"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Özlem Erden Aki: “Yaşlı bakım hizmetleri çok iyi planlanmalı”

  • 28 Mart 2022
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özlem Erden Aki Belediye Gazetesi’ne düşüncelerini aktardı.

Türkiye’de yaşlılık psikiyatrisine önem veriliyor mu? Yaşlıların fiziksel, bilişsel, psikolojik ve toplumsal değişim/dönüşüm sürecinde yaşadığı zorluklar, onların yaşam kalitesi üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?
ÖZLEM ERDEN AKİ: Y
aşlılık psikiyatrisi, Türkiye’de yeni tanınmaya başlayan bir alan. Henüz bir üst-uzmanlık dalı olarak tanınmadı, ama Türkiye Psikiyatri Derneği, Geriyatrik Psikiyatri Çalışma Birimi, bu alanın ayrı bir bilim dalı olması ve üst-uzmanlık eğitimi verilebilmesi için girişimlerde bulunuyor. Yaşlı bireylerin psikiyatrik hastalıkları, bu hastlıkların tedavisi genç erişkinlerden farklı. Yaşlı bireylerle çalışmak için mutlaka multi-disipliner çalışma gerekiyor. Özellikle sosyal hizmetler ve bakım hizmetleri bu alanda çok önemli yer tutuyor. Türkiye’de birtakım çalışmalar olsa da, henüz bu alanlarda yeterli değiliz.

Yaşlılık dönemi birçok değişimi beraberinde getiriyor, ancak yaşlı bireyler homojen, yani birbirine benzeyen bir grup değil. Yaşam şartları, gelir/eğitim düzeyi ve sosyal sermaye, kişilerin nasıl yaşlanacağını da büyük ölçüde belirliyor. Yoksul ve eğitimsiz kesimler yaşlılık dönemine aynı eşitsizliklerle giriyor, ileri yaşlarında daha da yoksullaşıyor. Bu durum, kişilerin sağlık hizmetlerine ve tedaviye erişimini de etkiliyor. Yoksulluğun yanı sıra sosyal desteği de kısıtlı olan kişiler ileri yaşlarında hem fiziksel hem psikolojik açıdan en dezavantajlı grubu oluşturuyor.

Yaşlı kadınlar, yaşlı erkeklere göre daha yoksul ve güvenceden yoksun. Dünyanın tüm ülkelerinde yapılan araştırmalar bize bunu gösteriyor. Kadınlar ileri yaşlarında da daha fazla sorumluluk yüklenmeye devam ediyorlar, kendi evlerinin işlerini ve diğer aile üyelerinin bakımını üstleniyorlar, bir kısmı torunlarının sorumluluğunu da yükleniyor. Bu emek-yoğun işlerin maalesef bir maddi karşılığı da yok. Yaşlı kadınlar, toplumda çok önemli bir maddi-manevi açığı kapatıyor. Ek sorumluluklar yükü artırıyor, bazı yönlerden manevi ve sosyal bir doyum da sağlıyor. Bu şekilde görevler yüklenen ileri yaştaki kadınların hâlen amaçlarının ve planlarının olması manevi doyumu da beraberinde getiriyor, ama ek yıpranma/tükenmişlik gibi sonuçları da oluyor. Bu sorumlulukların maddi karşılığı devlet tarafından verilebilmeli diye düşünüyorum.

Toplumlar daima devinim içindedir. Son yüzyılda hız ve verimlilik kavramlarının yüceltildiğini, bu özelliklere sahip olmadığı düşünülen toplumsal gruplara olumsuz bakıldığını görüyoruz. Bu grupların başında yaşlı bireyler geliyor. Birkaç dekad önce yaşlılık, kişinin artık gündelik sorumlulukların altında ezilmediği ve kendine zaman ayırabileceği, yapmak istediği şeylere zaman bulabileceği bir dönem olarak görülürken, şimdi üretken olmayan bir çağ olarak görülüyor. Yaşlılara neredeyse miadını doldurmuş, toplumun sırtında yük olan insanlar gibi bakılıyor, bu durum yaşlı bireylerin kendine bakışını da olumsuz etkiliyor elbette.

Yalnızlık, işe yaramama hissi, hareket kabiliyetinin azalması, aile bireylerine bakım hizmeti verilmesi, ekonomik sıkıntılar ve yoksulluk nedeniyle yaşlılar genellikle eve kapalı yaşıyor. Yaşlılık depresyonu, anksiyete bozuklukları, demans/Alzheimer gibi önemli hastalıkların tedavisi ve rehabilite süreci için Türkiye’deki uygulamalar yeterli mi?
ÖZLEM ERDEN AKİ
: Ülkemizde yaşlı bireylerin ve engelli bireylerin evden çıkması, topluma karışabilmesi için yapılması gereken düzenlemelerin büyük oranda eksik bırakıldığını görüyoruz. Sokakları, kaldırımları, otobüsleri, dolmuşları, alışveriş merkezlerini, devlet dairelerini bir düşünün, engelli ve yaşlı bireyler bu alanları nasıl kullanabilir? Ben çocuğum olduğunda, pusetle sokağa çıktığımda anlamıştım bunu, birçok yerde diğer insanların yardımına ihtiyaç duyduğumu, belli yerlere gitmekten kaçındığımı fark etmiştim. Yalnız yaşayan, her işini kendisi görmek zorunda olan yaşlı ve engelli bireyler için Türkiye’deki ortak alanlar maalesef kâbus gibi. Üstüne yoksulluğu eklediğinizde bu insanların evden çıkması neredeyse imkânsız oluyor.

İleri yaşlardaki psikiyatrik bozukluklar gerçekten özel bir alan, genç erişkin psikiyatrisinden çok farklı yönleri var. Yaşlı bir insan psikiyatrik bazı belirtilerle karşımıza geldiğinde öncelikle altta yatan bir fiziksel hastalık olup olmadığını araştırırız. Bu durumu açıklığa kavuşturduktan sonra psikiyatrik tedaviye başlarız. Yaşlı bireylerde depresyon ve anksiyete bozukluklarının belirtileri genç erişkinlerden farklı olabilir. Örneğin, yaşlı bireyler, genç depresyonundaki isteksizlik, hayattan zevk alamama, suçluluk ve değersizlik duygularını daha az yaşar, bu duyguları hissetseler bile daha az dile getirirler. Sanırım bir kuşak etkisi de var burada, bu çağda yaşlılığını yaşayan insanlar kendi dertlerini anlatmak ve sorunlarıyla meşgul etmek istemiyorlar. Yine benim klinik pratiğimde gözlemlediğim bir şey var: Yaşlılar, doktorlara genellikle hürmet gösteriyor, doktorlarını yormak istemiyorlar. Bu nedenle sorunlarını iletmiyorlar. Diğer yandan, depresyonun, yaşlılığın “doğal, normal” sonucu olduğu şeklindeki kabul de maalesef hem toplumda hem sağlık çalışanları arasında oldukça yaygın. Yaşlının depresyonu bile önemsenmiyor. Yaşlı insanların hastalıkları, çoklu ilaç kullanımı, olası ilaç etkileşimi, tedavi sürecinde ortaya çıkabilecek sorunlar da hekimleri biraz ürkütebiliyor. Diğer yaygın kanı, yaşlıların hastalıklarının kronik olduğu ve düzelmeyeceği yönündeki inanç. Tüm bu olumsuz inançların ve tutumların sonucunda, evet, yaşlıların psikiyatrik hastalıklarının tedavisinde aksamalar yaşanıyor.

Yaşlılığa karşı olumsuz tutumlar sadece ülkemizde değil, tüm dünyada yaygın. Pandemide bunu açıkça gördük: Avrupa’da yaşlı bakımevlerinde ölüme terk edilen insanlar, İtalya’da yoğun bakıma hasta kabul edilirken, yataklar kısıtlıysa genç hastalara öncelik verilmesi gibi resmî uygulamalar, bizde neredeyse bir yıl boyunca 65 yaş üzerine sokağa çıkma yasağının uygulanması bu tutumun örnekleri. Sosyal medyada yaşlılarla dalga geçen, şikâyet eden, öfke kusan paylaşımları hep birlikte gördük ve son iki yıl boyunca utandık.

Son yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşlılık psikiyatrisi eğitimine başvuranların sayısı önemli ölçüde azalmış. Tıp öğrencilerinin yaşlı hastalarla ilişkili alanlara ilgisini değerlendiren bir çalışmada pek çok öğrencinin yaşlılık alanında çalışmak istemediği saptanmış. Bunun nedenleri çok çeşitli: Tedavilere sonuç alınamadığı, ayrılan zamanın karşılığının alınmadığı (yine hız sorunu), tedavi değil, daha çok bakım verildiği gibi. Bu nedenlerin arasında çarpıcı olan bir örnek var: Bir hekim olarak yaşlılarla çalışmanın “sosyal problemlere tıbbi çözümler bulmaya çalışmak” olduğu kanısı dile getirilmiş. Gerçekten de karşınıza bir yaşlı hasta geldiğinde hekim olarak yaptıklarınızın tedavinin çok küçük bir kısmını oluşturduğunu, devasa sosyal sorunlar yumağını tek başınıza çözmeye ve çözümler üretmeye çalıştığınızı görüyorsunuz. Bu durumda iki yol söz konusu: Umutsuzluğa kapılıp teslim olmak veya hekim rolünüzün sosyal sorumluluğu da içerdiğini fark edip haklar için mücadele etmek. Umarız ki, mücadeleyi tercih eden daha fazla olsun.

Yaşlılık alanında çalıştığınızda hekimliğin bir odada tek başına yapılmadığını, geniş bir ağla çalışma ve dayanışma gerektiren, sosyal sorumluluğu kapsayan bir meslek olduğunu fark ediyorsunuz. Hemşire, sosyal hizmet uzmanı, farmakolog, iş ve uğraş terapisti, fizyoterapist ve birçok farklı alandan kişilerin katılımının yanı sıra bu hizmetlerin finansmanı ve planlanıp yürütülmesi için kamu kurumlarının ve yerel yönetimlerin olmazsa olmaz olduğunu da görüyorsunuz. Yaşlı sağlığı ve bakımı sadece hekimlerin ve kişilerin omuzlarına yüklenecek bir hizmet değil. Yaşlı bireyler, ömürleri boyunca çalışmış, vergi ödemiş vatandaşlardır. Yaşlı kadınlar, ev içlerine yıllarca karşılığını almadıkları bir emek dökmüşlerdir. Bu insanlar yaşlılıkta hizmeti ve bakımı hak ederler. Bu, bir yardım projesi değildir, devletin vatandaşına borçlu olduğu bir haktır. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de bu hizmetler ve uygulamalar eksiktir.

Dünyadaki örnekleriyle karşılaştırdığınızda Türkiye’de yaşlılara yönelik özellikle psiko-sosyal sağlık hizmetleri hangi aşamada? Yaşlıların kendilerini “değersiz” hissetmemesi, yaş ayrımcılığının önlenmesi için neler yapılmalı?
ÖZLEM ERDEN AKİ:
Yaşlılara yönelik kapsamlı bir sağlık hizmeti planlaması yok. Son yıllarda yerel yönetimler, yaşlıların evlerine hizmet götürme konusunda epey çalışma yaptı, yalnız yaşayan yaşlılara üç öğün yiyecek yardımı, ev temizliği ve kişisel bakım gibi küçük görünen ama aslında çok değerli bazı hizmetler sundular. Bu hizmetler daha ziyade gündelik işlerde yardım aşamasında kaldı. Pandemiden önce belediyelerin “Bahar Evleri” projesi başlamıştı, nispeten sağlıklı yaşlı bireylere toplanacakları ve hobilerle uğraşacakları alanlar yaratma çabasıydı. Hekimler ve diğer yardımcı sağlık çalışanları bu hizmetlere Alzheimer Derneği bünyesinde katkı vermeye çabaladı. Yine birçok ilde Alzheimer Derneği’nin il şubeleri ve yerel yönetimler ortak çalışarak gündüz bakımevleri kurdular. Bu tür çabalar çok kıymetli, önemli bir boşluğu doldurma yönünde atılan adımlar, bu nedenle daha fazla desteklenmeliler.

Yaşlılığa bakış açısı nasıl değişecek? Her bireyin deneyimleyeceği bir süreç neden görmezden geliniyor ve yaşlılık pek de olumlu olmayan bir aşama olarak kabul ediliyor?
ÖZLEM ERDEN AKİ: Yaş ayrımcılığı, ırk ve cinsiyet ayrımından sonra en sık görülen ayrımcılık türü ama nadiren dikkatimizi çekiyor. Yaşlı ayrımcılığı, ilginç bir ayrımcılık türü. Diğer tüm ayrımcılıklarda bir ötekinden bahsederiz. Oysa hepimiz yeterince şanslıysak, bir gün yaşlılık dönemini tadacağız. Herkesin muhtemelen bir parçası olacağı bu döneme yönelik ayrımcılık gerçekten tuhaf. Bu düşünce, yaşlı bireylerin hepsini ortak bir topluluk olarak tanımlıyor: Kadın, erkek, gelir ve eğitim düzeyi, sağlık ve hastalık özellikleri, yaşam koşulları, coğrafya gibi nitelikler doğrultusunda yaşlılar birbirinden farklı. Ancak ayrımcı düşünce hepsini tek potada eritiyor; yavaş, üretken olmayan, teknolojiden anlamayan, dolayısıyla yeni dünyaya uyum sağlayamayan, “son kullanma tarihi geçmiş” bir grup insan olarak görüyor. Bu olumsuz görüşler, açık ve tanınması kolay görüşler. Bir de örtük yaş ayrımcılığı mevcut: Koruyucu-kollayıcı veya idealize edici tutumlar iyi niyetli görünse de, aslında yine ayrımcı bir tutumu gösteriyor. “Siz yorulmayın,”, “Bu yaşta sizi yormayalım,” “Pamuk nine,” gibi söylemler ve çocuklaştıran tutumlar koruyucu-kollayıcı ayrımcılığa aitken, idealize edici tutumlar da “Yaşınızdan, başınızdan utanın,”, “Bu yaşta yakışık almıyor,” gibi söylemler de yaşlı insanların bilge, dünya nimetlerinden elini eteğini çekmiş, istekleri-arzuları olmayan, verilenle yetinen “kanaatkâr” insanlar olmaları gerektiği düşüncesini içeriyor. Bir de bazı iltifatlar var: “Yaşınızı hiç göstermiyorsunuz,”, “Yaşlanmadık, yaş aldık,” gibi görünüşte olumlu olan bu sözler de aslında yaşlılık dönemini olumsuz, kaçınılması gereken bir dönem olarak işaretliyor, neredeyse bir hakaret gibi algılamanın izlerini taşıyor. Bu sonuncu ayrımcılık davranışını özellikle yaşlı insanların kendilerinin benimsediğini görüyoruz, yani yaşlılar da kendi yaşlarına karşı ayrımcı bir tutum geliştirebiliyor.

Tıp makalelerinde, gazetelerde, haberlerde de bu ayrımcı dilin (gri tsunami, beyaz felaket, yaşlılar ordusu geliyor vb.) izlerini görüyoruz. Yaşlı nüfusun arttığını, bunun toplumun omzunda “bir yük” teşkil ettiğini, bu nüfusun ihtiyaçlarının devasa olduğunu ifade eden birçok yorum okuyoruz. Evet, nüfusun yaşlanması gerçek bir olgu, ancak yaşlı insanları “üretken olmayan, gelişimi durmuş, yük” olarak tanımlayan dil uygun değil.

Hız ve tüketim çağında yavaşlık ve deneyim, değerini yitiriyor. Yaşlılık dönemi, insanın yavaşladığı ama olumlu anlamda yavaşladığı, yani durup düşündüğü, kendisini ve dünyayı yorumladığı, çıkarımlar yaptığı bir dönem. Deneyim, hayat deneyimi çok önemli bir olgu ama yeni dünyada deneyimin de değersizleştirildiğini görüyoruz. Bu deneyim planlanıp kullanılabilir. Japonya’da kreşler ve bakımevleri yan yana inşa ediliyor, bakımevindeki yaşlı bireyler, küçük çocukların basit bakımını yürütebiliyor, onlara kitap okuyup masallar anlatıyorlar. Ne kadar doğru bir adım. Acelesi olmayan, bolca zamanı olan, sabrı bilen insanların çocuklarla etkileşimi ne kadar kıymetli. Aslında pek çok kültürde yaşlılık ve ileri yaşların deneyimi bilinen ve takdir edilen bir olguyken, yeni hızlı dünyanın gereksinimleri bu olguyu geri plana attı. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, Doğu toplumlarında, daha doğru deyişle, geleneksel toplumlarda yaşlı ayrımcılığının hızla arttığını ve Batı toplumlarına nazaran daha güçlü olduğunu gösterdi. Yaşlı nüfusundaki hızlı artış, bu nüfusun gereksinimlerini karşılamaya hazırlıksız olmayla ve yoksullukla birleşince bu olumsuz sonucu ortaya çıkardı.

Yaşlı ayrımcılığıyla mücadele edebilmek için insan hakları alanında mücadele etmek, ekonomik ve sosyal önlemler almaya istekli olmak gerekiyor. Yaşamımızın her döneminde insanca yaşamayı hak ediyoruz, bu dönemlerin belki de en önemlisi yaşlılık. Yaşlılar, seslerini daha az duyuruyor, ayrımcılığın altında eziliyorlar. Bu nedenle özellikle bu alanda çalışanlar olarak onları sesi olmamız gerekiyor.

Yaşlı bakım hizmetleri oldukça pahalı. Türkiye nüfusunun yaşlandığı gerçeğinden hareketle bakım hizmetlerine talep gün geçtikçe artacak. Gerek psikolojik gerek fiziksel gerek bilişsel bakım hizmetlerinin sürdürülebilir, ulaşılabilir ve etkili olması için sizce yerel yönetimler neler yapmalı? Yaşlılar için sosyal hizmet politikaları nasıl yapılandırılmalı?
ÖZLEM ERDEN AKİ:
Yaşlı bakım hizmetlerinin çok iyi planlanması gerekiyor. Yaşlılık denince akla çoğunlukla hastalık, bakım ve sağlık hizmetleri geliyor, yaşlılık hizmetleri sadece sağlık alanıyla sınırlandırılıyor. Oysaki çok daha geniş bir hizmet ihtiyacı var: Gündelik işler, ev hizmetleri, barınma ve beslenme, sosyalleşme ihtiyacı vb. Bu alanlardaki hizmetler iyi planlansa, sağlık alanının yükü azalacak. Daha önceki bir soruya verdiğim cevabımı tekrar vurgulayayım: Biz, yaşlılarla çalışan sağlık emekçileri, zamanımızın pek azını tıbbi sorunlara ayırıyoruz, zamanımızın çoğunu sosyal sorunları çözmek için kullanıyoruz. Bu da hem hizmet alanı hem de hizmet vereni yoruyor ve umutsuzluğa sürüklüyor.

Yerel yönetimlere önemli sorumluluklar düştüğünü düşünüyorum: Yaşlı bireylerin ev içi ve ev dışı hayatının kolaylaştırılması (ev işlerine yardım, beslenme yardımı, sokakların ve toplu taşımanın yaşlılara uygun olacak şekilde düzenlenmesi), sağlıklı yaşlılar için sosyalleşebilecekleri ortak alanların oluşturulması (parklar, kafeler, elişi ve hobi atölyeleri vb.), yaşlıların üretime katılması (Japonya örneğinde olduğu gibi basit çocuk bakımı, eğitimi vb. görevlerde istihdam), bakıma ihtiyacı olan yaşlılar için gündüz bakımevlerinin kurulması ve işletilmesi oldukça önemli.

Saydığım hizmetler elbette ki eksik. Ben, yaşlılık psikiyatrisi alanında çalışan bir uzman hekim olarak kendi alanımdan hareketle bunları söylüyorum. Yaşlıların temel ihtiyaçlarının ve özellikle sosyalleşme ihtiyaçlarının karşılanmasıyla psikiyatristlerin yükünün azalacağına inanıyorum.  Yaşlı hastaların çoğu yalnızlıktan muzdarip, sosyalleşme imkânları olduğu zaman ilaçlara ihtiyaçlarının kalmadığını o kadar çok gördüm ki. Yalnızlık, yoksullukla da bağlantılı. Çünkü insanlar dolmuş parası bulamayınca evden çıkamıyor, hobi edinemiyor, hatta doktora dahi ulaşamıyorlar. Özellikle yaşlı yoksulluğunu ve yalnızlığını azaltmaya yönelik politikaların önemli olduğunu düşünüyorum.

ÖZLEM ERDEN AKİ KİMDİR?
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini tamamladı. 2002 yılında ABD Houston Baylor College of Medicine Geriatrik Psikiyatri Departmanı’nda gözlemci olarak bulundu. 2004-2005 yıllarında Saint Louis Üniversitesi Geriatrik Psikiyatri Departmanı’nda “Geriatrik Psikiyatri” üst ihtisasını yaptı. 2005-2009 yılları arasında Ankara Başkent Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda çalıştı. Mayıs 2009’da Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda göreve başladı. Hâlen aynı bölümde gero-psikiyatri (yaşlılık psikiyatrisi) alanında çalışmaktadır ve eğitim vermektedir.  Bir süre Alzheimer Derneği Ankara Şubesi’nde başkanlık görevi yaptı, hâlen derneğin yönetim kurulu üyesidir.



Önerilen Haberler