"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Eylem Ümit Atılgan: “Eril hukuk kültürü, şiddeti ve cinsiyet hiyerarşisini meşrulaştırıyor”

  • 7 Mart 2022
Akademisyen Eylem Ümit Atılgan Belediye Gazetesi’ne değerlendirmelerde bulundu.

Kadın cinayetleri ve erkek şiddeti giderek cinskırıma dönüşüyor. Kadınların yaşam hakkı mevcut politikalarla korunamıyor. Cezasızlık, kadınlara yönelik şiddeti normalleştiriyor. Yargıdaki ayrımcılığın kadın cinayetlerini ve erkek şiddetini bir cinsiyet politikası olarak meşrulaştırdığını söyleyebilir miyiz?
EYLEM ÜMİT ATILGAN:
Evet, bunu söyleyebilmek için elimizde çok veri var. Türkiye’deki kadın ve LGBTİ+ hareketinin başarılı bir şekilde gündemde tuttuğu “erkeklik indirimi” uygulamasından tutun, cinsel şiddet davalarında mağdur kadın suçlayıcı yargılama pratiklerine varıncaya kadar cezasızlığın birçok türünün yargıda genel ve yaygın bir örüntü olduğunu görüyoruz. Cinsiyetlendirilmiş şiddete karşı cezasızlık, eril hukuk kültüründeki cinsiyetçiliğin önemli bir unsuru. Cinsiyetlendirilmiş şiddet, hegemonik erkekliğin kadınları, LGBTİ+ları ve madun erkekleri denetim altında tutabilmesi, yani ataerkil düzenin sürdürülebilmesi için önemli bir araç. Bu noktada cinsiyet hiyerarşisinin koruyuculuğunu ve yeniden üretimini üstlenmiş toplumsal yapılardan birinin de yargı ve yargıdaki eril hukuk kültürü olduğunu düşünüyorum. Bunu özellikle Connell’in hegemonik erkeklik teorisindeki “işbirlikçi erkeklik” kategorisi olarak isimlendirdiği, “elini kirletmeden ataerkil paydan yararlanan”, “suç ortağı” (complicit masculinity) erkeklikten yola çıkarak söylüyorum. “Suç ortağı erkeklikler”, cinsiyet rejiminin inşasında “hegemonik erkeklikler” kadar aktif bir rol üstlenmez, ancak bu hiyerarşiye onay vermek, kadınların ezilmesinden ve ikincilleştirilmesinden yararlanmaları sonucunu doğurur ki, buna itiraz etmezler. Çünkü suç ortağı erkekliğin özelliği, hegemonik erkekliklerdeki gibi elini kirletme külfetine katlanmadan “ataerkil paydan” yararlanmasıdır. Connell’e göre, erkeklerin büyük çoğunluğu bu kategoride yer alır. Ben, yargıçların cezasızlıktaki konumunu erkeklik teorisindeki bu “suç ortaklığı” kategorisinden yararlanarak “işbirlikçi erkeklik” olarak adlandırıyorum. Bu tanıma göre, kendisi eril performanslardan şiddet içerenlere çok bulaşmasa da (küfür eden birini öldürmemiş ya da kendinden boşanmak isteyen kadını öldürmemiş), bazı erkeklerin bu yöndeki icraatlarını empatiyle karşılayıp onaylayan erkekler, söylemde ve belki de görünürde kadın-erkek eşitliğini kabul etse dahi hegemonik erkeklikle bir tür suç ortaklığı-işbirliği ilişkisi içindedir. Hegemonik erkekliği en fazla besleyen pratikler bunlardır, çünkü erkeklerin diğer erkeklere, kadınlara ve çocuklara yönelik davranışlarının normal, sıradan, doğal olarak tanımlanması, egemen erkeklik pratiklerini kolaylaştırır. Erkeklik savunmasının, yani erkeklik performansının (eril şiddetin) altında yatan meydan okumayı, tepki verilmesi gereken bir haksızlık olarak kodladıkları yüzlerce kadın cinayeti davası dosyasında sabit. O erkeklerin şiddetini haklı görüyorlar, kadınların şiddeti hak ettiğini kabul ediyorlar ve bu türden şiddeti erkeklik indirimi-haksız tahrik indirimiyle cezasızlığa sokuyorlar. Eril hukuk kültürü karşımıza sadece cezasızlıkla çıkmıyor, aynı zamanda kadınlara karşı diğer “düşman ceza hukuku” uygulamalarıyla da ayrımcılığı yeniden üretiyor. Aynı yargı, kadınların kendilerini eril şiddetten korumak için işledikleri öldürme fiillerine karşı son derece erkek yancısı tutum sergiliyor ve kadınlara hiçbir hafifletici neden indirimi uygulanmıyor. Eril şiddet failine yaptığı indirimleri, eril şiddetten hayatta kalabilmek için kendini savunan kadınlara uygulamıyor ve erkeklere vermediği ağır cezaları kadınlara veriyor. Kadınlara ölmekten ya da itaat etmekten başka yol tanımayan eril hukuk kültürünün eril şiddeti ve cinsiyet hiyerarşini meşrulaştırdığını net olarak söyleyebiliriz.

Doçentlik teziniz için 1978-2015 yılları arasındaki kadına şiddet davalarına ait mahkeme dosyalarını, haksız tahrik indiriminin tartışıldığı kararları, polis tutanaklarını, savcı sorgu ifadelerini araştırdınız. Araştırmanızın sonuçlarıyla değerlendirdiğinizde cinsiyetlendirilmiş şiddeti besleyen eril hukuk kültürünün yıkılması mümkün mü?
EYLEM ÜMİT ATILGAN:
Beşerî bir kurgudan söz ediyoruz, neden değişmez, ebedi olsun ki? Mümkün, ama kolay değil. İşbirlikçi erkeklik kategorisinde gördüğüm yargıçlar (cinsiyetleri erkek ya da kadın olsun fark etmiyor), eril şiddet davalarında faili cezasızlıkla taçlandırıyor, kadınları eril şiddetten korumuyor, evet. Kadınların eril şiddete karşı öz savunma yaptığı davalarda kadınları çok ağır cezalandırıyor, evet. Kadınların cinsel şiddet mağduru olduğu davalarda mağdur suçlayıcı yaklaşımla rızayı giyilen elbisede, gidilen yerde arıyor ve her zaman buluyor, evet. Kadının beyanının güvenilirliğini hukukun dışına çıkararak sadece “toplumsal ahlak” referansıyla sorguluyor, evet. Bu hâliyle resmin bütününe bakıldığında kadınlara karşı bir savaş var. Kadınlara “düşman ceza hukuku” uygulanıyor. Ancak diğer yandan, bu kadar açıktan yürütülen güçlü bir ayrımcılık ve adaletsizlik, sistemin muhaliflerini de güçlendiriyor. Unutmayalım ki, iç hukuk kültürünü, yargılamanın öznesi olan avukatlar da şekillendirir. Türkiye’deki kadın hareketinin güçlü bir damarını ezelden beri feminist avukatların oluşturduğunu, son yıllarda sayılarının daha da arttığını ve örgütlendiklerini özellikle atlamayalım. Dava takibi, Türkiye’deki örgütlü feminist avukatların insanüstü çabayla yürüttükleri bir mücadele. Her geçen gün daha fazla hak savunucusu, bu alandaki eğitimlere katılıyor ve kadın davalarında gönüllü olarak görev almaya başlıyor. Kadınlar, hak mücadelesinin alanını eril şiddet verisi toplama, “feminist stratejik davalama” ve tüm ülkeye yayılan dava takibiyle genişletti. Feminist avukatlığı bu yüzden eril hukuk kültürünü dönüştürecek bir güç olarak görüyorum. Saha araştırmasını yeni tamamladığım ve yazmakta olduğum son araştırmamda feminist avukatlığın mahkeme salonundaki eril söylem üzerindeki dönüştürücü etkisini tespit ettiğimi söyleyebilirim. Sayısal olarak da haksız tahrik indirimi (erkeklik indirimi) kararlarının feminist avukatlar tarafından takip edilen davalarda daha az sayıda çıktığını belirteyim. Bunlar gibi birçok parametre bize feminist avukatlığın eril hukuk kültürünü dönüştürme potansiyelini gösteriyor, ben de araştırmamda bu argümanı ortaya koyuyorum. Önceki mahkeme etnografisi araştırmamda erkeklik savunmasının eril hukuk kültürü içindeki üretim mekanizmasını anlatmıştım, yargıçların işbirlikçi erkeklik rolü argümanını savunmuştum ve bu, çok karanlık bir tabloydu. Şimdiki araştırmamda bu karanlık tabloyu değiştirmek için mücadele verenlerin dönüştürücü gücünü anlatıyorum. Bu yüzden belki de herkesten daha umutluyum. Eril hukuk kültürü de dönüşüyor, değişiyor. Örgütlü feminist avukatlık, Türkiye’deki hak savunuculuk geleneğinin önemli bir damarı. Bu nedenle eril hukuk kültürünü içeriden dönüştürme rolü, politik bir eylem olarak daha fazla işaret edilmeyi hak ediyor.

Türkiye, geçtiğimiz mart ayında İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Bu karar, sözleşmenin toplumsal cinsiyet eşitliğine ve kapsayıcılığa vurgu yapan niteliği yerine ataerkil pazarlığı muhafaza etme amacı mı taşıyor? Siyasi iktidarın kadınlarla ilgili meselesi sadece “makbul kadınlar” yaratmak mı?
EYLEM ÜMİT ATILGAN:
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme, nafaka hakkının sınırlanması, erken yaşta ve zorla evliliklerin cinsel istismar suçu olmaktan çıkarılması gibi kadın hakları kazanımlarına karşı başlatılan tırpanlama hareketinin bir hamlesi. Kadınlara karşı savaş, yargıda olduğu gibi birçok cephede devam ediyor. Yasa koyucu, kadın denetimini meşrulaştıran yasal düzenlemeleri ve yargısal pratikleri muhafaza etmek istiyor. Bunu da aileyi korumak, geleneksel değerleri savunmak gerekçesiyle yapıyor ki, güçlü bir muhalefetle karşılaşmasın. Türkiye’deki rejimin otoriterleşmesi sürecini dinsel, etnik azınlıklar ve muhalifler üzerinden yürüttüğü baskı politikasında gördüğümüz gibi, kadınlara ve LGBTİ+lara karşı yürüttüğü ayrımcı politikada da görüyoruz. Özgürlüklerin ve hakların sınırlandığı bir konjonktürde hakları ilk elinden alınanlar arasında kadınları ve LGBTİ+ları görmek sürpriz değil. Zira yukarıda bahsettiğim saha araştırmamda bir görüşmecimin belirttiği gibi, “Kadınlar, ezilen en eski millettir.” Bu baskıcı ve ayrımcı politikanın hedefi, soruda sizin de ortaya koyduğunuz gibi, ataerkil pazarlığı bozduğu/reddettiği için çıplak hayat olarak öldürülmeyi hak eden kadınlardan arındırılmış makbul kadınlardan müteşekkil bir toplumsal. Hukuk, homo sacer, yani lanetli isyancı kadınları makbul-masumlardan haksız tahrik indirimleriyle ayırıyor. Bunu Türkiye’de yasa aracılığıyla yapabilmek mümkündür. Erkeklere öldürme hakkı tanıyan yasalar ve cezasızlık politikası bunun için vardır. İstanbul Sözleşmesi, bu oyunu bozan bir insan hakları belgesi olduğu için hedeftedir. İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi süreci de hukuken tartışmalıdır. Nitekim Danıştay’dan beklediğimiz yönde kararlar gelmeye başladı. İçinde şiddeti barındıran eşitsiz ailelere kadınlar artık daha fazla tahammül etmiyor. Ataerkil pazarlık masasından kalkan daha çok kadın var ve sayıları her geçen gün artıyor. Türkiye’deki iktidar, diğer ülkelerdeki neo-liberal sağ iktidarlar gibi bundan rahatsız ve ataerkil aileyi koruma çabası içinde. Dünyanın her yerinde sağ iktidarlar, eril şiddete boyun eğmeyen özgürleşmiş kadınları terbiye için aile içindeki erkeğin iktidarına güveniyor. İstanbul Sözleşmesi, CEDAW gibi toplumsal cinsiyet eşitliğini bir ideal olarak ortaya koyan insan hakları belgeleri ayaklarına dolanıyor bu yüzden. İlk iş olarak bu metinleri değiştirmek istiyorlar. Boşanmayı kadınlar için zorlaştırmak, eğitimden ve ekonomik özgürlükten mahrum bırakarak kız çocuklarını erken yaşta ve zorla evlendirmek de bu hedefleri için bir sıçrama tahtası. İsyan etmeyen, itaat eden, eril şiddete boyun eğen kadınların mevcudiyeti, ataerkil aile yapısının sürdürülmesi için şart. Özgürleşen, haklarını savunan ve toplumsal cinsiyet eşitliğini ve cinsiyet adaletini talep eden kadınların ve LGBTİ+ların sayısının artması ataerkil düzen için büyük tehdit. İktidar, bu tehdidi bastırmak için yasal, yargısal tüm araçları kullanıyor.

EYLEM ÜMİT ATILGAN KİMDİR?
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 2000-2017 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı’nda görev yaptı. “Aristotales’in Devlet Kuramı ve Modern Kuramlara Katkısı” başlıklı teziyle yüksek lisansını, “Kentte Suça Karışmış Çocuklarda Toplumsal Ortam ve Ceza Ehliyeti Araştırmaları” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. “Türkiye’deki İç Hukuk Kültürü Üzerine Sosyo-Hukuki Bir Araştırma, Haksız Tahrik Kararlarında Eril Tahakküm Kodları”, başlıklı doçentlik teziyle 2015 yılında doçentlik unvanını aldı. Yakın Doğu Üniversitesi ve Girne Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Çeşitliliği Hukuk Kliniği’yle Hukuk & Toplum Merkezi’nin başkanlığını yürütmektedir. İnsan ticareti, modern kölelik, feminist avukatlık ve eril hukuk kültürü üzerine çalışmalarına devam etmektedir. Kıbrıs’taki gece kulüplerinde konsomatris olarak çalışan kadınlarla saha araştırması yaptı. “Mekândan İmkâna Çocuk Suçluluğunun Habitusu Ceza Ehliyeti İlişkisi” adlı kitabı 2007 yılında Ankara Barosu Yayınları tarafından yayımlandı. Mithat Sancar’la birlikte kaleme aldığı “Adalet Biraz Es Geçiliyor, Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları”, “Türkiye’deki İç Hukuk Kültürü Üzerine Sosyo-Hukuki Bir Araştırma, Haksız Tahrik Kararlarında Eril Tahakküm Kodları” adlı kitapları da 2009 yılında yayımlandı.


Önerilen Haberler