"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Bora: “Kültür, hayata dair her şeydir”

  • 20 Haziran 2022
Yazar, Çevirmen, Yayıncı, Editör Tanıl Bora Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Kentsel gelişmenin ve toplumsal dönüşümün en önemli aracılarından biri kültür-sanat. Türkiye’de kültür-sanat alanındaki faaliyetler de merkezî yönetimin hegemonik politikalarının bir parçası oldu. Özellikle muhalif yerel yönetimlerin merkezî yönetim eliyle bu anlamda maruz bırakıldıkları olumsuzluklar malum. Yerel yönetimler kültür-sanat politikalarını sizce nasıl oluşturmalı?
TANIL BORA
: Dilerim, bayat bir laf bulmazsınız; “Glokal” deniyordu bir aralar, global ile lokali etkileşime sokmak anlamında. Öncelikle o perspektifi tekrar edeceğim. Yerel, meraklı olmalı, artık suyu çıkarılmış, sembolleşmiş ürünlerle veya özelliklerle -“marka” da diyorlar ya şimdi!- sınırlı kalmadan, köşe bucak yerel kaynakları araştırmalı, onları görünür kılmalı. Ama bunu “folklorik” ve turistik bir anlayışın ve zevkin darlığına sıkışmadan yapmalı. Bir yandan da, ne kadar ücra, ne kadar “küçük” bir yer de olsa orası, bütün dünyaya ilgiyi canlı tutan, merakı kışkırtan işlerden geri kalmamalı.

Anlayış olarak muhalif bir yaklaşım öneriyorum aynı zamanda. Şu dillere pelesenk edilen “yerli ve millî”ye bir alternatif olarak düşünüyorum bunu. “Yerli ve millî,” gerçi slogandan ibaret esas itibarıyla ama neticede çok coşkulu bir “millî”liği vurgulama havasında, hep büyük laflara ve “millet” hamasetine yükleniyor, o büyük laflar hamaseti içinde ülkenin binbir rengine, kuytusuna köşesine, sesine nefesine duyarlı olmaktan kesinlikle uzak. Bundan farklı olarak, “yerli” deyince soyut kimliklerin ve sıfatların davulunu gümbürdetip durmak yerine, bu ülkenin insanların somut deneyimlerine, hatıralarına, hüzünlerine, heveslerine, hayallerine, ilgilerine değen bir ufka açılmak fark yaratır. Ve o “yerli ve millî”nin kendini içine kapattığı bize özgü, bizden ibaret ve her suretiyle hep bizim gibi bir dünya imgesi yerine dünyanın bütün seslerine, renklerine gözünü gönlünü açan bir kültür politikası da fark yaratır. Özgürlükçülüğün geniş kapısı da budur, bence.

İç ve kapak fotoğrafları:  Michael Önder


Kentsel kalkınmanın bileşenleri arasında yer alan, yurttaşları da kent yaşamına dahil eden kültür-sanat etkinlikleri için içerik belirleme ve karar verme süreçleri yapılandırılırken hangi kriterler göz önünde bulundurulmalı? Yerel yönetimlerin kültür politikalarının sürdürülebilir, katılımcı ve kalıcı olması için neler yapılmalı?
TANIL BORA:
Belki önce “kültür” kavramına dönmeliyiz. Kültür deyince, genellikle sanat-edebiyat anlıyoruz, mutfağı, giyim kuşamı kattığımızda da yine performatif, gösterisel, “sunum” işlerini düşünüyoruz. Oysa kültür, her şeydir aslında, bütün bir hayat; yapıp etme yordamlarımız, tüketim kalıplarımız, eşyalarla ilişkimiz… Bu genişlikte düşünerek, yapılabilecekleri çoğaltabiliriz gibi geliyor bana. Sözgelimi, oturma odalarının nasıl düzenlendiğini, bunun zaman içinde nasıl değiştiğini fotoğraflarla, filmlerden parçalarla, farklı kuşakların tecrübeleriyle, antropologların ve tarihçilerin katılımıyla oturup konuşmak da bir kültür etkinliği olabilir. İşi büyütüp sergisini de yapabilirsiniz. Konser düzenlemek, okuma ve imza günü yapmak, sergi açmaktan başka şeyler de düşünmeye açılabilelim diye söylüyorum.

Karar verme süreçlerini demokratikleştirmek. Ah keşke! İnternet ve cep telefonu haberleşme olanakları etkili kullanılabilir gibi geliyor bana. (Referanduma indirgemeden ama! “O renk mi olsun, bu renk mi olsun” referandumları da hiç yoktan iyidir, ama ona “katılım” denmez.) Tabii yerel yönetimin toplam demokratikleşmesine, toplam demokratikleşme iradesine bağlı bir mesele bu. Öyle bir demokratikleşmenin canlı bir taşıyıcısı da olabilir. Az evvel bahsettiğim, kültürü, sanat-edebiyat anlamının ötesine taşımak üzere yapılan girişimler, özellikle gündelik hayata açılmak, insanları katılıma sevk etmek için canlandırıcı olabilir.

Sanat-edebiyatı da boşlamıyoruz tabii. İçerik tasarlarken, “ünlüleri” veya “dost” sanat-edebiyat insanlarını ağırlamaktan ötesini düşünsek, ne iyi olur. Yerel bir etkinlikle, sanatsal-edebî üretimle misafirinki arasında bir alışveriş zemini kurulabilse…

Bir de, yerel-global veya yerel-uluslararası buluşmalar, hoş olabilir. Mesela “kardeş şehir” protokollerine iki şehrin sanat-edebiyat ve kültür etkinlikleriyle ilgili buluşmaları katmak... Orada da karşılıklı ağırlamanın ötesinde, gerçekten içerik düşünmek. Mesela Karadeniz-İskoç gayda buluşması, mesela Adana-Napoli toplumcu gerçekçilik sinema-edebiyat buluşmaları, mesela Akdenizliler arası deniz-denizcilik sanat-edebiyatı buluşmaları, mesela Karadeniz Ereğli’nin, İzmit’in (başka birçok şehrin de) bir tarafı olabileceği, emek sineması-edebiyatı buluşmaları hayal etsem, abartmış olur muyum?

Farklı toplumsal sınıflara, dezavantajlı gruplara, bölgenin sosyo-kültürel yapısına ve ihtiyaçlarına göre kültür-sanat mekânı/merkezi, eğitim/atölye çalışmaları, yayıncılık/kütüphanecilik faaliyetleri planlanırken nelere dikkat edilmeli?
TANIL BORA:
Öncelikle sorduğunuz konularda Bursa Nilüfer Belediyesi’nin emsal teşkil edecek işler yaptığını söylemem lazım.

Bir kere, orada yetişmiş, orada uzun süre yaşamış yazarlar, sanatçılar varsa, onların eseriyle ilgili bir şeyler yapmak bana çok önemli geliyor. Yıllık düzenli etkinlikler yapılabilir, yaşadığı yer küçük bir müze olarak düzenlenebilir. Her hâlükârda, “bu yazar, bu şair, bu ressam burada yaşadı ve eserler verdi” plaketini, fiziken demiyorum sadece, mânen oraya çakmak lazım. Mesela Çorlu’da, Çorlulu Memduh Şevket Esendal’la ilgili bir “yer” bir etkinlik yok bildiğim kadarıyla – dilerim yanılıyorumdur. Esendal, muhafazakâr bir siyasetçi (o hâliyle yıllarca CHP genel sekreterliği yapmış), beri yandan son derece modern, “taze” bir öykücü, edebiyat tarihinde ihmal edilemeyecek bir etkisi var. Çorlu bunu nasıl kaçırır!? Bunun gibi başka örnekler de verebilirim. Hep “en meşhurlar” etrafında dönüyoruz ya; sağda Necip Fazıl, solda Nâzım Hikmet ve birkaç kişi daha… Kadrini bildiklerimizi çoğaltsak, diyorum!

Özelleşmiş, özel ilgilere odaklanmış kütüphanelerin işlevsel olduğunu düşünüyorum, Nilüfer Belediyesi deneyimi de bunu ortaya koyuyor zaten. Çocuk kütüphaneleri, şiir kütüphaneleri, öykü kütüphaneleri, ya da önceki sorunuzda konuştuğumuz gibi, diyelim Akdeniz’le, diyelim toplumcu gerçekçilikle, ya da başka bir özgül temayla ilgili kütüphaneler. Aynı zamanda ara ara o tema etrafında söyleşilerin yapıldığı, “yaşayan” kütüphaneler. Bahsettiğiniz üzere, bölgesel özelliklere, dezavantajlı gruplara odaklanmış kütüphaneler, yine sadece kitap bulundurmakla kalmayıp, atölyeler, söyleşiler, buluşmalar düzenleyen…

Yerel yönetimlerin yerel basın arşivi hazırlayıp, kullanıma sunmasının, mümkünse dijital, büyük hizmet olacağını düşünüyorum.

Spor kültürü ve tarihi arşivi oluşturmanın -özellikle popülaritesini düşünerek futbolla ilgili- ilgi göreceğini düşünüyorum. Futbol kulüpleri, ilin/şehrin “milli takımı” gibidir biliyorsunuz ve arkalarında geniş popüler kültür birikimi barındırırlar. Yerel kültür çalışmasının bir branşı daima bu olmalı. Sadece futbol değil. Mesela Adana’da, o müthiş yüzücüler -Muharrem Gülergün geliyor tabii önce aklıma- ve sutopu tarihi etrafında yüzme kültürü üzerine bir şeyler yapılabileceğini hayal ediyorum.

Türkiye’de kültürel belediyeciliğin önem kazanması, kültür-sanat alanının merkezî yönetimin “kontrol kulesi” olmaması için kültür-sanat politikalarına yönelik sizce hangi yasal düzenlemeler yapılmalı?
TANIL BORA
: Yasal kısmıyla ilgili öneride, iddiada bulunamam. Yüksek sesle ve altını çizerek bir ilkeyi vurgulayabilirim: Özerklik. Bütün çarelerin anası budur, öyle inanıyorum: Yerel yönetimlerin özerkliğinin kuvvetlendirilmesi, gerçeklik kazanması… 1970’lerdeki toplumcu belediyecilik akımının öncülerinden, 12 Eylül öncesinin son Ankara Belediye Başkanı Ali Dinçer ve ekibi, yerel yönetimleri “yerel hükümet” olarak tanımlamıştı.

TANIL BORA KİMDİR?

İstanbul Erkek Lisesi’ni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1984-1988 yılları arasında haftalık haber dergisi Yeni Gündem’de gazetecilik yaptı. Kuruluşundan beri (1983) İletişim Yayınları’nda çalışıyor. 1989 yılında yeniden çıkmaya başlayan Birikim Dergisi’nde düzenli yazıyor, 2012 yılından bu yana derginin yayın koordinatörlüğünü yürütüyor. Esas çalışma alanı, Türkiye’de siyasi ideolojilerdir, bu konuda birçok makale ve kitap yazdı. Almancadan otuzu aşkın kitap çevirdi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı Kurucular Kurulu üyesidir.


Önerilen Haberler