"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Akçakaya Waite: “Yerel yönetimler özgün stratejiler geliştirmeli”

  • 23 Mayıs 2022
İTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü Öğretim Üyesi Dr. İmge Akçakaya Waite Belediye Gazetesine değerlendirmelerde bulundu.

Ulusal/uluslararası akademik çalışmalar yerel yönetimlerin uygulamalarına nasıl dahil edilebilir? Yenilikçi ve bütüncül bakış açısını geliştirmek için akademik çalışmalardan yararlanmak amacıyla yerel yönetimler sizce neler yapılmalı?
İMGE AKÇAKAYA WAITE:
Yerel yönetimler gerek uluslararası gerek ulusal akademik çalışmalardan, özellikle araştırmacısı olduğum şehir planlama gibi disiplinlerde, yüksek düzeyde yararlanabilir, çünkü çalışmalar buna elverişli. Esasen, akademik çalışmalarımızın önemli hedeflerinden biri, araştırma çıktılarının yerel yönetimlerin plan, proje ve politika gündemlerine yansıması. Böylece çıktıları toplumsal alanda yaymak, yani bilimde gelinen son noktayı toplumla hem teori hem de uygulama çerçevesinde buluşturmak. Bu amaçla akademik proje raporları, politika dokümanları yayımlıyor, merkezî ve yerel yönetimlerle proje konusuyla ilgili diğer endüstri-sivil oluşum-akademi aktörlerini de kapsayan seminerler ve çalıştaylar düzenliyoruz. Bu çalışmaları benimseyen yerel yönetimlerle uygulama projeleri tasarlayıp yürütebiliyoruz.

Bahsettiklerim daha ziyade akademi tarafından üretilen akademik çalışmalara proje sonrası dahil olma süreçleri. Bir de yerel yönetimin akademik çalışmalara bizzat katılımı söz konusu. Bu kapsamda yerel yönetimler ulusal/uluslararası akademik proje önerilerinde ortak paydaş olarak yer alabiliyor. Akademi ve yerel yönetim paydaşlarına endüstri ve sivil oluşumlar da katıldığında ortaya çok aktörlü, çok disiplinli proje konsorsiyumları çıkıyor. Ulusal projelerdeki saha çalışmaları, işbirliği yapılan yerel yönetimlerin yetki alanı içinde ilgili proje konusu açısından kritik koşullara sahip alanlar üzerinden derinlemesine yürütülüyor. Bu çalışmalar doğrudan ilgili yerel yönetimlerle ülke genelinde benzer güçlüğe ve potansiyele sahip olan diğer yerel yönetimlerin yararlanması için işlevsel hâle getiriliyor. Çok ülkeli ortaklıkların söz konusu olduğu uluslararası projelerde ise, dünyanın farklı coğrafyalarında benzer konulara kafa yoran yerel yönetimlerin deneyim ve çıktı paylaşımları üzerinden bizdeki yerel yönetim deneyimlerinin dünya düzeyine yükseltilmesi söz konusu. İstanbul’da bu kapsamda yapılan çalışmalara İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle bazı ilçe belediyelerinin katıldığını biliyoruz, ancak bu gibi ortaklıkların daha da geliştirilerek yerel yönetimlerin akademik çalışmalardan daha fazla yararlanmasının önünde bir engel olmadığını düşünüyorum.

Dolayısıyla yerel yönetimlerin hem tamamlanmış ve süregelen güncel akademik çalışma çıktılarını takip etmesi, bunları gündelik uygulama alanlarına adapte etmek için hareket etmesi hem de yeni akademik çalışmalara ortak olarak katılması bana göre yerel yönetim-akademi işbirliği için önemli adımlar olacaktır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yeni vizyonunda araştırmaya önem verildiğini, belediye bünyesindeki çeşitli araştırma birimlerinin kurulması, veri tabanlı karar alma ve uygulama süreçlerinin benimsenmesi, akademisyenlerin önemli yönetici pozisyonlarına yerleştirilmesi ve belediye kadrolarının lisansüstü düzeyde öğrenimlerinin desteklenmesi gibi politika ve uygulamalarından görebiliyoruz. Örneğin, mensubu olduğum İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi’nin bazı öğretim üyeleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde daire başkanlığı ve danışmanlık gibi görevler üstleniyor, yüksek lisans ve doktora öğrencilerimiz arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin uzman kadrolarında görev yapan öğrenciler bulunuyor. Bunlar oldukça anlamlı ve olumlu gelişmeler. Ancak bunların da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tüm birimlerini ve ilçe belediyelerini kapsayacak şekilde genişletilmesi, ülke genelinde yaygınlaşması gerekir.

Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan içinden geçtiği süreç yerel yönetişimi/demokrasiyi, yerel yönetim/sivil toplum işbirliğini hangi açılardan etkiledi? Yerel demokrasiyi güçlendirecek yönetsel politikaların kapsamı nasıl olmalı?
İMGE AKÇAKAYA WAITE:
Belirttiğiniz süreçler, şüphesiz, yerel yönetim ve yönetişim süreçlerini doğrudan ve derinden etkiledi, etkilemeye de devam ediyor. 2000’li yılların başından itibaren AB uyum programı kapsamındaki önemli politika değişiklikleri ve AB hibelerinden yararlanma olanakları oluştu. Bu sayede demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gibi önemli başlıklar altında yerel yönetişimi güçlendirecek kayda değer birtakım çalışma ve uygulamalara imza atıldı. Keza 2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Kanunu uyarınca büyükşehir ve ilçe belediyelerinin yetkileri genişletilerek hizmet üretimi ve arzında desantralizasyon, yani yerinden yönetim anlayışı benimsendi. Ancak ilk bakışta olumlu görünen bu gibi gelişmeler, ilgili bilim literatüründe de çokça tartışılan ve ülkemizi 1980’li yıllardan itibaren etkisi altına alan, hep eleştirdiğimiz neoliberal politikaların paralelinde serbest pazar ve rekabet koşulları güdümünde biçimlendiği için işbirlikleri de belli başlı bazı özel sektör, merkezî ve yerel yönetim aktörleri dahilinde merkezî ve yerel yönetimlerin özel aktör gibi davrandığı, insan merkezli değil, kâr maksimizasyonu merkezli sonuçlar üreten çalışmalara yol açtı. İstanbul’daki alan bazlı kentsel dönüşüm çalışmalarını, İstanbul Havalimanı ve Kanal İstanbul gibi mega projeleri, marina ve finans merkezi yatırımlarını bu çalışmalara örnek olarak gösterebiliriz.

Öte yandan, merkezî yönetim tarafından benimsenen ve dozu özellikle son on yıl içinde giderek artan dikey ve hiyerarşik yönetim biçimi, yerleştirilmeye çalışılan ve henüz emeklilik döneminde olan yerinden yönetim anlayışının merkeziyetçilikle yer değiştirmesine neden oldu. Bu durum, merkezî otoritelerin arzu ettiği projelerin gerçekleşmesini yasal, finansal ve operasyonel açılardan kolaylaştırma ve hızlandırma avantajlarını içeriyor gibi görünse de, gündelik yaşamları bu projelerin ekonomik, sosyal ve fiziksel sonuçlarından yüksek düzeyde etkilenen yerel sakinlerin söz sahipliği büyük ölçüde baltalandı. Benzer şekilde, yerel yönetimler, sivil oluşumlar gibi yerel aktörlerin bu projelere katılma ve yereli temsil etme olanakları azaldı, hatta kimi örneklerde yok oldu. Dolayısıyla Türkiye’nin deneyimlediği merkezî, otoriter, hiyerarşik yönetim anlayışının yerel demokrasiyle yönetişim ve işbirliği yapılarını olumsuz etkilediğini söyleyebiliriz.

2016 yılında Kaliforniya Üniversitesi’nde tamamladığım doktora çalışmam, yerel yönetimlerin de parçası olduğu kentsel projelerin çok paydaşlı karar alma yapılarını İstanbul’daki alan bazlı kentsel dönüşüm proje örnekleri üzerinden inceleyerek, vaka analizlerinden elde edilen ders niteliğindeki çıkarım ve bulguları demokrasi ve yönetişim alanlarında politika önerilerine dönüştürüyor. Yalnızca kentsel dönüşüm değil, yerel aktörleri kapsayan tüm hizmet, plan ve proje alanlarını kapsayan bu politikalar, yerel demokrasinin gelişmesi için net bir yol haritası sunuyor. Bu politikaları yedi başlık altında özetlemek mümkün: (1) tüm kent sakinlerinin barınma gibi temel insan haklarına öncelik verilmesi, (2) kent sakinlerinin ihtiyaç ve beklentilerinin siyasi ve ekonomik çıkarların üstünde tutulması, (3) yerel paydaşlarla iletişim ve müzakere kanallarının açılması ve sürdürülmesi, (4) plan ve projelerin yapılandırılmasında görev ve sorumlulukların tepeden inme değil, aşağıdan yukarı ve stratejik olarak dağıtılması, (5) yerel aktörlerin kurumsal ve toplumsal kapasite geliştirme yoluyla güçlendirilmesi, (6) hukukun üstünlüğü, şeffaflık, hesap verebilirlik, katılım ve kapsayıcılık, etkinlik ve etkililik gibi “iyi yönetişim” unsurlarının benimsenmesi, (7) hem formel aktörler arasında hem de formel aktörlerle yerel toplum arasında güven tesisi. Bu önemli politika başlıklarını tüm kent yönetimi aktörlerinin merkezî-yerel yönetim, sektör ve ölçek ayrımı gözetmeden özümsemesi ve hayata geçirmesi, yerel demokrasinin güçlendirilmesi için şüphesiz ki önemli ve gerekli.

Çalışma alanlarınız arasında kentsel hareketlilik de yer alıyor. Özellikle kentsel hareketlilik bağlamında iklim krizine karşı kapsayıcı tedbirlerin alınması için yerel yönetimler hangi inisiyatifleri üstlenmeli?
İMGE AKÇAKAYA WAITE:
Evet, güncel çalışmalarım arasında kent içi ulaşım ve hareketlilik konularını kapsayıcılık, halk katılımı ve yerel yönetişim açısından araştırmak da bulunuyor. Bu bağlamda İTÜ Mimarlık Fakültesi bünyesinde kurulan İstanbulON Kentsel Hareketlilik Laboratuvarı’ndan, yürütücülüğünü aynı bölümde birlikte görev aldığım Doç. Dr. Eda Beyazıt İnce’nin yaptığı, araştırmacısı olduğum, hâlen devam eden TÜBİTAK destekli “Ulaşım Yoksulluğundan Kapsayıcı Ulaşım Sistemine: Sosyo-Mekânsal Eşitsizlikleri Azaltmaya Yönelik bir Model Önerisi” başlıklı ulusal araştırma projesinin ara çıktılarından söz edebilirim.

Kapsayıcılık, en genel hâliyle toplumu oluşturan, çok farklı ihtiyaçları ve beklentileri olan, özellikle dezavantajlı veya kırılgan addedilen bireylerin ve grupların ihtiyaçlarının, beklentilerinin gerek plan ve proje üretiminde gerek uygulamalarda gözetilmesini konu alıyor. Buradaki anlayış, demokrasi, insan hakları ve fırsat eşitliğini öne çıkararak, yaşamını çeşitli nedenlerle dezavantajlı koşullarda sürdüren kent sakinlerinin kentin getirdiği olanaklardan toplumun geri kalanıyla aynı düzeyde yararlanmasını amaçlıyor. Sözünü ettiğim proje kapsamında “ulaşım yoksulluğu” kavramını hareketlilik, erişilebilirlik ve ulaşımın ödenebilirliği açısından araştırıyor, büyük kentlerde ulaşım yoksulluğunun ortaya çıkardığı eşitsizliklerin kapsayıcı ulaşım bağlamında nasıl azaltılabileceğine İstanbul örneği üzerinden yanıt arıyoruz. Bu bağlamda Eylül 2021’de düzenlediğimiz ve ulaşım paydaşlarının katıldığı çalıştay bulgularından hareketle İstanbul’da kent sakinlerinin hareketliliği açısından kırılgan olan 18 ayrı grup tespit ettik. Bu gruplar arasında kadınlar, çocuklar, gençler, öğrenciler, yaşça büyük bireyler, fiziksel ve zihinsel engellerle yaşayan bireyler, kent çeperinde yaşayanlar, düşük gelirliler ve işsizler, mülteciler, yabancılar ve turistler, etnik azınlıklar, LGBTİ+ bireyler, gece vardiyasında çalışanlar gibi çok çeşitli kimlikler yer alıyor. Sorunuzdaki kentsel hareketliliği, iklim değişikliği ve kapsayıcılık ilişkisini hem toplumun geneli hem de kapsayıcılık özelinde bu gruplar üzerinden tartışabiliriz.

İklim değişikliği, özellikle büyük kentlerde ulaşım sistemleri, gündelik hareketlilikler ve bunların sonucunda oluşan karbon ayak iziyle yüksek ölçüde ilişkileniyor. Bu kapsamda kentte yaşayanların hareketliliğinin azaltılmasından ziyade ulaşım politikalarının düşük karbonlu hareketliliği destekleyecek şekilde üretilmesi gerekiyor. Bu da öncelikli olarak yürümenin, motorsuz veya elektrikli taşıt kullanımının, araç paylaşımının ve toplu taşımanın yaygınlaştırılmasından geçiyor. Bu uygulama ve alışkanlıkların yerleşik hâle gelmesi, dolayısıyla kent içi hareketliliğin doğa dostu çerçevede artması, yalnızca iklim değişikliğine karşı yerel yönetimler ve kent sakinleri olarak ödevimiz değil, aynı zamanda halk sağlığı ve sağlıklı kent olgularının yerleşmesi için de önemli. Bunlara paralel olarak konuya birey ve hanehalkı ölçeğinden başlayarak çevre bilincinin geliştirilmesi, gündelik tüketim alışkanlıklarının kaynak kullanımı ve ekolojik koruma açısından değiştirilmesinin aşılanması gibi daha geniş çerçeveden de yaklaşılmalı. Bu konulara kapsayıcılık boyutunu da eklediğimizde toplumun kırılgan kesimlerini de içeren bütüncül bir sosyal dönüşümden söz edebiliriz. Tartıştığımız konuların hepsi yerel yönetimlerin gündemine alınmalı, politika, strateji ve eylem dokümanlarına yansıtılmalı. Son olarak, yapılan uygulamaların ardından ölçme, değerlendirme ve izleme süreçlerinin önemini de vurgulamak isterim ki, iklim değişikliği gibi gerçek küresel bir tehdit söz konusu olduğunda somut çıktıların elde edilmesi için ilgili eylemleri hayata geçirmek kadar bu eylemlerin beklenen çıktıları karşıladığından ve sürdürülebilirliğinden emin olalım.

2019 yerel seçimlerinden bu yana yerel yönetimlerin hizmet ve sosyal politika uygulamalarını değerlendirir misiniz? Merkezî yönetimle yerel yönetimler arasında eşgüdümü ve koordinasyonu sağlamak için yerel yönetimlerin yapması gerekenler nelerdir?
İMGE AKÇAKAYA WAITE:
Ülke genelindeki önemli büyükşehir ve ilçe yönetimlerinin Mart 2019 yerel seçimlerinde parti bazında el değiştirmesi, biraz önce sözünü ettiğim merkeziyetçilik anlayışının en azından ilgili büyükşehirlerde sınanmasına yol açtı. Uzun yıllar aynı siyasi parti çatısı altında bulunan merkezî ve yerel yönetimlerin karar alma ve uygulamalarda iç içe geçtiği Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri’nde yaşanan değişim bu açıdan özellikle dikkat çekiyor. Değişime yön veren seçmenlerin beklentileri ve partiler arası rekabet unsuru da bu sürece eklendiğinde yerel yönetimlerin hizmet ve sosyal politika uygulamalarının değişmesini beklemek doğaldır. Ancak, sizin de soruda işaret ettiğiniz gibi, merkezî yönetimle yasal, politik, ekonomik düzlemdeki iç içe olma hâli, yerel yönetimlerin hareket alanı yaratmasını, bu alanı genişletmesi için birtakım özgün taktik ve stratejiler geliştirmesini gerektiriyor.

Bu bağlamda araştırmacısı olduğum diğer bir TÜBİTAK araştırma projesinin bulgusundan söz etmek isterim. İTÜ Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden öğretim üyesi arkadaşım Doç. Dr. Meltem Erdem Kaya yürütücülüğünde devam eden “Metropoliten Alanlarda Kırsal Yerleşim Peyzaj Kimliği ve Yönetişim Modeli Önerisi” başlıklı projeyle İstanbul’un Çatalca ilçesinin kırsal nitelikli mahalleleri üzerinden metropoliten alanlardaki kırsal yerleşimlerin peyzaj kimliğini korumayı ve iyileştirmeyi hedefliyoruz. Proje kapsamında Mart 2022’de mahalle, ilçe ve il düzeyinde konuyla ilgili çalışan kurumsal aktörlerle yaptığımız odak grup çalışmasında ilginç bir bulguya rastladık. Çalışma sırasında katılımcılardan biri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin mevcut organizasyon şemasında kırsal alanlarla ilgili olarak kurulan Tarım ve Su Ürünleri Şube Müdürlüğü, Çevre Koruma Şube Müdürlüğü, Kentsel Ekolojik Sistemler Şube Müdürlüğü, bu müdürlüğün altındaki Kent Ekolojisi ve Yaban Hayatı Şefliği, İSKİ Havzaları Şefliği’yle Şubat 2020’de kurulan, yine İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Planlama Ajansı bünyesindeki Vizyon 2050 Birimi altında kırsal kalkınma araştırma grubu gibi yapılanmalar sayesinde İstanbul’un kırsal alanlarına yönelik hizmet sağlama, politika geliştirme, planlama, tasarım ve uygulama konularında yetkilerin merkezî yönetimden yerel yönetim kademelerine kaydığını öne sürdü. Sorunuz kapsamında bu konunun düşünülmesi ve geliştirilmesi gereken dikkat çekici bir örnek olduğunu düşünüyorum.

Değişen koşullar altında merkezî ve yerel yönetimler arasında eşgüdümü ve koordinasyonu sağlamak için partiler üstü bir hizmet anlayışının yerleşmesi gerekliliği karşımıza çıkıyor. Yerel yönetimler açısından önerebileceğim diğer stratejiler arasında yerel yönetimlerin merkezî yönetimin yerel ölçekteki yansıması olan taşra teşkilatıyla plan ve projeler bazında sıklıkla bir araya gelmesi, bu kurumlarla formel ve enformel ilişkilerini geliştirmesi, yürütülen çalışmalarda kamu yararı ilkesi üzerinden ortak anlayış geliştirilmesi yer alıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ocak 2022’de belediye başkanlarına hitaben yayımladığı ve yedi temel yönetim/yönetişim ilkesini içeren “Yerel Yönetimlerde Temel İlkelerimiz” belgesinde bu gibi stratejilerin izlerini az da olsa görebiliyoruz, ancak daha fazla görmeliyiz diye düşünüyorum.

Dr. İMGE AKÇAKAYA WAITE KİMİDİR?
Lisans ve yüksek lisans derecesini İTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü’nden aldı. Doktora çalışmasını Kaliforniya Üniversitesi’nde, Los Angeles’ta (UCLA) Şehir Planlama Bölümü’nde “Planlama, Güç, Siyaset: İstanbul’da Kentsel Dönüşüm” başlıklı teziyle tamamladı. İTÜ ve UCLA bünyesinde AB, UN-Habitat ve TÜBİTAK gibi kuruluşlar tarafından desteklenen ulusal/uluslararası araştırma ve uygulama projelerinde (kurumsal ve toplumsal kapasite geliştirme, kentsel ve kırsal yönetişim, kapsayıcı planlama) görev aldı. Devam eden proje çalışmalarının yanı sıra güncel araştırma konuları arasında karar alma ve yönetişim yapıları, kapsayıcılık, işbirlikli ve katılımcı planlama bulunmaktadır. Hâlen İTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.


Önerilen Haberler