"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Koman: “Çocukların söz sahibi olduğu kentsel politikalar uygulanmalı”

  • 11 Nisan 2022
FİSA Çocuk Hakları Merkezi Çocuk Hakları Uzmanı Ezgi Koman görüşlerini Belediye Gazetesi’ne aktardı.

Türkiye, yetişkin odaklı bir ülke. Hâl böyle olunca, çocuk hakları kavramı da çoğunlukla söylem düzeyinde kalıyor. Tarihsel ve toplumsal seyri açısından değerlendirdiğinizde Türkiye’de çocuk haklarının ve çocukların birer birey, özne olduğunun anlaşılması nasıl mümkün olacak? Bu kapsamdaki sosyal politikalar ve uygulamalar yeterli mi?
EZGİ KOMAN:
Çocukların hak ve özgürlük sahibi, hayatın eşit ortakları olan bireyler şeklinde algılanmasının bir yolu, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin tam olarak anlaşılmasıdır. Şöyle ki, sözleşme, çocukların sadece korunmasından değil, aynı zamanda sahip oldukları haklarla özgürleşmesinden de söz ediyor. Nedir bu haklar? İfade özgürlüğü, örgütleme özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü ve katılım hakkı. Elbette bunları öncelikle devletin benimsemesi, daha sonra toplumda bu yönde bir paradigma değişiminin sağlanması gerekiyor. Paradigma değişimi diyorum, çünkü Türkiye’de çocukluk paradigması oldukça sorunlu. Çocuk, bir yandan masum, korunmaya muhtaç, hatta dinî referanslarla “melaike” olarak görülürken, öte yandan, en tehlikeli, suçlu, “terörist” kabul edilip tutuklanabiliyor. Çocukların her zaman birine ait olduğu düşünülüyor, ebeveynlerine ya da devlete. Çocuklar her zaman gelecekle ilişkilendiriliyor: Ailenin ya da ülkenin devamlılığını sağlayacaklar. Bu durum, çocukların şu andaki gerçek ihtiyaçlarının ve potansiyellerinin görülmemesine yol açıyor. Çocukların bireyliği ve özneliği gelecek zamana öteleniyor. Bu nedenle çocukların toplum ve devlet tarafından özne olarak kabul edilmesi hiç kolay değil. Kaldı ki, şu günlerde biz yetişkinler de kendimizi özne görmekte zorlanıyoruz.

Aslında çocukların özne olarak görülmesinin yolu da -tıpkı bizler gibi- kamusal alanda daha fazla yer almalarından, seslerinin ve görüşlerinin duyulmasından geçiyor. Karar süreçlerine müdahale yolu ise, etki edebilecekleri mekanizmaların kurulmasından, katılım hakkının her çocuk için uygulanmasından geçiyor. Ancak Türkiye’de çocukların katılım hakkı çok işlemiyor. İhlal ediliyor. Çünkü çocuklara bir birey, özne, bugünün ortakları, eşit bireyleri olarak değer verilmiyor. Yetişkinler zaman zaman çeşitli yöntemlerle çocukları karar süreçlerine katıyormuş gibi yapıyor. Ama bu da samimi olmuyor. Çünkü çocukların böyle bir potansiyeli olduğuna inanmıyorlar ya da katıyormuş gibi yaparak aslında kendi çıkarları için çocukları kullanıyorlar. Bu da bir ihlal tabii ki.

Çocuklara yönelik ihmal, istismar, şiddet, taciz/tecavüz genellikle cezasız kalıyor. Çocukların tehlike ve risk altında olması göz ardı ediliyor. Çocukların güvenli yaşam ve zulüm görmeden yaşama hakkını güvence altına almak için hukuki açıdan neler yapılmalı? Mevcut yasalar ve mevzuat bu kapsamda yeterli mi?
EZGİ KOMAN:
Evet, birçok devlette olduğu gibi cezasızlık Türkiye’de de bir rejim, bir yönetim biçimi. Çocuklar da bu cezasızlık rejiminden muaf değil. Çocukların maruz kaldığı ihlallerin failleri yeterince cezalandırılmıyor. Ayrıca bu ihlalden kaynaklanan zararları onarılmıyor, iyileştirilmiyor. Başka bir çocuk benzer bir ihlali yaşamasın diye yapılması gerekenler yapılmıyor.

Çocukların güvenli yaşama hakkı için yapılması gerekenler aslında insan hakları literatüründe çok net: Devlet, kamu görevlileri yoluyla bunu ihlal etmeyecek, üçüncü kişilerin ihlalinden çocukları koruyacak. Ayrıca bu hakkın hayata geçmesi için gerekli olan her şeyi, mevzuatı, uygulamayı, mekanizmayı sağlayacak.

Ne yazık ki, bu anlamda yapılması gerekenler Türkiye’de yeterli değil. Çocukların güvenli, sağlıklı mutlu ve barış içinde yaşamasıyla ilgili mevzuat tek bir yerde toplanmış değil elbette. Örneğin, Çocuk Koruma Kanunu var. Bu kanun çok önemli. Ancak bu kanun sadece çocuğun başına bir şey geldikten sonra yapılması gerekenlere odaklanıyor. Önleyici, bütüncül bir süreci tanımlamıyor. Ayrıca çocuklarla ilgili kurumların birbiriyle eşgüdümü de zayıf. Çocuklar için ayrılan kaynaklar, bütçe, nitelikli personel yeterli ve görünür değil. Tabii ki tüm bunlar,  çocukların yaşamına hak ihlalleri olarak yansıyor.

Çocuklara karşı önyargıyla ve ayrımcılıkla yüzleşmek için ailede, okulda, çevrede ve siyasi söylemde nelerin değişmesi gerekiyor? Çocukların özgürleşmesini, gelişmesini sağlamak ve yurttaşlık haklarını korumak için nasıl bir toplumsal yapı inşa edilmeli?
EZGİ KOMAN:
Son söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim: Çocukların özgürleşmesi, hepimizi özgürleştirecek. Yani hepimizin onurlu, barış içinde ve özgür bir şekilde yaşaması için gerekli olan her şey çocuklar için de geçerli. Eşit, ayrımcı olmayan, hiyerarşik bir akılla kurgulanmamış bir dünya gerekiyor. Bu tabii ki mümkün. Yeter ki, buna odaklanalım. Söylemlerde değişmesi gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:

•    “Çocuklar bizim geleceğimizdir,” cümlesiyle başlayan konuşmalar olmamalı. Çünkü çocuklar bizim geleceğimiz değildir, bugünün eşit ortaklarıdır. Hakları ve özgürlükleri vardır. Bunların yerine getirilmesinden devletler sorumludur.

•    “O benim çocuğum, buna hakkım var,” algısı da değişmelidir. Çocuklar, ebeveynleri olsak da, bize ait değildir. Kimseye ait değildir. Evet, onların hayata gelmesini sağlamış olabiliriz. Ama bu, onlar üzerinde hakkımız olduğu anlamına gelmez. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre, ebeveynlerin çocuklar üzerinde hakları değil, sorumlulukları vardır. Bu sorumluluk da çocukların özgür ve onurlu bir şekilde kendilerini geliştirmesine yardımcı olmaktır.

•    “Çocuklar çok güçsüz, çok korunmasız,” söylemi de oldukça sık kullanılan, ancak çocukları her seferinde daha fazla şiddete ve istismara maruz bırakan bir söylemdir. Şiddet ve istismar, eşit olmayan bir ilişkiden doğar. Çocukları sürekli güçsüz gören yaklaşım, bir başka “güçlüyü” tarif ediyor. Gücü elinde bulundurana bunu kötüye kullanma cüreti veriyor. Bu da çocuğa şiddet ya da istismar olarak yansıyor. Dolayısıyla çocuklar güçsüz değildir. Onlar için gerekli düzenlemeler yapılsa, onları merkeze alan, insan haklarına dayalı politikalar uygulansa, çocukların şiddete ve istismara karşı potansiyellerini görebiliriz. 

Çocuk yoksulluğunun etkilerini azaltan, çocukların ihtiyaçlarını dikkate alan, psiko-sosyal destekle gelişimlerine katkıda bulunan, çocukları merkeze alan sosyal politikaların geliştirilmesi ve hayata geçirilmesi için yerel yönetimlerin alacağı inisiyatifler sizce neler olmalı?
EZGİ KOMAN:
Çocuk yoksulluğu, gittikçe derinleşen bir konu. Art arda yaşanan krizler (iklim krizi, gıda güvenliği krizi, pandemi, ekonomik kriz), bu yoksulluğun etkilerini derinleştiriyor. Yerel yönetimlerin yoksullukla ilgili tek bir hedefi olmalı: Yoksulluğu ortadan kaldırmak. Azaltmak değil, ortadan kaldırmak. Dünyada bunun için eşitlikçi politika önerileri var. Bu önerilerden yararlanılabilir. Çocuklara özel, hak temelli, bütüncül, çocuğun ihtiyaçlarını ve potansiyellerini gören, buna göre önlemler alan, olanaklar yaratan, çocukların da söz sahibi olduğu kentsel politikalar üretilmeli ve uygulanmalı.

EZGİ KOMAN KİMDİR?
1998 yılında Çatı Çocuk Kütüphanesi ve Sanat Atölyesi’nin kuruculuğunu ve koordinatörlüğünü yaptı. 2000-2006 yılları arasında BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin yaşama geçirilmesini hedefleyen, aylık anne baba ve eğitimci dergisi Çoluk Çocuk’un yazı işleri müdürlüğünü, 2006- 2012 yılları arasında İnsan Hakları Ortak Platformu’nun diyalog ve savunuculuk koordinatörlüğünü yürüttü. 2004-2008 yıllarında Af Örgütü Türkiye Şubesi’nde Çocuk Hakları Koordinatörlüğü görevinde bulundu. 2012-2016 yılları arasında, 23 Kasım 2016 tarihinde yayımlanan KHK’yla kapatılana kadar kurucuları arasında yer aldığı Gündem Çocuk Derneği’nin Çocuk Hakları Merkezi’nin koordinatörlüğünü yaptı. Türkiye’de çocuk haklarının sistematik olarak izlenmesi, raporlanması konusunda çalışmalar gerçekleştiriyor, Yeni Yaşam gazetesinde çocuk haklarıyla ilgili haftalık köşe yazısı yazıyor. 2018 yılından bu yana çocuk hakları çalışmalarına kurucuları arasında yer aldığı FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nde devam ediyor.


Önerilen Haberler