YÜKLENİYOR
Kadın hakları alanında çalışmalar yapan Avukat Canan Arın Belediye Gazetesi’nin sorularını cevapladı.
Türkiye'nin ilk bağımsız kadın sığınmaevi Mor Çatı’nın, KA.DER’in ve İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi’nin kurucularındansınız. Hayatını kadın mücadelesine adayan bir kadın ve hukukçu olarak kadın hareketinin tarihsel-toplumsal seyrine baktığınızda bugünkü durumu ve kadın hareketinin gücünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
CANAN ARIN: Sorunuza iki temelde cevap vermek mümkün. Öncelikle Türkiye’deki birçok hareket gibi kadın hareketi de dünyadaki gelişmelerden bağımsız değil. Bunu saptamakta yarar var. 1980’lerde başlayan “İkinci Dalga Kadın Hareketi”, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de güçlü bir ivme yarattı. Bunu sonucu olarak hemen hemen bütün üniversiteler kadın araştırmaları merkezleri kurdu. Türkiye’nin yine hemen hemen bütün kentlerinde bağımsız kadın dernekleri kuruldu. Bu derneklerin birçoğu kadına yönelik erkek şiddeti üzerine çalışmalar yaptı, yapmaya da devam ediyorlar. 1980’lerin ivmesiyle birçok çalışma yapıldı, “kadın!”dan sorumlu bir bakanlığımız oldu. Kadına yönelik erkek şiddetinin sadece fiziksel şiddet olmadığı üzerinde duruldu. Bütün dünyada kadın haklarını koruyacak uluslararası sözleşmeler yapıldı, birçok ülke bu sözleşmeleri imzaladı. Kadına yönelik erkek şiddetini önlemede en önemli sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nin de ilk imzacısı Türkiye oldu. Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu, dünyadaki medeni örneklerine uygun olarak değiştirildi ve yürürlüğe girdi.
Bugün, dünyada gerileyen kadın haklarına ve yükselen kökten dinciliğe paralel olarak ataerkini güçlendiren, kadın haklarını tamamen baskı altına alan bir eğilim içindeyiz. İktidar partisi, kadın cinayetlerine neredeyse yeşil ışık yakıyor. Kadınların lehine olan yasalar ya hiç uygulanmıyor ya da kadınlar aleyhine değiştiriliyor.
Topsuz, tüfeksiz, silahsız kadın toplantıları, emniyet güçleri tarafından basılıyor, kadınlar yerlerde sürükleniyor, kadınları öldürenlerin cezaları hafifletiliyor, çocuk cinsel istismarlarına açıkça göz yumuluyor.
Amaç, kadınları sindirip eve kapatmak, boşanmaları mümkün olduğu kadar azaltmak, bakım hizmetleri için yapılması gerekenlerden kurtulup bütün bakım hizmetlerini kadınların üzerine yıkmak, piyasaya niteliksiz işgücü sürerek neredeyse karın tokluğuna çalışacak insan yetiştirmek için mümkün olduğunca çok çocuk doğurtmak. Politikalar bu doğrultuda oluşturuluyor. İstanbul Sözleşmesi’nden bu amaçla çıkıldı. “Aile değerlerimize aykırılık” söylemi göz boyamadır. Geleneksel “aile değeri” dedikleri nedir? Kadınları dövmek, kadınlara işkence etmek, kadınları kuluçka makinesi olarak kullanmak, kadınların eğitimini engellemek ve sonunda öldürmek midir? Bu mudur geleneksel aile değerleri? Sözleşmeden çıkmakla eşitsizlik derinleşecek, iktidar, kreş, yaşlı veya hasta bakımevleri açmaktan kurtulacak, GREVİO’ya hesap verilmeyecek ve anti-demokratik hukuksuz uygulamalar daha rahat yapılacak.
Sizin çabanız ve katkılarınızla Türkiye, 2012 yılında İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ilk ülke oldu. Geçtiğimiz mart ayında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı alındı. Siyasi iktidarın bu kararı, siyasi, toplumsal ve kültürel açıdan sizce hangi amaca yönelik? Sözleşme yürürlükteyken yükümlülükler ne ölçüde yerine getirildi?
CANAN ARIN: Bu sorunun cevabını yukarıda kısmen verdim. Bence İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının nedenleri şöyle sıralanabilir:
• AKP içindeki tarikat şeyhlerine ve kökten dincilere oy kaygısıyla taviz vermek. Böylece onların çocukları istismar etmesine göz yummak.
• Kız çocuklarının okullaşmasını engellemek, erken yaşta cinsel istimara uğramalarına yol açmak, piyasanın ihtiyaç duyduğu niteliksiz işgücüne katkıda bulunmalarını sağlamak üzere mümkün olduğu kadar çok çocuk doğurtmak.
• Devletin karşılamakla yükümlü olduğu bakım hizmetlerini tamamen kadınların üzerine yıkmak.
• GREVİO’ya hesap vermekten kurtulmak.
• Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını tamamen ortadan kaldırmak, ataerkini iyice kuvvetlendirmek.
• Kadınları sindirmek.
Türkiye’de kadın cinayetlerini ve erkek şiddetini meşru kılan, cinsiyetlendirilmiş şiddeti besleyen, cinskırımın yolunu açan eril hukuk kültürü ve yargıdaki ayrımcılık sizce nasıl dönüştürülecek? Kadınlar için adalet sağlanabilecek mi?
CANAN ARIN: Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmadan bu mümkün değil. Hükümet, cins kırımına ve kadın katliamına özellikle göz yumup yeşil ışık yakıyor. Kanunları göz göre göre uygulamıyor. İfade özgürlüğünü kullananlara on yıl ceza talep ediyor, kadınları doğrayarak öldürenlere veya çocuklara tecavüz edenleri serbest bırakıyor, tutuksuz yargılıyor, çok az bir cezayla işin içinden çıkıyor, kanunları uygulamıyor. TCK’nin 81. maddesi, cinayetin nitelikli hâlini düzenler ve bu nitelikli hâlin cezası çok daha ağırdır, ama o bile uygulanmıyor. Yalnızca göz boyamak için “hadım edelim”, “idam edelim” gibi ipe sapa gelmez iddiaları ortaya atıyorlar. İdam istemelerinin amacı, kendi siyasi rakiplerini öldürmek. Mevcut yasaları hakkıyla uygulayıp, kısa sürelerde af çıkarmamaları yeter.
Medeni Kanun’da yapılması planlanan değişiklik hayata geçecek olursa toplumsal cinsiyet eşitsizliği daha da belirgin hâle gelecek ve kadınlar açısından laik kazanımların önü kapatılacak. Bu değişikliğin toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel yapı üzerinde ne gibi etkileri olacak?
CANAN ARIN: Amaç, şeriatı getirmek ve laikliği tamamen ortadan kaldırmak. Yıllar önce Dilipak’ın ortaya attığı çoklu hukuk sistemini getirmek ve belki muta nikâhı adı altında kadın ve çocuk cinsel tecavüzlerini tamamen meşrulaştırmak. Kadınları eve kapatıp toplum yaşamından soyutlamak, erkek egemenliğini pekiştirmek.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin tesis edilmesi, her alanda cinsiyete dayalı ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve kadınların kazanımlarının korunması için yapılandırılacak sosyo-ekonomik politikalar hangi ana başlıklardan oluşmalı? Bu süreçte yerel yönetimler nasıl bir rol üstlenmeli?
CANAN ARIN: İlkokuldan itibaren çocuklara toplumsal cinsiyet eşitliği aşılanmalı ve öğretilmeli. Bütün meslek gruplarına her iki yılda bir toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimleri verilmeli. Medya, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda iyi eğitilmeli ve haberlerin bu doğrultuda yapılması sağlanmalı. İşyerlerinde toplumsal cinsiyet eğitimleri verilmeli ve süreç takip edilmeli. Belediyelerin kolay ulaşılabilir, ucuz ve güvenli kreşler, hasta ve yaşlı bakımevleri açıp işletmesi sağlanmalı. Kadınlara istihdam alanları açılmalı. Kadınların üzerinden cam tavanlar kaldırılmalı ve mutlak eşitlik sağlanmalı. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için her türlü mekanizma harekete geçirilmeli, bu sayede kadına yönelik erkek şiddetini engelleyebiliriz.
CANAN ARIN KİMDİR?
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1970-1975 yılları arasında Londra Ekonomi Okulu’nda anayasa hukuku üzerine çalıştı. 1980'de Türkiye’de başlayan İkinci Dalga Kadın Hareketi içinde etkin rol aldı. 1990’da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, 1997’de Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği’nin (KA.DER) kuruluşunda Şirin Tekeli’yle birlikte çalıştı. 1998’de İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi’nin kuruluşunda görev aldı. 1994-1997 yılları arasında Avrupa Konseyi’nin Kadın Erkek Eşitliği Kadına Yönelik Şiddet Uzmanlar Kurulu’nda bulundu. BM’nin 1995’te Pekin’de yapılan Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’nda ve 2000’de New York’ta yapılan Pekin+5 BM Özel Oturumu’nda resmî delegasyonda yer aldı. 2003-2004 yıllarında Türk Ceza Kanunu Kadın Platformu’nun çekirdek kadrosunda, 2005 yılında BM’deki Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi (CEDAW) toplantısında hükümet dışı kuruluşlar adına gölge rapor veren grup içinde bulundu. Kadına yönelik şiddet konusundaki çalışmalarıyla Türkiye’de feminist külliyatın oluşmasına katkıda bulundu. Kırk yılı aşkın süredir kadın hakları alanında çalışmalar yapmaktadır.