YÜKLENİYOR
AYLİN YAMAN
CHP PM Üyesi
Öncelikle sizi tanıyalım. Siyasete giriş motivasyonunuz neydi?
AYLİN YAMAN: 1967 Ankara doğumluyum. Orta ve lise eğitimimi TED Ankara Koleji’nde, üniversite eğitimimi ise Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladım. Bu yıl, hekimlikte 30. yılım. Mezuniyetimin ardından yine Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Fizyoloji Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimimi tamamladım. Yedi yıllık akademik hayatın sonrasında 21 yılımı geçireceğim özel sektörle tanıştım ve sağlık yöneticiliğine geçiş yaptım. Gerek akademik hayatta gerek farklı dönemlerdeki yurtdışı tecrübelerimde gerek özel sektör deneyimimde odağım her zaman insan, doğru iletişim ve emeği önceliklendiren iş süreçleri oldu.
İş hayatım boyunca siyaset her zaman ilgi alanımdaydı. Konunuz insansa, özellikle sağlık gibi hassas, risklerle dolu ve kriz yönetimi bol bir konuyla uğraşıyorsanız, gündem takibi, kendinizi güncelleme, ideal sağlık politikalarını hayal etme ve her zeminde bunun için çaba sarf etme süreçleri doğal bir parçanız oluyor. Hastaneciliğin her aşamasını yaşamış ve basamakları yavaş yavaş çıkabilmiş biri olarak çalışma hayatımın her döneminde sektörel işbirlikleri önem verdiğim bir konuydu. Sektörel işbirlikleri hem kendimi eğitmemde hem de iş süreçlerini kurgulamamda büyük fayda sağladı. Yöneticinin en temel konusu olan “mevzuat takibi”, ister istemez siyasetin içine girmenize ve yazılı olanla gerçek hayatta yaşananı sürekli sorgulamanıza aracılık ediyor. Sanırım siyasete ilgim, esas olarak, iktidarın 2000’li yılların başında “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adı altında başlattığı bir dizi dönüşümün sahada yarattığı etkilere maruz kalmamla ve sonuçlarını bizzat izleyebilmemle başladı. Sağlıkta aldığınız yanlış kararlar, halk sağlığını yıllar boyu etkileyebiliyor. Bunu bizzat yaşadım. Dolayısıyla öncelikle sağlıkta ne yapılmaması gerektiğini öğrendim. Yöneticilik hayatım sivil toplum kuruluşları ve Tabip Odası aktiviteleriyle geçti. Kısacası, siyaset her zaman hayatımın içindeydi.
Ankara gündemi yoğun. Öte yandan, pandemi sürecinin etkileri devam ediyor. Kademeli normalleşmenin üçüncü etabı sonrasında vakalar artıyor. Gündemin ve bölgenizdeki çalışmaların yanı sıra pandemi sürecini de yakından takip ediyorsunuz. Pandemi yönetimi sizce nasıl olmalı? Aşılamayı artırmak için neler yapılmalı? Yerel yönetimler bu süreçte nasıl inisiyatif almalı? Normalleşmeyi ve sonrasını değerlendirebilir misiniz? Ayrıca bu kadar yoğun gündemde bölgenizle iletişiminiz nasıl?
AYLİN YAMAN: Ankara gündemi gerçekten de oldukça yoğun. Belki de siyasi tarihin en yoğun ve en kompleks döneminde siyasete girmiş olabilirim. Fakat bir sağlıkçı olarak hayatımın en zor yöneticilik süreçlerini de pandeminin ilk zamanlarında yaşadım. Bu dönemde sağlık sistemi hiç olmadığı kadar gündemdeydi ve kitaplarda yazan her türlü “acil eylem” sürecini bizzat sahada yaşadık. Pandemide yapılmaması gereken her şeyi çok net gördük.
Pandemide yaklaşık 1.5 yıllık süreyi tamamladık. Yüzyılda bir gelen salgında derslerle dolu bir süreç geçirdik. Bu tür salgınlar, çıkarılacak dersler açısından başta epidemiologlar olmak üzere tüm akademisyenler ve endüstri liderleri için aynı zamanda bir fırsattır.
Bana göre çıkarılması gereken en büyük ders, ki bu aynı zamanda pandeminin nasıl yönetilmesi gerektiğine de bir yanıt aslında, pandemide esas olanın “liderlik” olduğudur. Tüm dünyada doğru liderlik süreçleri başarılı oldu. Liderlik, doğru veriyi kullanma, halkla bunu paylaşma, şeffaflık, doğru zamanlama, bilimsel doğrulardan uzaklaşmama, özeleştiri yapabilme ve yapılamayan şeylerden ders çıkarıp hızla düzeltebilme gibi unsurları içerir. Bilim temelli yaklaşımın unutulduğunu düşündüğümüz bir dönemde kurulan Bilim Kurulu, önemli bir girişimdi. Ancak bir sözcüleri yoktu ve tam olarak görüşlerinin ne olduğunu öğrenemedik. Zira siyasi ağızlardan duyduklarımızla yetindik. Algı yönetimi, bilimsel yönetimin önüne geçti. Oysa doğru liderlikte konuyu uzmanına bırakma, gerektiğinde kenara çekilebilme, bilirkişilerin ve tecrübe sahiplerinin uyarılarını dikkate alma gibi özellikler vardır.
Malzemelerin/kitlerin kalitesizliği, fiyatlandırma problemleri, üretimi, stoku ve son kullanıcıya ulaşana kadar yaşanan tüm sıkıntılar, ciddi bir güven problemi yarattı. Böyle bir dönemde talep patlaması nedeniyle sıkıntı yaşanması elbette beklenen bir durumdu. Doğru liderlik, bu sıkıntıların derhal çözüme ulaştırılmasını gerektirirdi. Halk kadar sağlık çalışanları da bu kaostan büyük yara aldı. Bu nedenle sürecin başında maalesef fazla sayıda sağlık çalışanı kaybımız oldu.
Çıkarılması gereken ikinci ders, koruyucu hekimlik uygulamalarının mutlaka yeniden düzenlenmesi gereği oldu. Yıllar içinde unutulan ve ikinci plana atılan “1. Basamak Sağlık Hizmetleri ve Aile Hekimliği Sistemi”, pandemi süresince önemini fazlasıyla hissettirdi. İktidarın dev şehir hastaneleriyle kurduğu sistem, sadece tedavi edici sağlık hizmetlerini ön plana çıkardı, “önce hasta olmama ve sağlığı koruma” felsefesinden ne kadar uzaklaştığımızı bize bir kez daha gösterdi. Oysa pandemi yönetiminde başı çeken aile hekimleri, gerek sistem gerek ekipman gerek insan kaynağı konusunda yalnız bırakıldı.
Sağlık Bakanlığı’nın süreç boyunca yap-boz yaklaşımı, veri güvensizliği, algı yönetimi, tıbbi değil, ekonomi temelli önlemleri, çok sayıda can kaybına yol açtı, sağlık sisteminin de dönem dönem çökmesine neden oldu. Bu zafiyetlere rağmen emek yoğun çalışan sağlıkçılar büyük başarılara imza attı.
Normalleşmenin üçüncü etabı sonrasında hızla artan vaka sayıları, önümüzdeki sonbahar sezonu için korkutan sinyaller veriyor. Elimizdeki en önemli güç, aşılar. Bu süreç de maalesef yanlış başlatıldığı için aşılama programı istenen hızda ilerlemiyor. Başlangıç aşamasında tek markada diretme, sepeti çeşitlendirmeme ve firmalarla yanlış kurulan ilişkiler, halkın aşıya tereddütle yaklaşmasına zemin hazırladı. Dünyanın yeni tanıdığı bir virüsün ve buna karşı yeni geliştirilen aşıların değişen verileri ve öğrendikçe güncellenen konular, halkın kafasının karışmasına neden oldu. Konunun uzmanı olmayan kişilerin medyada fazlasıyla boy göstermesi ve yaratılan bilgi kargaşası da aşı güvensizliğine yol açtı. Bu durum da yanlış liderliğin bir sonucuydu aslında. Doğru bilgilendirme ve konunun uzmanlarına ortamı açma yeterli olsaydı, en azından halkın aşılar konusunda daha güvenli olması sağlanabilirdi.
Yeni varyantlar, sürü bağışıklığı kavramını da değiştirdiği için artık aşılama konusunda çok daha hızlı, atak ve doğru sistemle ilerlemek zorundayız. Saha verilerinin doğru takibi, uluslararası kayıt ve veri sistemlerine uyum, doğru iletişim teknikleri bu süreçte büyük önem taşıyor. Aşılama programını günlük vakaların sunum şeklinden verilerin açıklanmasına, halkın bilgilendirilme ve eğitim yöntemlerinden sağlık okuryazarlığının artırılmasına kadar değişik yöntemlerle yürütmeliyiz. Öncelikle tek doz aşılananların oranını değil, iki doz aşılananların oranını odağa koymalı ve hedefimizin ne olduğunu sürekli hatırlatmalıyız. Rehavete sürükleyen konuşmalar yerine motive edici bir dil kullanmalıyız. Zamanlamanın ve hızın çok önemli olduğu bir dönemden geçiyoruz. Sağlık ordumuz bunu başarabilecek güçte. Yeter ki, doğru liderlik yapılabilsin.
Aşılama programının önemli bir parçası yerel yönetimler tarafından desteklenmeli. Merkezî yönetimle uyumlu bir yerel yönetim anlayışı, aşı seferberliğinde mekân, sistem, malzeme temini, insan kaynağı ve teknoloji konularında oldukça büyük bir katma değer sağlayacaktır. Yerel yönetimlerin sunacağı açık hava alanları ve hizmeti kişiye götürebilme kolaylığı, aşılama sürecinin hızını belirgin şekilde artıracaktır.
Aşılamanın istenen hıza erişimi, normalleşmenin de hızla gelmesini ifade ediyor. Toplumun büyük bir özlemle beklediği normalleşme süreci, bilimsel yöntemlere, değişik ülke tecrübelerine, akılcı uygulamalara dayandırıldığı, temelini ticari kaygılara değil, insan hayatı üzerine kurguladığı sürece başarılı olacaktır. Bu süreçte en önemli konu, eğitimin önceliklendirilmesi ve sağlık sisteminin tıkanmadan yürütülebilmesidir.
Pandemi sürecinde sağlık hizmet sunumunun yanı sıra ilgi alanımda olan yaşlanan nüfus ve bakım süreçleri, sağlık turizmi-uluslararası sağlık hizmetleri ve sağlık teknolojileri alanında yürüttüğüm çalışmalar sırasında en fazla dikkat ettiğim konu, bölgemde birebir iletişimi kaybetmemek. Zira siyasetin insan odaklı yapılmadığı sürece sürdürülebilir ve sağlıklı olamayacağına gönülden inanıyorum. Kendi bölgemde özellikle sağlık konusunda yaşanan sıkıntıları görüyor ve bu konuda birebir temas kurarak destek olmaya çalışıyorum. Yıllarca hastanecilikte edindiğim tecrübe, insanların sağlığına doğru dokunuşlar yapılırsa size duyduğu güvenin uzun soluklu olduğu. Bu iletişimi sağladığınız zaman kişilerin yaşam koşullarını, ekonomik durumlarını, hayata bakışlarını ve beklentilerini daha iyi gözlemleyebiliyorsunuz.
Türkiye nüfusu giderek yaşlanıyor. Sizin yaşlanan nüfus ve bakım politikaları hakkında çok değerli çalışmalarınız var. Yerel yönetimlerin yaşlılara yönelik politikalarında önem ve öncelik verilmesi gereken konular neler olmalı?
AYLİN YAMAN: Evet, tüm dünya gibi Türkiye nüfusu da yaşlanıyor. Bu konunun sevindirici tarafı olduğu kadar düşündürücü tarafı da var. Şu an nüfusumuzun %9’u, yani yaklaşık 7.5 milyon kişi 65 yaş ve üstünde. 2040 yılına geldiğimizde bu oranın %17’lerde olacağı hesaplanıyor. Yaş artışı, sağlık ekonomisi açısından ve sosyolojik açıdan büyük önem taşıyor. Siz sağlık sisteminizi yaşlanan nüfusa göre konumlandırmazsanız ekonomik maliyeti üstesinden gelinemeyecek boyutlara ulaşabilir. Sosyo-ekonomik düzeyi yüksek ülkeler bu konuya kafa yoruyor. Yaşlının hem insanca yaşayacağı ortamları hazırlıyor hem sağlığını daha uzun süre koruyabileceği sistemleri kuruyor hem de sosyal güvence, destek ve geri ödeme sistemlerini hazırlıyor.
Bu saydığım bileşenlerin içinde yerel yönetimler büyük önem taşıyor. Kendi bölgesindeki yaşlıyı iyi tanımak, tüm yönleriyle yaşlısına hâkim olmak, sürecin doğru kurgulanmasına zemin hazırlıyor. Yaşlının öncelikle sosyo-ekonomik durumu, yaşam koşulları, hayata ne kadar dahil olabildiği, sosyal aktiviteleri bilinmeli ve sistemler bunun üzerine kurulmalı. Yerel yönetimler, bu kurguyu yapabilecek bilgi birikimine sahip. Bu konuda çok başarılı dünya örnekleri mevcut. Öncelikle yaşlının kendi ev ortamında, insani koşullarda yaşadığından emin olmak ve bunun takibini yapmak, yerel yönetimler tarafından gerçekleştirilebilir bir süreç. Yaşlının izni olduğu sürece yerelden takip ve monitörizasyon, istenmeyen olayların önceden çözümlenmesini sağlıyor. Ayrıca yerel yönetimler tarafından sağlanan “Evde Bakım”, “Evde Takip” ve “Evde Destek” sistemleri, yaşlının mümkün olduğunca ev ortamında en uzun sürelerde kalabilmesine olanak tanıyor.
Yerel yönetimler tarafında kurulabilen “Yaşlı Bakım Merkezleri”, “Yaşlı Köyleri” ve “Yaşam Merkezleri”, konuyu kurumsal yapılara taşıyabiliyor ve sağlık sorunları olan, bakımını üstlenecek kişisi olmayan yaşlılara kolaylık sağlıyor. Ayrıca 65 yaş üstünün kendi yaşıtlarıyla birlikte daha üretken, daha sosyal, daha aktif olabilmesinin yolu açılıyor. Bazı ülkelerde her kreşin yanında yer alan “Yaşlı Yaşam Merkezleri”, yaşlar arası iletişimi güçlendiren, yaşlıya yaşam sevinci veren sistemler olarak düşünülüyor. Ayrıca kısa süreli bakımın sağlanabileceği “Yaşlı Kreşleri”, yerel yönetimlerin oluşturabileceği sistemler arasında. Bu konuda atılması gereken en önemli adım, yaşlı bakımı konusunda yetişmiş insan kaynağı istihdamı ve ödeme sistemleri.
Ülkemizdeki yaşlıların %20’sinin derin yoksulluk içinde olduğu düşünülecek olursa, gerek yerel yönetim bakım desteğiyle gerek İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde de yer alan “Aile Destek Sigortası” sistemiyle yaşlıların hayata güvenle tutunması sağlanabilir.
Özel bakımevlerinin %85’i sadece üç büyük ilimizde yer alıyor, yaklaşık 20.000 kişiye hizmet veriyor. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı olarak da hizmet veren yaklaşık 15.000 kapasite olduğu düşünülecek olursa, toplam yaşlı nüfusumuzun %1’i kadar bile olmayan bir grup hizmet alabilmektedir. Dolayısıyla yerel yönetimlerin desteğine ciddi anlamda ihtiyaç duyulmaktadır.
Yetersiz ve niteliksiz yaşlı politikaları, özellikle ailenin genç kadınlarına ağır yük yüklemektedir, kadın istihdamının azalmasına, kadının eve bağlanmasına neden olmaktadır. Yerel yönetimler tarafından sunulabilecek bu hizmetler, aynı zamanda kadının iş hayatında var olabilmesine de fırsat tanıyacaktır. Kısacası yerel yönetim, yaşlanan nüfusun güvencesi olarak tanımlanabilir.