"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Örnek: “Kent hafızası geleceğe aktarılmalı”

  • 27 Haziran 2022
Gazeteci, Yazar Nilay Örnek Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Mimari açıdan kıymetli ve hikâyeli binaların arşivini oluşturduğunuz “Her Umut Ortak Arar” adlı bir çalışmanız var. Aslında kültür varlıklarına ilişkin bir mekân tarihi albümü oluşturuyorsunuz. Kültürel varlıkların ve mirasın korunması için sizce yerel yönetimler neler yapmalı?
NİLAY ÖRNEK:
Bu soruyu, kentte doğup büyümüş, ailesinin birkaç kuşağından kente dair pek çok anı ve hikâye dinlemiş, kentini seven bir vatandaş, bir “flanöz” olarak yanıtlayabilirim ancak. Ama önce, belki de, “Her Umut Ortak Arar” nasıl bir çalışma onu anlatmalıyım. www.herumutortakarar.com’u @herumutortakarar Instagram hesabında kendini gösteren, Türkiye’nin dört bir yanındaki “mimari açıdan değerli, hikâyeli binalar” arşivini tutan bir sistem gibi düşünün. Önünden geçip gittiğimiz, bilmediğimiz, bilip tanımadığımız için sevmediğimiz, değerini bilmediğimiz için korumadığımız birçok yapının kaydını tutuyorum. Bu binalar arasında apartmanlar, villa, köşk, yalılar ve hanlar var. Bazen bir semt hikâyesine giriyorum -misal Ataköy- ve değişimi anlatıyorum, bazen de değişen sokak ya da bina isimleri üzerinden yakın tarih izleği çıkarmaya çalışıyorum. Bir bina mı gördüm, ilginç, belli ki özene bezene yapılmış, bir mimar eli değmiş, belki şimdi bir dükkân tarafından kullanılıyor, her yeri tabela, kablo, klima, değeri fark edilmiyor. Başlıyorum araştırmaya. Eski fotoğrafları arıyorum, yaşayanları, mimarı, kimler orada nasıl ilişkiler kurmuş, ne varsa bulabildiğim onlarca kaynaktan tek bir metin çıkarıp paylaşıyorum. Benim paylaşımımdan sonra insanların yorumları başlıyor. Herkes kendi bildiğini yazıyor, kimi aile hikâyelerini anlatıyor. Konuk yazarlarım oluyor. Onlar, bildikleri binaları hikâyeleriyle anlatıyor. Böylece sözlü, ailedeki büyüklerin vefatıyla yok olabilecek bir hikâyeyi kayda alıyorum, bir aile bilgisi metne dökülüyor. Herkesin birbirinden kopyalayarak oluşturduğu “Bu bina 19. yüzyılda…” gibi metinler yerine insanların hikâyeleriyle görüp, birbirine anlatacağı, içselleştirebileceği, yaşayan metinler oluşuyor. Bu çalışmaya yaklaşık iki yıl önce başladım, ağırlıklı olarak İstanbul’a dair 400’ü aşkın metin yazdım. O kadar çok insandan mesaj alıyorum ki, “Bayılıyoruz bu metinleri okumaya,”, “Artık binalara, sokaklara ayrı bir gözle bakıyoruz,” diyen o kadar çok insan var ki... Yavaş yavaş oluyor, oldu ve olacak. Beni bu projemle ilgili arayıp tebrik eden, merak eden, belediyelerle ilgili tek bir kişi var, belki de not etmeliyim: Mahir Polat. Umut verici.

Sanatçı Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’la sohbet ederken şöyle bir şey demişti: “Gençliğimizde ‘Devrim hemen şimdi’ diye bir sloganımız vardı. Oysa insan ruhu çok nazik bir şey, hemen bir günde insanın ruhuna girip, bir günde devrim yaratamazsın. Yavaş yavaş anlatmak gerekir.” Buradan bağlarsak, kültür, hemen, tepeden inme girişimlerle yerleşmez, ekilmez, aynı şekilde iyileştirilemez de. Bunun için “hem yarın gidecekmiş kadar hızlı” hem de hep orada kalınacakmış gibi “köklü” işler yapılmalı. Göstermelik değil, derin ve yararlı projeler yapılmalı bence.

Ben gazeteci ya da vatandaş olarak uyarmaktan, “Bu böyle ama şöyle olsa daha iyi olur,” demekten yoruldum. Sosyal medyada yazmak ve aynı şikâyetçi döngüyle yaşamak beni yoruyor. “Her Umut Ortak Arar”, “Kimse yapmıyorsa, ben kendim bir şey yaparım,” diyerek geliştirdiğim ve kentim için bir şey yapmanın hazzını yaşadığım bir proje.

Kültürel varlıkların ve mirasın korunması için yerel yönetimler önce kentlerini tanımalı ve sevmeli bence. Olanı biteni görünce, kararları alan ve uygulayan insanların yönettikleri kentlerde yaşayan, yürüyen, gezen, oranın parkından bahçesinden kıyısından, kafesinden, -bulabilirlerse- kaldırımından yararlanan insanlar olduğunu düşünmüyorum ben. Öncelikle “kültür”, “varlık”, “miras” nedir bilinmesi, hazmedilmesi gerekiyor sanırım. Gerçek, derin ve samimi bir şeyler yapmak için ilk önce sevmek, bilmek, bakmak, ilgilenmek, okumak, en önemlisi de dinlemek gerekiyor. Kayıt tutmak şart, belki hesap vermek ya da paylaşmak da...
Sevmenin, koruyup kollamak, geleceğe sağlıklı taşımakla ilgisi büyük.

Neden “dinlemek” diyorum? Kentin ihtiyaçlarını anlamak için uzmanları, o kentte yaşayanları dinlemek gerekir. Bir de “miras” denince tarihî bir çeşmeden ya da göz alıcı bir binadan söz ediliyor gibi bir algı oluyor. Oysa bir kentin vapuru da miras, mutfağı da, hepimizin tanıdığı, yıllardır o köşede içli köfte satan amca da miras, herkesin önünde buluştuğu kitapçı da... O manolya ağacı da miras, zamanında içinde Cahide Sonku’nun ya da Leyla Gencer’in yaşadığı, dışarıdan bakınca hiçbir özelliği yok gibi duran o apartman da...

Ben değişime karşı biri değilim. Ama bizdeki değişim, “geçmiş yokmuş” gibi, değersizmiş gibi, anılarımızın üzerine “yeni, gıcır, beton, yukardan inme” dikilmiş birer gariplik, doğal bir dönüşüm yok. Kemancı’sı, Lale Plak’ı, Zencefil’i, kitapçıları, karakterleriyle Cihargir’i olmadan Beyoğlu bir Beyoğlu değil. Taksim Meydanı, çok uzun zamandır oradaymış gibi fesli abi figürlerinin vitrinlerini süslediği, “Since 1869” vb. yazılı tatlıcılarla dolu olsa da, bu kültür değil, koruma değil, bunu, bilmeyen bile hissediyor. Yerel yönetimlerin, kentte yaşayanlarla birlikte yaşayan miras listesi çıkarması, bunu, yaşayanlara sorarak, bölgeyi, ihtiyaçları ve değerleri tanıyarak yapması gerekiyor.

Kültür yönetiminin yerelleşmesi, kültür-sanat alanındaki soyut/somut mirasın gelecek nesillere aktarılması ve envanter çalışmaları kent kültürü açısından neden önemli ve gerekli?
NİLAY ÖRNEK:
Hafıza, kayıt, envanter çalışmaları, arşiv ve halka açık arşiv öyle önemli ki. Bilgiyle, arşivlerle, geçmişle bağ kurmak öyle mühim ki. Bir olayı hepimiz farklı yaşıyoruz, kendi hislerimiz, geçmişimiz, ihtiyaçlarımız, farklı görmemize ve hatırlamamıza yol açıyor. Sonuçta kim yazdıysa, kayıt tuttuysa onun hafızası bize aktarılıyor. Kalıcı olan, doğru ya da yanlış, gerçeklik hâline geliyor.

Bizim gibi iyisi ve kötüsüyle hızla, sürekli değişen toplumlarda kayıt tutulmaması, isteyenin istediği “tarihi”, “geçmişi” ve “hafızayı” üretmesini olanaklı kılıyor. Kimi gerçek olmayan hikâyeler geçmişi, bugünü ve geleceği yanlış değerlendirmemize neden oluyor. Kendi hafızanızı doğru kurmazsanız, size hafıza üretip ekerler! Oysa kendi kentlerimize, kentin hafızasına, ağacına, kuşuna, mahallesine sahip çıkmalıyız. Bugün, bitirilememiş bir eser olmasına rağmen Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nin böylesine değerli bir kaynak ve efsane olmasının, İlber Ortaylı’nın, Orhan Pamuk’un ya da Murathan Mungan’ın “Biz, onun paltosundan çıktık,” demesinin bir sebebi de, kayıt tutması... Kentin, sokakların, yazarın, çizerin, ayyaşın, kızın-oğlanın, gezenin, bakanın, yemeğin, kıyafetin, yaşamın kaydını tutmuş Koçu. Benim de en büyük kaynaklarımdan.

Mekânda Adalet Derneği’nin kurucularından Yaşar Adanalı, “Bakkal, galeri; nalbur, takıcı; manav, butik otel; kasap, kafe oldu,” diyordu. Çoğumuzun doğduğu ev, büyüdüğü semtteki pek çok yer yok artık. Köksüz ve belleksiz kalıyoruz.

İspanyol film yönetmeni ve senarist Luis Buñuel kendi biyografisinde, “Yaşamımızı oluşturan temelin hafıza olduğunu fark etmemiz için ufaktan ufağa hafızamızı kaybetmeye başlamamız gerekiyor. Hafızamız, bütünlüğümüz, düşüncelerimiz, duygularımız, hatta hareketlerimizdir. Hafızasız bir yaşam, yaşam değildir... Onsuz hiçbir şeyiz,” diyor. Bence çok da doğru söylüyor. Hafızamız eksildikçe, biz de eksiliyoruz. Bu nedenle kentin hafızasını tutmak ve geleceğe aktarmak mühim.

Kültür-sanat politikalarının toplumsal yaşamdaki rolünü artırmak, kültür-sanat alanındaki çalışmaları sürdürülebilir kılmak ve sanat iletişimini toplumsal değerlerle birlikte yapılandırmak amacıyla yerel yönetimler hangi inisiyatifleri almalı?   
NİLAY ÖRNEK:
Sorulara çok temel, soyut ve genel yanıt vermiş gibi olabilirim, ama “Şunu, şunu yapmalılar,” demek anlamlı mı, bilmediğimden. Yoksa söyleyecek şey çok. Kentler sadece otomobillere göre değil, yayalara göre kurulmalı. Kaldırımlar düzgün olsa ne güzel olur. İstanbul’da denizden bu kadar uzak, kopuk olmamız ne acı. Evimden denizi görüyorum, kıyıya indiğimde deniz kenarına ulaşmam dakikalar alıyor, çünkü denize ulaşabileceğim kamusal kıyı kalmamış. İskele, benzin istasyonu, mağaza, inşaat, duvar, çay bahçesi, otopark, deniz manzaralı otopark var! Sabahları yüzüp, işe gittiğim bir İstanbul hayalimi çöpe atamıyorum, hâlâ inatla, yazın itinayla Aşiyan’dan suya atlıyorum. Bir kadının kendini rahat, güvende hissettiği bir kent hayal ediyorum. Mekânların, teknelerin, gürültüleriyle yaşayanlara işkence etmediği, kentlerin yaşanan yerler olduğunun unutulmadığı bir gelecek hayal ediyorum. Kural hayal ediyorum, kuralların uygulandığı, gerekirse, düzeni bozana, ölçüyü aşana ceza verildiği bir kent düşlüyorum. Sahiplenilen bir şehir, herkesin “evi” bildiği, okuduğu, baktığı, çöpünü, pisliğini, gürültüsünü sokağa, başkalarına yaymadığı bir kent. Bunun için çabalayan yerel yönetimler istiyorum. Kimse değerini bilmese de, parkların, insan dışındaki diğer canlıların, binaların değerini bilen ve bunu vatandaşlara da aktaran belediyeler ne güzel olurdu. “Oncu”, “buncu”, “bizden”, “onlardan” demeden, en iyisiyle, en çok bilenle, hakkıyla iş yapan yönetimler...

İnsan, tanımadığını sevemez, sevmediğini koruyamaz. Parklarda ağaçların türünü yazmak ne kadar zor olabilir misal? Bir kent müzesi kurmak, kent tarihini anlatan bir yapı oluşturmak çok mu zordur? Sokak ve binalara bilgi notları, tanıtıcı, öğretici metinler asılsa, yazılsa ya da var olan QR kodlar çalışsa, içinde bilgi olsa kim istemez? Tabii bunları yapmak için sadece proje getirenlerle garip bütçelerle iş yapmamak da gerekiyor sanırım. Pek çok sivil toplum kuruluşu, inisiyatif var. Belediyelere öneriler verebilecek, doğru yolu gösterebilecek, bunu keyifle, belki gönüllülükle bile yapabilecek kuruluşlar ve vatandaşlar... Hepimiz, kentin gözleriyiz, kentimize birlikte sahip çıkabiliriz. Bu, kararlılıkla, yönetimlerin en azından çabaladığını görmekle de olur. Yerel yönetimlerin, “Yaptık, oldu, bitti,” demek ya da sadece “boy göstermek” için değil, gerçekten “dinleyerek”, “ihtiyaçları görerek”, küçük yaştaki çocukların ve gençlerin, engeli olanların ihtiyaçlarını gözeterek yaptıkları etkinlikler, eğitim alanları ya da kurslar etkili olmaz mıydı? Gusto, çocuk yaşta daha hızlı gelişir, çocuklar erken yaşta hobilerle, kültürle, sanatla, sporla, doğayla, sokakla, kamusal mekânlarla buluşturulmalı, yerel yönetimler buna da aracı olmalı. Sosyal medyanın verdiği hissin ve yönetenlerin yapmak istediğinin aksine, o kadar da kutuplaşmış değiliz. Karşılaşsak, bir araya gelsek, sohbet etsek bunu göreceğiz. Mekânlar, kentler ayrıştırır, aynı şekilde birleştirir. Her şey daha iyi olabilir. Bunun için “iyi olanlar neler yapmış, nasıl yapmış” bakmalı, okumalı, değerlere klişeler üzerinden değil, daha geniş açılarla bakmalı, dinlemeli, danışmalı ve harekete geçmeli.

NİLAY ÖRNEK KİMDİR?

1995 yılından bu yana gazetecilik yapıyor. Sabah Gazetesi’nde beş yıl editörlük, Milliyet Gazetesi'nde sekiz yıl editörlük ve köşe yazarlığı, Habertürk Gazetesi’nde iki buçuk yıl yazı işleri müdür yardımcılığı, köşe yazarlığı ve hafta sonu ekleri yayın yönetmenliği yaptı. Akşam Gazetesi’nde iki buçuk yıl ek yayınlar genel yayın yönetmeni-yazarı, Vatan Gazetesi’nin internet sitesi Gazetevatan.com’un genel yayın yönetmeni ve yazarıydı. Milliyet’te çalıştığı dönemde, 2014 yılında University of Rutgers’ta, 2017 yılında University of Michigan bünyesindeki Knight Wallace Fellows adlı gazetecilik bursunu kazandı ve orada eğitim aldı. Gazetecilik ve gastronomi alanlarında üniversite dersleri de verdi. Adı Bien Gurme olarak değişen Turkmax Gurme’de iki buçuk yıl boyunca “Şehirli Sofralar” adlı televizyon programı yaptı. Yayımlandığı iki yıl boyunca Sözcü’'nün günlük eki Şık’ta köşe yazarıydı. Ekim 2017’de ilk kitabı “Bütün İyiler Biraz Küskündür”, Ekim 2019’da ikinci kitabı “Her Umut Ortak Arar” yayımlandı. Yaklaşık altı senedir Kafa Dergisi’nde yazıyor, birçok dergi ve internet sitesine sanattan yayıncılığa kadar farklı alanlarda yazı yazıyor, dosyalar hazırlıyor. Yaklaşık üç buçuk yıldır “Nasıl Olunur?” adlı bir podcast hazırlayıp sunuyor.


Önerilen Haberler