"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Övgün:“Yerelleşme, demokratikleşmeyi beraberinde getirmeli”

  • 9 Mayıs 2022
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Barış Övgün Belediye Gazetesi'ne değerlendirmelerde bulundu.

Kamu hizmetlerinin planlanmasında ve sunumunda merkezî yönetimin rolü değişti mi? İdarî vesayet yetkisinin yerel demokratik yapılanmalar üzerindeki etkileri nelerdir?
BARIŞ ÖVGÜN:
Ekonomik ve toplumsal gereksinimler (ki bu kimin gereksinimi ayrı bir tartışma konusu) devletin de sürekli olarak dönüşmesine neden oluyor. Aslında merkezî yönetim ya da yerel yönetim şeklinde bir ayrıma gitmemek gerekiyor. Çünkü devletin iki parçası da dönüştü, dönüşüyor. Neoliberal politikalar devleti daha farklı bir konuma ve role yerleştiriyor. Devlet, piyasa önündeki engelleri kaldıran, onun iş ve işlemlerini kolaylaştıran, uyuşmazlıklarda hakem görevini üstlenen, kendisi de bir firma gibi çalışan bir yapıya büründürülüyor. Bu durum 9. Kalkınma Planı’nda da bir hedef olarak benimsenmişti: Devlete, firma stratejileri kazandırılacak. Nedir bu stratejiler? Esneklik, kâr, performans, etkinlik ve verimlilik. Yani devlet piyasalaşacak. Ancak buradaki vurguya dikkatinizi çekmek istiyorum. Sadece merkezî yönetim değil, aynı zamanda yerel yönetimler de. İkisi de piyasalaştı. Yani hem bütün dikkatini piyasaya yöneltti hem kendisini piyasa aklıyla donattı.
Sorunuzun ikinci kısmı anayasal bir hükümle ilgili. Merkezî idare, mahallî idareler üzerinde, mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla kanunda belirtilen esas ve usuller çerçevesinde idari vesayet yetkisine sahiptir. İdarenin bütünlüğünü sağlama amacı taşıyan bu denetim şekli anayasal bir hükümdür ve denetim ancak yukarıdaki noktalara ilişkin olmalıdır. Maalesef uygulamada işler böyle ilerlemiyor. Özellikle yerel yönetim iktidar partisine ait değilse, o yerel yönetim birimi çeşitli nedenlerden dolayı biraz ön plana çıkmışsa, vesayet denetimi aracığıyla yerel yönetimler baskı altında tutulabiliyor. Günümüzde maalesef bu süreçte olumsuz birçok durumla karşılaşılıyor. İmar, ulaşım gibi. Örneğin, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, merkezî yönetime, yerel yönetimlerin yerine geçerek parsel düzeyine kadar düzenleme yetkisi veriyor. Bu son derece yanlış ve sakıncalıdır. Yerel yönetimlerin özerkliğine aykırıdır. Başka bir yeni kurum Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıkları’dır. Valiye bağlı olarak çalışan bu birime yerel yönetimlere ait bir kısım görev ve yetki devredilmiştir. Bunu nasıl açıklamak gerekiyor? Yerelleşme, demokratikleşmeyi beraberinde getirecekti, peki neden vazgeçildi?

Merkezî yönetimle yerel yönetimler arasında özellikle kentsel hizmetlerin üretilmesi bağlamında yetki, gelir ve sorumluluk paylaşımı nasıl olmalı?
BARIŞ ÖVGÜN
: Nasıl olmalı sorusuna yanıt vermeden önce nasıl sorusuna yanıt vermek sanırım daha doğru olur. Bu çaba aynı zamanda bizi öneri boyutuna da taşıyacak. Merkezî yönetim ve yerel yönetimler arasında yetki ve görev paylaşımıyla kaynak bölüşümünün nasıl olacağı hep tartışıldı. Türkiye’de bu tartışma sadece yönetsel bağlamda yapılmıyor. Çeşitli hassasiyetler, siyasi öncelikler nedeniyle yerel yönetimlere yetki, görev ve kaynak aktarımına ihtiyatla yaklaşılıyor. Yerel yönetimlerin temel gelir kalemi genel bütçeden aktarılan vergilerdir. Kalkınmışlık derecesi, mali kaynaklar, coğrafi konum ve turizm göz önünde bulundurularak kaynak aktarımı yapılıyor. Zaman içinde özellikle büyükşehir belediyelerinin gelirlerinde artış olsa da, diğer yerel yönetimler için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Ayrıca üstlendikleri görevler düşünüldüğünde büyükşehir belediyelerinin gelirlerindeki artış da yetersiz. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanunla Türkiye’nin kentsel alan nüfusu %90’lara dayandı, bu alanlarda yerel yönetimler gelirleriyle ters orantılı hizmet yükünün altına girdi. Değinilmesi gereken diğer bir önemli husus ise, Türkiye’nin son yıllarda aldığı göçler. Yerel yönetimlerle ilgili tartışmalarda bu nokta gözden kaçırılıyor. Sayısını bildiğimiz ve bilemediğimiz milyonlarca düzensiz göçmen yerel yönetimler açısından yük oluşturuyor, ancak bu yükün karşılığı olan maddi kaynak yerel yönetimlere verilmiyor. Personel boyutu da ayrı bir konu. Maddi kaynak derken beşeri kaynağı da hesaba katmalıyız. Yerel yönetimler norm kadro uygulaması nedeniyle belirli sayıda personel çalıştırmak zorunda, göç gibi olağanüstü kriz durumlarıyla maalesef çok sınırlı insan gücüyle mücadele ediyorlar. Şimdi yanıtlayalım soruyu: Yetki ve görevler kavga edilmeden paylaşılmalı. İki yönetsel birimin birbirini tamamladıkları asla unutulmamalı. Bu düşünce esas alınırsa, diğer adımlar daha kolay atılır.

Türkiye’de yerelleşmenin, yerel demokrasinin ve demokratik katılımın bütün bileşenleriyle güçlendirilmesi için yerel yönetimler hangi inisiyatifleri almalı?
BARIŞ ÖVGÜN
: Yerel yönetimler, sınırları kanunla belirlenmiş bir alanda, o bölgede yaşayan kişilere kamusal mal ve hizmet sunan, yine bu kişiler tarafından seçilen karar organlarına sahip olan yönetsel birimlerdir. Gerek akademik anlamda gerek günlük yaşamda yerel yönetimlerin bir demokrasi okulu olduğu, merkezî yönetimin karşısında daha katılımcı bir yapı sergilediği iddia ediliyor. Öncelikle bu görüşlere katılmadığımı dile getirmek istiyorum. Merkezî yönetim ve yerel yönetim birbirinin rakibi değildir. Bir bütünün parçasıdır. Hâl böyle olunca bu iki birimi rakip olarak konumlandırmamak lazım. Bu, sakıncalı bir durum. İkinci önemli nokta, demokrasi meselesi. Merkezî yönetim ne kadar demokratikse, yerel yönetimler de o kadar demokratiktir. Bir toplumda demokrasi kültürü gelişmişse, bu kültür kendisini hem merkezî yönetimde hem de yerel yönetimlerde gösterir. Maalesef ülkemizin bu konudaki karnesi pek parlak değil. Sadece seçimlerde oy kullanmanın katılım sayıldığı ve demokrasinin tek şartı olarak kabul edildiği bir toplumsal kültüre sahibiz. Bu durum doğal olarak her düzeyde kendini gösteriyor. Örneğin, kent konseyleri. Yakın zamana kadar çoğu yerel yönetim biriminde kurulmamıştı bile. Kararlarının bağlayıcılığı olmayan, başkanların aldığı kararlara meşruiyet sağlayan yapılar. Ama büyük bir reklamla kurduk. Son zamanlarda yıldızı parlayan bir kent konseyi var: Ankara Kent Konseyi. Umarım diğer kent konseylerine de örnek olur, daha etkin olacakları yasal düzenlemeler yapılır. Yerel yönetimlerin seçilmiş meclislerine de değinmek istiyorum. Sürekli demokratiklik vurgusuyla andığımız meclisler katılımı ne ölçüde yansıtıyor. Örneğin, kadınlar, engelliler ya da öğrenciler bu meclislere girebiliyor mu? Yoksa bu meclisler sadece yerelin önde gelen, tanınmış erkeklerinden mi oluşuyor? Başkanlar için de aynı şeyleri söylemek maalesef mümkün değil. Eski bakanların, milletvekillerinin ya da partinin önde gelenlerinin başkanlık yarışına dahil edilmesi yerelde demokrasi, temsil ve katılım ilkeleriyle ne kadar uyumlu? Bu nedenle önce demokrasinin ne olduğunu öğrenmemiz, sonra bunu içselleştirmemiz, yerel yönetimleri buna göre demokratik kılmamız gerekiyor ki, onlardan fayda bekleyelim.

2019 yerel seçimlerinden bu yana yerel yönetimlerin hizmet ve sosyal politika uygulamalarını değerlendirir misiniz? Türkiye’deki ekonomik, siyasi ve toplumsal kriz süreçleri yerel siyaseti sizce nasıl etkiledi?
BARIŞ ÖVGÜN
: 2019 yılı hem merkezî yönetime hem de yerel yönetimlere bir şans verdi. Evet, size garip gelecek biliyorum, ama bence bu, bizi çok derinden yaralayan ve üzerimizde derin izler bırakan ancak yönetsel birimlere de “Hadi, görelim sizi,” diyeceğimiz bir vaka sundu: Covid-19 Pandemisi. Bütün dünya bu krizle var gücüyle mücadele etti. Biz de bu mücadele sürecine kendi imkânlarımız ölçüsünde dahil olduk. Gerek merkezî yönetim gerek yerel yönetimler kendi olanakları doğrultusunda halkın taleplerini karşılamaya çalıştı. Ama dünyadaki örneklerinden farklı bir biçimde: Didişerek. İki kardeşin kavga etmesine hepimiz çoğu kez tanık olmuşuzdur. Ancak kardeşler zor dönemlerde genellikle dayanışma içinde olurlar. Maalesef ben süreci bu şekilde olumlamıyorum. Birbirlerinin önüne geçme mücadelesine çoğu kez tanıklık ettik. Sanırım bunun en önemli nedenlerinden biri de 2019 seçimlerinde yaşananlar. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yerel seçimlerde İstanbul’u ve Ankara’yı kaybetmesi bu işin fitilini ateşlemiş gibi görünüyor. Yerel yönetimler özelinde sorunuza geri dönersek, büyükşehir belediyelerinin hizmet ve sosyal politika konularında başarılı olduğunu düşünüyorum. Özellikle dar gelirli kesimlere yönelik izlenen politikalar ve uygulamalar siyasi görüş fark etmeksizin herkesin takdirini kazandı. Çeşitli yardım kampanyalarında yerel halkın da desteğini almak birlik duygusunun yaratılabilmesi açısından kanımca çok değerli. Ayrıca bu soruya politik bir yanıt da verilebilir. İki ilin büyükşehir belediye başkanlarının gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olası adaylıklarının konuşulması bile bir başarının sonucudur. Ortada bir başarısızlık hikâyesi olsaydı, kimse bu iki ismin adaylığını gündeme taşımazdı.
Krizler her şeyi etkiliyor. Devletin konumu, rolü, iş yapma biçimi ve alışkanlıkları yeni bir hâl alıyor. Yerel siyaset de bundan etkileniyor elbette. Ancak şu bir gerçek ki, Türkiye, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin başkanlarını sanırım hiç bu kadar konuşmamıştı. Başkanlar hemen hemen her gün yazılı ya da görsel medyanın misafiri oluyor. Lütfen, yanlış anlaşılmasın. Kendi arzularıyla çıkıyorlar demiyorum. Ortada zorunlu bir misafirlik durumu var. Pandemi sürecinde ne yaptı, kar yağdı ne oldu, sele karşı ne önlem alındı? Bütün gözler onların üzerinde. Bu durum belki Türkiye için bir fırsat olur. Her köşede, her mahallede vatandaşların farklı ama önemli, hatta çok önemli sorunları var. Bu sorunların hızlı bir şekilde çözülmesi gerekiyor. Bu noktada yerel yönetimlere de çok iş düşüyor.

 Prof. Dr. BARIŞ ÖVGÜN KİMDİR?

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. 2001 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü Yönetim Bilimleri Anabilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başladı. 2003 yılında “Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsü Olgusu” başlıklı teziyle yüksek lisans derecesini aldı. 2004 yılında aynı anabilim dalında başladığı doktora eğitimini 2010 yılında “Bürokrasiden Yönetişime: Yönetim Biçiminin Değişmesi” başlıklı teziyle tamamladı. Reform, bürokrasi, planlama ve kalkınma konularında çok sayıda kitabı, makalesi ve sempozyum bildirisi bulunmaktadır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Yönetim Bilimleri Anabilim Dalı Başkanı’dır. Birçok idari görevi de yürütmektedir.


Önerilen Haberler