"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Vardan: “Spor hizmetleri ayrıştırıcı değil, birleştirici olmalı”

  • 7 Kasım 2022
Gazeteci Uğur Vardan Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Türkiye’de spor çoğunlukla futbol ve futbol kültürü üzerinden tanımlanıyor. Günümüzde bu bakış açısı değişti mi? Spor medyası, spor kültürüne katkı sunuyor mu?

UĞUR VARDAN:
Bence bu sorunun birbiriyle çelişen iki yanıtı var ve ikisi de doğru. Futbolun baskın bir kültür olduğuna dair bakış açısı hâkimiyetini koruyor. Ülkenin spora ilişkin en önemli dinamikleri hâlâ meşin yuvarlağın peşinde biçimleniyor. İnsanlar, çıkışı 1800’lerin sonuna rastlayan, gelişimini 20. yüzyıl boyunca tamamlayan ve artık “endüstriyel” takısıyla birlikte ele aldığımız oyuna olan ilgi ve sevgisini sürdürüyor. Yerli ya da yabancı olsun, ligler hâlâ takip ediliyor, Avrupa kupası maçları önemseniyor. Keza millî takımlar düzeyinde de, Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası gibi organizasyonlar da. Yani bir yanıyla sevda sürüyor, bizim çocukluğumuza göre futbol, izlenme ve naklen yayınlara ulaşma açısından bambaşka reflekslere sahip. Bugün bir futbolsever artık neredeyse bütün ligleri takip etme şansını elde etmiş durumda. Uzak geçmişte diyeyim (70’ler ve 80’ler) naklen yayınlar çok azdı, Avrupa ve dünya liglerini düzenli olarak izlemek imkânsızdı, bugün parasını ödediğiniz takdirde liglerin yayın haklarına sahip olan kanallar üzerinden birçok maçı izlemeniz mümkün. Bütün bunlar, oyuna ulaşmaya dair gelinen noktanın açılımları. Bir de işin “iddaa” boyutu var, her maç üzerinden gerçekleşen bahisler de oyunun kültürel hegemonyasına bir şekilde hizmet ediyor. Bahis oynayan birçok futbolsever, geçmişte hiç tanımadığı takımlara ilişkin derinlemesine bilgiye sahip oluyor.

Öte yandan, sistem, kitlelerin gündelik dertlerini, sıkıntılarını, ekonomik çıkmazı unutma, avutma işlevini üstlenmesi açısından da futbolu kullanıyor, destek veriyor, her daim gündemde olması için bence özel çaba gösteriyor. Girişte altını çizdiğim ikili yanıtın diğerine gelince, belki gidişat futbolun açık ara önde olduğunu hissettiriyor, ama diğer sporlara yönelen genç kitlenin geçmişe nazaran daha ısrarlı, istikrarlı ve bilinçli adımlarla yol aldığı kanaatindeyim. Örneğin, basketbolda Avrupa düzeyinde zirveye ulaşan takımlar, voleybolda özellikle kadınlarda hem kulüplerde hem de millî takımlarda gelen başarılar, futbolun dışında da bir dünyanın mümkün olabileceğini zaten gösteriyor. Atletizm ve jimnastikte de tarihî başarılara imza atıldı. Okçulukta, genç sporcuların getirdiği madalyalarla gelecek kuşaklar için rol modeller ortaya çıktı. Bunlar, farklı bir spor kültürünün filizlendiğine dair emareler.

Spor medyasının bu dönüşümü doğru algıladığını düşünmüyorum. Çünkü spor medyasının içinde eski kuşaktan gelen, eskiye dair bilgiye ve görgüye hâkim gazeteciler var ve onların ezberi futbol. Bildikleri tek sporu her gün yeniden üretiyorlar ve diğer sporlara gündelik başarı mantığıyla yaklaşıyorlar. Yazılı basının klasik reflekslerine görsel basın da eşlik ediyor, her gece, her gece aynı konular, aynı meseleler, aynı çıkmaz yollar tartışılıyor.

Teknolojik, ideolojik, ekonomik faktörler, sosyal medya, toplumsal dönüşüm ve kültürel farklılaşma spor endüstrisini nasıl etkiledi?

UĞUR VARDAN:
Sorudaki tüm unsurların spor kültürüne ve reflekslerine ilişkin etkileri farklı boyutlarda oldu. Örneğin, teknoloji, maç izleme alışkanlıklarını başka noktalara taşıdı. Çok daha fazla kamerayla seyirciye sunulan, farklı açılarla ekrana taşınan sporları izliyoruz artık. Görsellik ön planda ve her bir spor müsabakası âdeta bir aksiyon filmi tadında ya da sinemasal bir yapıya sahip. Ayrıca futbola getirilen “VAR” (video assistant referee) adlı uygulama, hakem kararlarının hakkaniyetli olmasını sağladı. Bu, bizim futbolumuz özelinde sistem tarafından kollanan takımların en azından hakem kararları bazında nispeten eşit muameleye tabi tutulmasının yolunu açtı. Ekonomik faktörler her zaman önemliydi, ama yüksek transfer maliyetleri kulüplerin belini daha da büktü, “yeni dünya düzeni” içinde de takımlar, en önemli gelir kaynaklarından biri olarak forma satışlarına yöneldi. Bu da her yeni sezonda yeni tasarımlara sahip olan formaların satışa çıkarılmasına yol açtı. Geçmişte sizin taraftar olarak en fazla sadece bir formanız olurdu ve onu özel hatıralarıyla birlikte sırtınıza geçirirdiniz. Şimdi, kulübün para kazanması için her sezon piyasaya sürülen ürünleri almak boynunuzun borcu! İşin ideolojik yanında ise bence şöyle bir mesele var: Geçmişte maça gitmek en alt sınıfları da kapsayabiliyordu. Ama artık tribünlerdeki profil orta-üst sınıfa evrildi; çünkü sezonluk kombine alıyorsunuz, bunun külfetli bir maliyeti var, takım yeni transferler yapıyor, bunlar için gelir kaynaklarına ihtiyaç var. Formaydı, bayraktı, flamaydı, hediyelik eşyaydı, kombineydi derken, geçmişte amigoların dağıttığı biletlerle stada giren profil ortadan kalktı, belli bir ekonomik gücü olan taraftar modeli, yani “özel müşteri” ortaya çıktı.

Bu kabuk değiştirme sürecinde sosyal medya da önemli bir dönüştürücü oldu. Taraftarlar uzun süredir, tıpkı toplumsal hayatın diğer cephelerinde olduğu gibi, kutuplaşmış durumda. Herkes adalet istiyor, ama sadece kendi takımı için. Kulüp yönetimleri başarısızlıkların faturasını kendi kararlarına ve tercihlerine değil, “dış güçler”e, yollarına engel çıkarmak için çabalayan mihraklara (!) kesiyor. Onların dışında herkes suçlu, herkes hatalı. Bu da keskin bir kutuplaşmanın yolunu açmış durumda elbette. Sosyal medya da bu dertlerin en kısa zamanda kıyıya vurduğu alan konumunda. Taraftarlar, olası kötü gidişlerde öfke ve tepkilerini sosyal medya üzerinden ifade ediyor. Saydığım tüm etmenler eşliğinde sabırsız, sadece ve sadece başarıya, galibiyete odaklanmış bir spor kültürü ve anlayışı oluştu. Sporun doğasındaki diğer sonuçlar (beraberlik ya da mağlubiyet) onlar için kabul edilemez seçenekler. Bu da oyunun tadını çıkarmak isteyen, sabırlı, farklı bakışı ve yaklaşımı dışlayan bir ruh hâlini sürekli besliyor. Yani ortada bir endüstri var, ama problemli bir kültür ve disiplin üzerine kurulmuş bir sevdaya, altı doldurulmamış bir tutkuya dayanıyor.     

Futboldan dijital oyunlara, gündelik spor etkinliklerinden akıllı stadyumlara, e-spordan rekreasyon etkinliklerine kadar birçok alanda spor sektörü giderek büyüdü. Spor ekonomisi teoride ve pratikte Türkiye’de spor kültürünü geliştirebildi mi?

UĞUR VARDAN:
Geliştirdi elbette. Spor alanı artık önemli bir işgücü sahası. Özellikle futbol, birçok insan için en önemli geçim kaynağı. Sistemin de önemsemesiyle birlikte geniş bir yatırım alanı. Siyasi erk, bir yanıyla oya da tahvil etmek için birçok takıma yeni stadyumlar inşa etti. Bu tabii ki o yörelerde belli süreler için iş hayatını canlandırıyor. Böylesi yatırım tercihleriyle, “doğrudur-yanlıştır”ı tartışmıyorum, bu refleksle inşa edilen birçok stadın dolmadığını, maçların boş tribünlere oynandığını, ölü yatırımlara dönüştüğünü görüyoruz. Futbol çoğu kez zarar eden bir ekonomik alan olsa da, yer yer kendi yağıyla kavruluyor. Diğer sporlarda ise, hâlâ müessese takımlarının gücüyle yürüyen bir sistem var. Basketbol ve voleybolda özellikle çok çok uzun yıllardır durum böyle. Keza diğer dallarda da durum enikonu aynı. Örneğin maratonlar ve halk koşuları, birçok firmanın sponsorluğu öncülüğünde gerçekleştiriliyor. Aynı durum güreş kulüpleri için de geçerli, çocukluğumdan beri güreş camiası bu tür desteklerle ayakta duruyor.

Bence sorun spor tutkusunda değil, tutkunun yanlış yönlendirilmesinde, biçimlendirilmesinde. Bayrağı futbol taşıdığı için spora ilişkin verileri bu alan üzerinden tanımlıyor, değerlendiriyor ve yargıda bulunuyoruz. Ama toplam nüfus içinde spor yapan bireylerin sayısı çok az. Biz, sporu seyreden bir toplumuz, icra eden değil. Durum böyle olunca da işin ekonomik boyutu farklı kriterlerle belirleniyor. Bir de ülkenin yaşadığı ekonomik darboğaz kitleler için sporu icrası zor bir alana ya da önceliği altlarda yer alan bir seçeneğe dönüştürüyor.

Her yaştan ve her kesimden bireyi spora teşvik etmek, sporda tesisleşmeye önem vermek, kapsamlı spor hizmetleri ve politikaları planlamak için yerel yönetimler neler yapmalı?

UĞUR VARDAN:
Açıkçası bu konuda yerel yönetimlerin yaptığı çalışmalara ilişkin bilgilere sahip değilim, ancak teorik şeyler söyleyebilirim. Elbette yerel yönetimler doğru yatırımlarla çocukluktan itibaren spor alışkanlığının gelişimine katkıda bulunacak projeler üretebilir, gerçekleştirebilir. Kimi spor branşlarında yarışmalar, turnuvalar düzenleyebilir, etkinlik alanlarını genişletebilir. Ama son dönemde sıkça gördüğümüz bir durum vardı ki, yer yer hâlâ mevcudiyetini de koruyor, o da şu: Belediye destekli takımlar ortaya çıktı ve sporun rekabet ortamında yer aldı. Bunun yanlış bir uygulama olduğu aşikâr. Şöyle ki, Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe, Trabzonspor, Altay, Göztepe, Ankaragücü, Gençlerbirliği, Bursaspor, Kocaelispor, bu kulüpler farklı reflekslerle tarih sahnesinde yer almış, tutunmuş, bugünlere gelmiş. Bu takımların taraftarları da farklı saiklerle bu renklere gönül vermiş. Siz, böyle bir rekabet ortamına belediye takımlarını sokuyorsunuz. O kentin sakini, diyelim ki, bu geniş yelpazedeki kulüplerden birine gönül vermiş, ama kendi belediyesinin takımı, tuttuğu takımın karşısına çıkıyor, rakip oluyor. Yani “Benim vergilerimle bir takım oluşturuluyor, belediye bana hizmet etmesi gerekirken spor alanında benim tuttuğum takımın önüne bir oluşumla çıkıyor,” fikri çoğu kez gerçeğe dönüştü bu topraklarda. Dolayısıyla yerel yönetimlerin doğru, kitleleri kucaklayan, ayrıştırıcı değil birleştirici değerlere sahip olan projelerle spora katkıda bulunması gerektiğini düşünüyorum.
 
UĞUR VARDAN

İlkokulu, Zonguldak, Balıkesir ve Bursa’da, orta ve lise eğitimini, Sakarya Arifiye Öğretmen Okulu’nda tamamladı. Daha sonra İTÜ’de mimarlık okudu. Meslek hayatına Erkekçe dergisinde başladı. Arkitekt, Antrakt, Aktüel, FHM gibi dergilerde de çalıştı, Telerama, Yeni Binyıl gibi yayınlarda yazdı. Radikal gazetesinde spor şefliği ve sinema yazarlığı yaptı. 2014’ten beri çalıştığı Hürriyet gazetesinde de editörlük, sinema ve spor yazarlığı görevlerini üstlendi.


Önerilen Haberler