"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Süllü: “Toplumsal cinsiyet eşitliği devlet politikası olmalı”

  • 28 Şubat 2022
CHP Eskişehir Milletvekili Jale Nur Süllü Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Sizi tanıyabilir miyiz? Siyasete giriş nedeniniz neydi?
JALE NUR SÜLLÜ:
CHP’liliği İsmet İnönü dönemine uzanan, Eskişehir’de uzun yıllar il başkanlığı yapan avukat bir babanın ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak siyasetin olmazsa olmaz olduğu bir ailede, Eskişehir’de doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Eskişehir’de tamamladıktan sonra AFS Uluslararası Değişim Programları bursuyla ABD’de lise son sınıfı okudum. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldum ve Anadolu Üniversitesi’nde çalışmaya başladım. Anadolu Üniversitesi’nde yüksek lisans, Marmara Üniversitesi’nde İletişim Bilimleri doktorası yaptım.

Türk Kültür Vakfı İl Temsilciliği, Huzur Evi Yönetim Kurulu, Türk Eğitim Vakfı Müteşebbis Heyeti, Kızılay Yönetim Kurulu Genel Sekreterliği görevlerini üstlendim. Kadın Platformu’nda ana sınıfı tefrişatları, Kadın Sığınma Evi, Zihinsel Engelli Kadınlar Merkezi, Sokak Çocukları Merkezi, Dünya Bankası Proje yarışmasıyla “Genç Kızların Eğitilerek Sosyo-Ekonomik Yaşama Kazandırılması” projesiyle Emek Sosyal Hizmetler Tesisi’nin hayata geçirilmesine yönelik çalışmaları yürüttüm.

Yılmaz Büyükerşen ve Ahmet Ataç’ın 1999 yılında belediye başkanlığıyla meclis üyesi olarak siyasete atıldım. Üç dönem Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ve Tepebaşı Belediyesi’nde meclis üyeliği, encümen üyeliği, İmar, Bütçe, Hukuk, Ulaşım, Sağlık, Yönetmelik Komisyonu’yla Çevre Komisyonu gibi çeşitli komisyonlarda çalıştım. Avrupa Yerel Yönetimler Kongresi Türk delegasyonu, Fuar Birliği ve Tarihi Kentler Birliği üyesi olarak  çeşitli projelerin yürütülmesinde görev aldım.

2009 yerel seçimlerinde siyasetle belediyecilikte biriktirdiklerim ve Eskişehir’e olan tutkum nedeniyle Yılmaz Büyükerşen ve Ahmet Ataç’la birlikte merkez ilçede Odunpazarı Belediye Başkan adayı oldum.  Seçimleri çok az bir oy farkıyla kaybetmemin ardından üstlendiğim Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı’nda AB hibesiyle ebeveynleri cezaevinde bulunan çocukların okul öncesi eğitimi için Es- Çocuk Evi Projesi, Kent Belleği Müzesi Projesi, BEBKA Ajansı hibesiyle Bilim Deney Merkezi Projesi, hava kirliliğinin azaltılması amacıyla Akıllı Kavşak ve Trafik Kontrol Merkezi Projesi, Bisiklet Yolları Projesi, BM’yle ortak Çocuk Hakları Birimi ve Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme Projesi, Çocuk İstismarı ve Sömürüsünü Önlemeye Yönelik Lanzorette Anlaşması gereği Avrupa Konseyi Projesi, Uluslararası Çocuk Merkezi’yle ortak Beşte Bir Projesi gibi projeleri ve kampanya çalışmalarını yürüttüm. Worldbank, CIVITAS, ECSİTE, Covenant of Mayors gibi çeşitli uluslararası ve ulusal platformlarda Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin temsilini üstlendim.

Kadın-doğum uzmanı olan eşimle 40 yıldır süren evliliğimden avukat bir oğlum, doktor araştırma görevlisi bir kızım var. Üç torunlu bir babaanne ve anneanneyim. Çocukluk yıllarımda ailede siyasetle tanıştım. Siyasi ayrışmaların yoğun yaşandığı gençlik yıllarımda siyasete hep ilgi duymama karşın etkin siyasete belediye meclis üyeliğiyle girdim. Siyaseti, Yılmaz Büyükerşen ve Ahmet Ataç gibi iki duayen başkanla çalışarak sevdim. 19 yıl boyunca yerel yönetimlerde edindiğim deneyimimi ülke geneline aktararak bugünlere gelmemi borçlu olduğumu düşündüğüm vatanıma hizmet edebilme isteğim doğrultusunda Türkiye’yi karanlıktan çıkaracak tek güç olduğuna inandığım, doğuştan aidiyet hissettiğim partimizin iktidara yürüyüşünde milletvekili olarak ülkeme hizmet etmeye devam ediyorum.

TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun başkanvekilisiniz. Türkiye’de cinsiyete dayalı mesleki ayrımcılığın ortadan kaldırılması, kadın istihdamı oranının yükseltilmesi ve kadın yoksulluğuyla mücadele edilmesi amacıyla sizce neler yapılmalı? Bu kapsamda komisyonun çalışmalarını değerlendirir misiniz?
JALE NUR SÜLLÜ:
Ülkemizde kadınların işgücüne yeterince katılamamasının ve mesleki ayrımcılığın en önemli nedeni, toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Çalışma sorumluluğunu erkeğin, ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımını kadın sorumluluğu olarak gören toplumsal ve bireysel kanıların, sorunun çözümünün önündeki engel olduğunu söyleyebiliriz. Mevcut siyasi iktidarların kadın-erkek eşitliğine bakış açıları da genel kanıların pekiştirilmesinde rol oynamaktadır. Eşitsizliğin, toplumsal cinsiyet kalıplarından kaynaklı olduğunu kabul etmeyen, yaradılıştan olduğuna inanan, kadını bir birey olarak görmeyen, aile-çocuk-ev üçgenine sıkıştırmaya çalışan ve bu yöndeki söylemleri yaygınlaştıran bir siyasi anlayışın son 20 yıldır merkezî yönetimde olduğunu düşündüğümüzde, kadınlar pek çok alanda olduğu gibi istihdamda da kırılgan kesimler içinde yer almaktadır. Kadınlara yönelik ayrımcılığın giderilmesi için konunun devlet politikası olarak ele alınması, yasal düzenlemelerin yapılması ve mevcut düzenlemelerin uygulanması gerekir.
 
Kadınların iş yaşamına katılımının önündeki en büyük engel, çocuklarını bırakabilecekleri kurumlardan yoksun olmalarıdır. 100’den fazla kadın personel bulunan kurumlarda kreş zorunluluğunun uygulanmaması, en belirgin örneklerden biridir. Özel kurumlarda kreş zorunluluğu denetlenmezken, kamunun da bu zorunluluğa uyduğu söylenemez. CHP’li belediyelerin mahallelerde açtığı kreşlerin çok önemli bir eksikliği giderdiğini de anmadan geçmememiz gerekir. Oysaki mevcut siyasi anlayış bağlamında çocuk sayısı artırma önerisi dillendirilirken, çocuk bakımı maliyetlerini düşürmek, çocuk bakımı yardım oranını yükseltmek gibi düzenlemelerle çalışmanın getirisinin görece artırılması, sadece yerel yönetimlerin işi değildir. Konu, devlet politikası olarak benimsenmelidir.  

Ülkemizde eşitsiz işbölümüyle aile yaşamının uyumlaştırılamaması, kadını iş yaşamına katılım yerine ev içinde kalmaya zorlamaktadır. Bu sorun, aile gereksinimlerini gözeten işyerleri zorunluluğu uygulanarak, istihdam biçimleri, işin niteliği, çalışma saatleri, ücretlerin piyasadaki arz-talepte görülen artış ve azalışa göre düzenlenmesiyle giderilmelidir.

İşverenlerin, kadınların hamilelik, doğum ve sonrasında üretim sürecinden ayrılması, kadın istihdamının erkekle göre daha maliyetli olduğu yönündeki bakış açısının önüne geçmek için işe alımda ayrımcılığı önleyici, özel sektörde işverene kadın işgücünü özendirici uygulamalar hayata geçirilmeli ve denetlenmelidir. Kamuda ise, kadına uygulanacak pozitif ayrımcılıkla ilkeli kota uygulanmalıdır.

Kadınların çalışma yaşamına katılımına ilişkin hükümlerin de yer aldığı, kadınlara yönelik her tür ayrımcılığın giderilmesi için devlete sorumluluk yükleyen, tarafı olduğumuz CEDAW, Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi, Kadın Şartı, ILO gibi uluslararası sözleşmelerin gereklerinin yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifi politikalara yerleştirilmelidir, kadın potansiyelinin tam olarak kullanılması açısından işgücü piyasasındaki cinsiyet dağılımı adil olmalıdır, kadınlara daha kalifiye işler sağlanmalıdır, eşit işe eşit ücret anlayışı yerleştirilmelidir ve karar almada eşitliğe öncelik verilmelidir. Bu önceliklerin gerçekleştirilebilmesi için işgücü hareketliliğinin artırılması, kalifiye işgücü yetiştirilmesi, gerekli önlemlerin alınması ve işgücü piyasalarının modernleştirilmesi, kadın girişimciliğinin, kadın kooperatiflerinin desteklenmesi ve sendikal örgütlenmenin yaygınlaştırılması gerekmektedir. İşgücü piyasasına erişim kolaylaştırılmalıdır, mesleklerde ayrımcılık gözetilmemelidir, standart dışı işlerdeki çalışma koşulları iyileştirilmelidir ve kadınların iş yaşamına katılımı kolaylaştırılmalıdır.  

Ayrıca kız çocuklarının okullaşmasında, eğitim hakkına erişimdeki eşitsizlikler ve 4+4+4 eğitim sisteminin olumsuz etkileri, kız çocuklarının zorunlu eğitimi bırakmasına neden olmaktadır. Kadınların eğitim düzeyinin düşük olması, tekdüze, emek yoğun, nitelik gerektirmeyen ucuz işgücü olarak çalışmalarına yol açmaktadır.  Kadınlar eğitim açısından güçlendirilmelidir, mesleki ayrımcılığın önüne geçilmelidir, eğitimle istihdam arasındaki ilişki sağlamlaştırılmalıdır. Yoksulluk ve istihdam bağlamında kapasite geliştirme programlarıyla kadınların nitelikli işlere girmesi sağlanmalıdır. İşverenle pazarlık gücü artırılmalıdır. Özellikle kadın yoğun enformel sektördeki sosyal güvenlik önlemleri için yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Kadınları iş yaşamından uzaklaştıran mobbingi, psikolojik ve fiziksel şiddeti, cinsel tacizi engellemek için işyerlerinde şikâyet birimleri oluşturulmalıdır. “Kadının beyanı esastır” ilkesi kabul edilerek koruyucu önlemler alınmalıdır.

Ayrımcılık, kadınların ekonomik bağımsızlığını doğrudan etkilemektedir ve kadın yoksulluğunun derinleşmesine yol açmaktadır. Özellikle kriz dönemlerinde gelir kaybını telafi etmek için kadınlar işgücüne yönelmektedir. Ancak işten ilk çıkarılanların kadınlar olması nedeniyle kaybedilen kadın işgücü konusunda önlem alınmalıdır, kredi, teşvik gibi uygulamalarla pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.

Kadınların politika yapıcılar olarak karar verme mekanizmalarında daha fazla yer alması ve “cam tavan” adıyla nitelendirilen açık ya da örtük engellerle karşılaşmaksızın yükselmesi ve yönetici pozisyonuna gelmesi, kadınlara yönelik ayrımcılığın giderilmesinde önemli bir ilerleme olacaktır.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, kadın istihdamının artırılması ve kadın yoksulluğunun önlenmesine yönelik çalışmalarda önemli etmenlerden biri de bütçedir. Merkezî yönetim ve yerel yönetimlerin bütçelerinin hazırlanması süreçlerinde toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme yapılması gereklidir. Kadın Bakanlığı kurulmalıdır ve istihdam konusu da dahil olmak üzere ayrımcılık sorununun çözümü için adımlar atılmalıdır.

Kısacası, artık kadın yoksulluğundan öte, yoksulluğun kadınlaşmasından söz edilen günümüzde toplumsal cinsiyet eşitliliğin sağlanması için atılacak çok adım, katedilecek uzun bir yol var. Bu konuda TBMM’ye önemli görevler düşüyor. Öncelikle meclis çoğunluğunun bu öncelikleri gerçekleştirecek bakış açısına sahip olması gerekiyor. Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, bu sorunlara çözüm bulma konusunda önemli görünse de, ana komisyon olmadığı için kurulan alt komisyonlarla öneri niteliğinde rapor hazırlamak göreviyle sınırlı hareket ediyor. Oysaki komisyonun yasal düzenlemeler konusunda bir yetkisi olmalıdır ve yasal düzenlemelerde etkin rol üstlenebilmelidir.  

Medeni Kanun’da değişiklik planlanıyor. Kanun yeni hâliyle hayata geçirilecek olursa “eşitlik” maddesi yapısal olarak dönüştürülecek. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bu denli belirgin hâle getirilmesi kadınların hayatını nasıl etkileyecek? Değişiklik kimin yararına olacak?
JALE NUR SÜLLÜ:
Medeni Kanun’da yapılması tasarlanan değişiklik, daha önce de gündeme gelmişti. Ancak tepkiler üzerine, TBMM’ye gelen yargı paketi içinde yer almamıştı. Son günlerde TBMM’ye gelecek 6. Yargı Paketi içinde yer aldığı haberleriyle taslak basına sızdı. Komisyona gelmediği için neler içereceğini tam olarak bilmememize karşın, nafaka,   boşanmanın hızlandırılması, arabuluculuğu kapsadığı anlaşılıyor. Basına yansıyan ayrıntılara göre, “nafaka ödeme süresine üst sınır konulması” ve “evlilik süresine göre nafaka ödenmesi” değişikliği getirilerek süresiz nafakaya son verileceği söylemi dillendiriliyor.

Aslında süresiz, ömür boyu nafaka söz konusu değildir. Kanunda “süresiz” denmesinin nedeni, bir süre belirtilmemiş olmasıdır. Medeni Kanun’un 175. maddesinde nafakanın kaldırılmasının hangi koşullara bağlı olduğu, nafaka alan kişinin evlenmesi, çalışmaya başlaması,  maddi durumunun iyileşmesi ya da onursuz yaşam sürmesiyle nafakanın kesilmesi düzenlenmiştir.  Ülkemizde yoksulluk, tedbir, iştirak ve yardım olmak üzere farklı türleri olan nafakayla değişiklik yapılması düşünülen yoksulluk nafakasına, Medeni Kanun’da cinsiyet ayrımı yapılmaksızın boşanma nedeniyle yoksulluğa düşen tarafın hak kazandığı da bir gerçektir.

Ancak boşanmalarda yoksulluğa düşen taraf genelde kadın olduğu için nafakanın evlilik süresi formülleriyle süreye bağlanması, kadın-erkek arasındaki eşitsiz güç ilişkini pekiştirecektir. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleşmesi kaçınılmazdır.  Nafakada belirli bir süre getirilmesi, geleneksel değer yargılarına sahip ülkemizde kadının aleyhine işleyecektir. Özellikle kırsal kesimde, işi ya da geliri olmayan, eğitimsiz, yıllarca süren evliliğin ardından yaşı ilerlemiş, iş yaşamına girme şansı kalmayan kadınlar açısından süreli nafaka uygulamasının daha ciddi bir mağduriyete yol açacağı kesindir.

Yapılması düşünülen bu değişiklikler, ev içi emeği görünmeyen milyonlarca kadının şiddet dolu evliliklere mahkûm edilmesine ya da boşanma sonrasında yoksulluğa terk edilmesine yol açacaktır. Süreli nafaka uygulamasıyla bir geçiş sürecinin ardından sorumluluğu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın üstlenmesi, çalışılıyorsa da uygulamada nasıl yürüyeceği ve özellikle bütçeye getireceği yük çeşitli soru işaretlerine yol açmaktadır.

Yargıda davaların yıllarca sürmesini sistemsel açıdan ele almak yerine sadece boşanma davalarını hızlandırmanın arkasında iyi niyet aramak mümkün değil. Ayrıca boşanma davası sırasında tedbir nafakası almamasının kadını ekonomik açıdan zor duruma düşüreceği konusunda endişeler bulunmaktadır.

Devlete, “her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçlerini yasaklamak” amacıyla sorumluluk yükleyen İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılması girişimi ardından ve Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 1. maddesine göre “aile içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıklar arabuluculuğa elverişli olmaması” hükmüyle engellenmiş görünse de, getirilen arabuluculukla eşitsiz güç ilişkisi içindeki kadını erkekle aynı masaya oturtmak, arabulucuk ofislerinde kadınların can güvenliğini sağlamak ayrı bir sorundur.

Medeni Kanun’da yapılması düşünülen değişiklik, hukuki bir düzenleme olsa da, tıpkı kadın cinayetlerinde söylediğimiz üzere “politiktir.” Saray rejiminin tükenmiş politikalarıyla, ayrıştırma ve kutuplaştırma siyasetiyle kendi tabanını bir arada tutma çabasının bir sonucudur.  Bu durum, nafaka mağduru olduğunu söyleyen erkeklerin işine yarayacak gibi görünse de, aslında kadınların güçlenmesinden korkan, toplumsal cinsiyet eşitliğini kabul etmeyen ve egemenliğini kaybetmek istemeyen erkeklerin politikalarının dışavurumudur.


Önerilen Haberler