısmının AB’ye olması sebebiyle Türkiye endüstrisinin alarm verdiğini söyleyebiliriz. 1 Ocak 2023 itibarıyla sınırda karbon vergisi düzenleme sürecinin üç yıllık geçiş dönemi başlayacak. Sonrasında da Avrupa pazarına sunulacak ürünlerin, içerdikleri karbon yoğunluğuna bağlı olarak vergilendirilmesi öngörülüyor. Ayrıca AB Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’yla belirlenen düzenlemeler doğrultusunda Avrupa pazarına ihraç edeceğimiz ürünlerin, kaynak verimliliği, düşük karbonlu üretim gerekliliği, dayanıklılığı ve satış sonrası yükümlükleri gibi yüksek standartlarla uyumlu olması gerekiyor.

AB Yeşil Mutabakatı, ülkemizin döngüsel ekonomiye geçişini hızlandırmada tetikleyici güç oldu. Bu doğrultuda, ülkemizdeki bu dönüşümün şaşırtıcı bir şekilde üretimin baş aktörlerinin, sanayicilerin ve ihracatçıların öncülüğünde gerçekleşeceğini düşünüyorum. Döngüsel tasarımlı ürünlerin artışıyla sürdürülebilir ürünlere erişimin ucuzlaması ve arz-talep dengesinin oluşması neticesinde sürdürülebilirliğin toplumsal yaşamın odağına yerleşeceği görüşündeyim.

DCube Sürdürülebilirlik ve Döngüsel Ekonomi A.Ş.’nin kurucularındansınız. DCube, tarım, gıda, enerji, tekstil, su başta olmak üzere döngüsel ekonomi modelinin uygulanması amacıyla hangi çalışmaları yapıyor? Yerelde döngüsel ekonomiyi yaygınlaştıracak uygulamaları hayata geçirirken yerel yönetimler sizce nasıl bir rol üstlenmeli?

BAŞAK DEMİR:
Biz, DCube olarak sürdürülebilir kalkınmanın formülünün döngüsel ekonomi olduğuna inanıyoruz. Beş yıl önce döngüsel ekonomiye geçişi hızlandırma hedefiyle ortak akıl ve ortak hareket için farklı disiplin ve sektörlerden girişimcilerin, yatırımcıların, profesyonellerin bir araya geldiği bir kooperatif kurduk. Ancak ülkemizin kooperatif mevzuatının ve pratiğinin getirdiği uygulama zorluklarıyla karşı karşıya kalınca bir de anonim şirket yapılandırmaya karar verdik. Kurumsal kimliğimizin A.Ş. veya kooperatif olmasının vizyon ve misyonumuzu etkilediğini düşünmüyorum, ama bugün, hızlı dönüşüm ihtiyacına daha proaktif katkı sağlayabiliyoruz.

2018 yılından bu yana uluslararası süreçleri ve AB’yi izliyoruz, Türkiye endüstrisini bu süreçlerle ilgili bilgilendiriyoruz. Sektörlerin bu süreçlerde güncel kalabilmesi ve stratejilerini bu doğrultuda geliştirebilmesi çok önemli.

Önemli bir farkındalık süreci yürüttük. İş dünyası örgütleriyle çeşitli çalışmalar yaptık. Her yıl mart ayında Hedefler İçin İş Dünyası Platformu ve SKD Türkiye’yle birlikte bir hafta boyunca süren “Türkiye Döngüsel Ekonomi Haftası” etkinliklerini gerçekleştiriyoruz. Sektörün ve endüstrilerin mevcut durumunu, ihtiyaçlarını analiz ederek yol haritaları belirliyoruz. Bu doğrultuda hem kalkınma ajanslarıyla hem de meslek odalarıyla çeşitli çalışmalar gerçekleştirdik. 2023 yılı itibarıyla yeşil OSB süreçlerini destekleyici benzer analiz ve ölçüm çalışmalarını, sonrasında da firmalarla birebir çalışarak yapılandıracağımız strateji ve eylem planlarını hayata geçirmeye hazırlanıyoruz.

İş dünyasının döngüsel ekonomi odaklı kapasitesini geliştirmek için rehberler ve eğitimler hazırladık. Şirketlerin yanı sıra meslek odaları ve organize sanayi bölgeleri işbirliğinde bu eğitimleri ulaştırıyoruz. 5 Aralık itibarıyla İstanbul Sanayi Odası ISO Akademi’yle 1.5 ay sürecek Döngüsel Ekonomi Mini-MBA Programı’nı hayata geçireceğiz.

Sanayicilerin yanı sıra döngünün kapanmasında önemli bir role sahip olan tüketicileri, yani toplumsal farkındalığı ve tutum değişikliğini desteklemek amacıyla Habitat Derneği ve Teknosa ile uyguladığımız “Yarının Farkında” projesiyle 7 ilde 22 genç gönüllü eğitmen yetiştirdik. Eğitmenlerimizle birlikte Mart 2023’e kadar eğitimlerimizi 1.500 gence ulaştıracağız.

Bu farkındalık çalışmalarında yerel yönetimlere büyük görevler düşüyor. Türkiye Döngüsel Ekonomi Haftası programında döngüsel kentler, her yıl en önemli gündem başlıklarımız arasında yer alıyor. “Yarının Farkında” eğitmenlerimiz arasında belediye çalışanları da var. Örneğin, Avcılar’da eğitimlerimize başlıyoruz. Ayrıca DCube olarak İzmir Sürdürülebilir Kentsel Gelişim Ağı’nın danışma kurulunda yer alıyoruz. Geçtiğimiz hafta Buca Belediyesi’nde tekstil sektörü odaklı bir çalışmaya içerik katkısı sağladık. İzmir’in, BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na gönüllü yerel raporlama (VLR) hazırlamasına destek verdik.

Yerel yönetimlerin iklim eylem planlarında döngüsel ekonomi odağının yer alması elzem. Yerel yönetimlerle kentlerdeki ekonomik aktörlerin, özellikle sanayici ve sanayi bölgelerinin arasındaki ilişkilenmenin hızla güçlendirilmesi gerekiyor. Ayrıca kentlerimizin Avrupa’daki ICLEI liderliğinde yürütülen döngüsel kentler süreçlerine dahil olması ve çeşitli kaynakları harekete geçirmesi de mühim.

BAŞAK DEMİR

Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisans eğitimini Nottingham Üniversitesi Uluslararası Kamu Hukuku ve Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Hukuku’nda tamamladı. 2002 yılından bu yana kalkınma odağında çok disiplinli çalışmalar gerçekleştirdi. Türkiye’nin döngüsel ekonomiye geçişini hızlandırma hedefiyle yapılandırılmış DCube’ün kurucu ortaklarındandır. TÜSİAD, TÜRKONFED ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından kurulan Hedefler İçin İş Dünyası Platformu’nun danışmanıdır, platformun yeşil dönüşüm programının geliştirilmesinden sorumludur. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Building Markets, Habitat Derneği, Sabancı Vakfı, TOBB Genç ve Kadın Girişimciler Kurulları, Avrupa Konseyi, Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi Vakfı WALD, İstanbul İklim Platformu, İzmir Sürdürülebilir Kentsel Gelişim Ağı, Denge ve Denetleme Ağı dahil olmak üzere birçok kurumda, sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen farklı programların, projelerin geliştirilmesi, uygulanması ve takip edilmesi sürecinde görevler üstlendi. Döngüsel ekonomi, dijital dönüşüm, yeşil ekonomi adaptasyonu, teknolojik yenilik ve girişimcilik, kentleşme, katılımcı demokrasi ve yönetişim, gençlik hakları ve örgütlenme, toplumsal cinsiyet eşitliği ve siyasi katılım, bilgiye erişim ve dijital uçurumun kapatılması, finansal okuryazarlık ve erişim, göç ve sosyo-ekonomik kalkınma odağında onlarca projenin geliştirilmesi ve uygulanması için çalıştı, bu alanlarda kamu politikalarının yapılandırılmasına katkıda bulundu.


Önerilen Haberler