"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Sındır: “Etkin ve etkili kültür-sanat politikaları üretilmeli”

  • 27 Haziran 2022
CHP İzmir Milletvekili Kamil Okyay Sındır Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Sizi tanıyabilir miyiz? Siyasete giriş nedeniniz neydi?
KAMİL OKYAY SINDIR:
1962 yılında İzmir Bornova’da doğdum. 1980 yılında Bornova Anadolu Lisesi’nden mezun oldum. 1984 yılında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makineleri Bölümü’nü bitirdim. Yüksek lisans eğitimimi 1988 yılında tamamladım. 1989-1993 yılları arasında Uluslararası Rotary Vakfı’nın Freedom From Hunger (Açlıkla Mücadele) bursuyla İngiltere’de, Cranfield Üniversitesi’nde doktoramı tamamladım. Ege Üniversitesi’nde sürdürdüğüm akademik yaşamımda 1997 yılında doçent, 2004 yılında profesör unvanlarına hak kazandım.

Mesleğim ve topluma karşı sorumluluğum çok sayıda faaliyete katıldım. Uzun yıllar TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu başkanlığı, TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu sekreterliği, Akademik Meslek Odaları Platformu ve Emek Platformu (DİSK-KESK-TMMOB) sözcülüğü görevlerini yürüttüm. Ege Üniversitesi Tarımsal Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu üyeliği, EFITA Avrupa Tarımsal Bilişim Teknolojileri Federasyonu Türkiye temsilciliği yaptım. Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi Kurucu Yönetim Kurulu sayman üyeliği görevinde bulundum.

Güneydoğu Avrupa Ziraat Mühendisleri Birliği’nin 2007-2010 dönemi başkanıydım, kurucu koordinatörlük, Dünya Ziraat Mühendisleri Birliği (CIGR) delegeliği, CIGR Kırsal Kalkınma ve Kültürel Mirasın Korunması Çalışma Grubu başkanlığı görevlerinde bulundum. Devlet Planlama Teşkilatı’nın VII. ve VIII. beş yıllık kalkınma planlarıyla Tarım Alet ve Makineleri ve Rekabet Edebilirlik Özel İhtisas Komisyonu raportörlüğü, Türkiye Bilişim Derneği (TBD) Denetleme Kurulu üyeliği ve Tarımsal Bilişim Çalışma Grubu başkanlığı da diğer görevlerim arasındadır. İzmir İnsan Hakları İl Kurulu’nda dört yıl boyunca aktif görev aldım.

Akademik/mesleki uzmanlık ve ilgi alanlarım arasında tarım ve tarım politikaları, küreselleşme ve özelleştirme politikaları, yenilenebilir enerji kaynakları ve teknolojileri, küresel ısınma ve iklim değişikliği, enerji dönüşümü, verimliliği ve tasarrufu, gıda güvenliği ve güvencesi, çevre ve kültür, kırsal kalkınma, bilişim ve haberleşme teknolojileri, hassas uygulamalı tarım, yoksulluk, kırsal yoksulluk ve istihdam, belediyecilik ve çevre, kentsel gelişim, İzmir’in kültürel mirası, uydu teknolojileri, coğrafi bilgi sistemi ve uzaktan algılama, işletmecilik ve planlama, yöneylem araştırması, CPM/PERT yer alıyor.

Bilgi, deneyim ve birikimimi toplumun gereksinimleri doğrultusunda değerlendirmenin bir yolu olarak siyasete katılmaya karar verdim. 2007 yılında CHP’ye üye oldum, aynı yıl milletvekili aday adaylığı sonrasında akademik görevime geri döndüm. Partimizin 33. 34. 35. ve 36. olağan, 15., 16. 17. 18. ve 19. olağanüstü kurultaylarında delegelik görevinde bulundum. 35. Olağan Kurultay’da Parti Meclisi’ne seçildim, akabinde iki yıldan uzun bir süre, 36. Olağan Kurultay’a kadar CHP Genel Sekreteri olarak görev yaptım.

2009 yerel seçimlerinde CHP’den Bornova Belediye Başkanı seçildim. 30 Mart 2014 tarihine kadar bu görevi sürdürdüm. Belediye başkanlığı görevim boyunca farklı görevler (Avrupa Enerji Kentleri başkan yardımcılığı, CEMR-Avrupa Belediyeler ve Bölgeler Konseyi Siyasi Komite üyeliği, Belediye Başkanları Sözleşmesi imzacısı, BM Küresel İlkeler Sözleşmesi imzacısı, Yerel Yaşamda Kadın Erkek Eşitliği Avrupa Sözleşmesi imzacısı, Rio+20 Dünya Sürdürülebilir Çevre Zirvesi katılımcısı ve konuşmacısı, Ulusal Fotovoltaik Güç Sistemleri Platformu üyeliği) üstlendim.

2015 genel seçiminde CHP İzmir 2. Bölge milletvekili adaylığı için ön seçime girdim, 4. sıradan seçilerek adaylık hakkını aldım, seçimler sonucunda CHP İzmir milletvekili olarak TBMM 25. ve 26. dönemde görev yaptım. 2018 genel seçimlerinde yeniden seçildim, CHP İzmir milletvekili olarak TBMM 27. dönemde görev yapıyorum. Milletvekilliğim süresince TBMM Tarım, Orman ve Köy İşleri Komisyonu’nda CHP Grup Başkanı ve NATO Parlamenter Asamblesi üyesi (devam ediyor) olarak BM Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi (UNCCD) Parlamenter Forumu Yönlendirme Komitesi’nin toplantılarına katıldım. Hâlen TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu, NATO Parlamenter Asamblesi üyesi olarak görev yapıyorum.

Türkiye’deki ekonomik kriz hem derin yoksulluğu hem de toplumsal sınıflar arasındaki gelir adaletsizliğini derinleştiriyor. Sosyal adaleti sağlamak, üretim ekonomisini güçlendirmek ve ekonomik istikrarı tesis etmek için geliştirilecek ekonomi politikalarının kapsamı nasıl olmalı?
KAMİL OKYAY SINDIR:
Ülkemizin içine sürüklendiği derin yoksulluğun ve gelir adaletsizliğinin tarihsel sürecine biraz değinmek isterim. Özellikle neo-liberal politikaların uygulanmasıyla başlayan, büyük bir kısmı AKP iktidarı döneminde gerçekleştirilen özelleştirme uygulamalarıyla, devletin üretimden uzaklaştırılmasıyla, çokuluslu küresel sermaye şirketlerinin Dünya Ticaret Örgütü yaptırımlarından güç alarak ve gümrük duvarlarını yıkarak iç piyasalara mutlak egemen olmaya başlamasıyla üretimden uzaklaşarak ithalat yoğun bir ekonomik modelle bugünlere gelindi.

2002 yılında iktidara gelen, sözde adaletin ve kalkınmanın partisi olan AKP hem bu politikaların uygulayıcısı hem de cumhuriyetin temel değerlerini hedef alarak getirdiği yasal düzenlemelerle ekonomik ve sosyal sorunların kaynağı oldu.

Cemaatlerin devletin içindeki paralel yapılanmasını görmezden gelen, hatta bunu fırsat bilerek iktidarda güçlenerek kalmak ve gizli hedeflere ulaşabilme amacıyla bu yapılanmalardan faydalanmaya çalışan AKP, 2010 yılında getirdiği düzenlemeyle referanduma sunduğu anayasa değişikliği neticesinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’yla Anayasa Mahkemesi’nin üye yapısında, seçilme/atama düzenlemelerinde yapılan değişikliklerle yargı sisteminin bağımsızlığına ve tarafsızlığına en büyük darbeyi vurdu. Cumhurbaşkanının atama yetkisinin güçlendirilmesiyle üye çoğunluğu siyasal iktidarın vesayeti altına giren, bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren yargı sisteminde hukukun üstünlüğü temel ilkesinin, üstünlerin hukukuna dönüşmesi sadece sosyal çöküntünün değil, aynı zamanda ekonomik çöküntünün de temel kaynağı oldu.

2017 yılının Nisan ayında yapılan anayasa değişikliğiyle adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen sözde başkanlık sistemi, parlamenter demokrasiyi ortadan kaldırdı. Esasen yeni anayasal düzenlemeyle yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırıldı, yerine bir parti devleti inşa edildi. Diğer bir deyişle, otokratik, totaliter “tek adam” rejimi getirildi. Tarafsızlık yemini eden cumhurbaşkanının pratikte bir siyasi partinin de genel başkanı sıfatıyla tarafsızlığını yitirmesi, yürütmenin başı ve tek adamı olarak yasama üzerinde kurduğu vesayet ve aldığı kanun hükmünde kararname yetkisi, yasama organını by-pass eden uygulamalara neden oldu. Bakanlar, milletin vekili olarak seçilmemiş olmaları ve cumhurbaşkanı tarafından atanarak göreve getirilmeleri nedeniyle millet yerine cumhurbaşkanına/saraya karşı sorumluluk duygusuyla, aldıkları talimatlarla görev yapmaya başladı.

İşte tüm bunlar AKP iktidarının süregelen yanlış politika uygulamalarına tek adam rejiminin otokratik uygulamalarının da eklenmesiyle sadece ekonomide değil, aynı zamanda dış politikada, toplumsal barışta, eğitimde, sağlıkta, bütçe uygulamalarında ve daha birçok alanda sorunların büyümesine, toplumun her kesimine yayılmasına neden oldu.

Cumhurbaşkanı tarafından ortaya atılan, hiçbir iktisatçının, ekonomistin kabul etmediği ve bir lisans tezinin dahi hipotezi olamayacak “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur,” önermesinin sonuçları çok ağır. Bu hipotezin ispatı çabasıyla gerek Hazine ve Maliye Bakanı’nın gerek Merkez Bankası Başkanı’nın sarayın tek adamı tarafından bir gecede değiştirilmesi sonucunda oluşan güvensizlik ortamı, finans sağlayan ve istihdam yaratan iç/dış kaynaklı sanayi yatırımcılarının ülkemizde uzaklaşmasına, hatta ülkemize hiç yaklaşmamalarına neden olmuştur. Devlet Planlama Teşkilatı’nın tasfiye edilmesinin yanı sıra Merkez Bankası rezervlerinden iki yıl içinde 128 milyar doların buhar edilmesi, böylesi büyük bir meblağın devletin kasasından bir soygun misali alınmasının hesabı hâlâ verilmedi. Bu, aynı güvensizliğin bir başka nedenidir. Bugün itibarıyla swaplar hariç Merkez Bankası net rezervi eksi (-) 55 milyar dolar oldu. Bu mesele ülkemizdeki ekonomik sıkıntıların diğer kaynağıdır.

Sarayın, plansız, programsız, sınır tanımayan israf politikalarıyla özellikle yap-işlet-devret ve kamu-özel işbirliği projelerinin yandaşı olan sermaye gruplarına “pazarlık usulü” ihalelerle dağıtılan tutarlar, normal yapım maliyetinin 4-5 misli bedellerle dövize endeksli, garantili ödemelerle ve ticari sır olarak tanımlanarak Sayıştay denetiminden kaçırılan sözleşmelerle çekilen “peşkeş” sadece 25-30 yıllık geleceğimizi ipotek altına almadı, bugünkü ekonomik buhranın da temel nedenlerinden birisi oldu.

İktidar, yaşananları her ne kadar pandemiye, küresel iklim değişikliğine, Ukrayna-Rusya savaşına, enerji fiyatlarındaki artışa bağlamaya çalışsa da, gerçeğin bunlar olmadığı ortadadır. Gerçek, yukarıda sıraladığım temel meselelerin yanı sıra siyasal iktidarın plansız, akıl ve bilimden uzak, liyakat yerine sadakate dayalı kamu personel atamaları, halk yerine bir avuç yandaş sermayenin iştahını gözeten uygulamalarıdır.

Ekonomik kriz, esasen buhran demek daha doğru olur, yoksulluğu, toplumsal sınıflar arasındaki uçurumu ve gelir adaletsizliğini derinleştirmektedir.

Her şeyden önce üreten, üreterek büyüyen, öz kaynaklarını en rasyonel şekilde değerlendiren, katma değeri yüksek ürünlerin üretimine odaklanan, çiftçisini düşünen, yeterli, dengeli, sağlıklı ve ucuz gıda temin eden bir tarım politikasıyla doğasına, çevresine duyarlı, geliri ve refahı sadece zenginlere değil, toplumun tüm kesimlerine adil, eşit ve dengeli dağıtan bir üretim ekonomisinin hedeflenmesi gerekiyor.

Sosyal adaleti sağlamak, üretim ekonomisini güçlendirmek ve ekonomik istikrarı tesis etmek için geliştirilecek ekonomi politikalarının kapsamı partimizin İktidar Kurultayı’nda Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu tarafından okunarak oybirliğiyle kabul edilen İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde kodlandı.

Buna göre, öncelikle yeni bir anayasayla “Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem”e geçilmesi esastır. Ancak bu sayede yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, temel hak ve özgürlükler güvence altına alınacaktır. Yurttaşların etnik köken, inanç ve siyasal düşünce farklılıklarıyla bir arada yaşaması sağlanmalı, eşit ve adil yaşam koşulları oluşturulmalı, tam bağımsızlık, demokrasi ve üniter devlet yapısı temelinde toplumsal barış, cinsiyet eşitliği ve huzur tesis edilmeli. Devlet yönetiminde ve toplumsal düzende sadakat değil, liyakat esas alınmalı. Seçim Yasası değiştirilmeli, Siyasi Ahlak Yasası çıkarılmalı. Kamu İhale Kanunu, rekabeti ve şeffaflığı sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmeli, Sayıştay gerçek işlevine kavuşturulmalı. “Ulusal Vergi Konseyi” ve TBMM’de “Kesin Hesap Komisyonu” kurulmalı. Devlet Planlama Teşkilatı, “Stratejik Planlama Teşkilatı” adıyla yeniden ihdas edilmeli, gelen-giden hükümetleri de bağlayıcı olacak şekilde devletin geleceğe dair stratejik kararları güvence altına alınmalı. Eğitim sistemi çağdaş normlarla, tüm bileşenlerin ortak çabasıyla yeniden yapılandırılmalı. Yaşam hakkı, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrede güvence altına alınmalı. Sosyal dayanışma ve yardım mekanizmaları oluşturulmalı, özellikle “Aile Destekleri Sigortası” uygulamasıyla bu anlayış hayata geçirilmeli.

Kentsel kalkınmanın önemli bileşenlerinden biri, kültür-sanat. Yerel yönetimlerde kültür-sanat odaklı planlama çalışmalarının sürdürülebilir olması için sizce neler yapılmalı?
KAMİL OKYAY SINDIR
: Kültür, toplumsal değerlerin bütünüdür. Bu değerlerin başında edebiyat, müzik, güzel sanatlar, tiyatro, sinema gelmektedir. Dolayısıyla bu değerlerin nesilden nesile aktarılması, geliştirilmesi, modernleştirilmesi, yerel yönetimlerin, devletin, kamu idarelerinin, eğitim sisteminin asli görevleri arasındadır. Kültür denince insanların aklına sadece yaşam tarzı, giyim-kuşam, toplum düzeni, kadın-erkek ilişkileri gelmemelidir. Bir kentin mimari özellikleri de o kentin kültürünün göstergeleri arasındadır.

Herhangi bir yörenin ikliminin, florasının ve fauna dokusunun (ekosisteminin), coğrafi özelliklerinin, toprağının, havasının, suyunun, insanların inançlarının, örf ve adetlerinin, geleneklerinin o yörenin kültürünün oluşmasında ve gelişmesinde önemli olduğunu belirtmekte fayda görüyorum.

Kültür-sanat esas itibarıyla insana ve toplumsal yaşama dair en önemli unsurdur, yerel yönetimlerin asli görevleri arasında yer almalıdır. Bireyin kendini gerçekleştirebilmesi sadece aldığı eğitim veya yaşam tecrübesiyle mümkün değildir. Yaşamın her anında, mesleki çalışmalarda, sosyal ilişkilerde başarının anahtarlarından biri, hatta en önemlisi kültür-sanattır. Yerel yönetimlerin etkin ve etkili kültür-sanat politikaları üretmesi, etkinlikler düzenlemesi kentlerin ve yurttaşların gelişimine katkıda bulunacaktır.

Başarılı bir belediyecilik, temel hizmetlerin ötesine geçmekle, yaygın, sürdürülebilir, yeterli, nitelikli, çağdaş hizmetlerle, kültür-sanat faaliyetleriyle, yetkin eğitmen kadrolarıyla mümkündür. Yerel yönetimler, kültür-sanat ağırlıklı imar planı uygulamaları yapmalıdır. Kent ölçeğinde kültür-sanat ve spor alanlarının sayısı artırılmalıdır. Toplumun her kesimini gözetecek hizmetler ve çalışmalar hedeflenmelidir.

Cumhuriyetimizin ve partimizin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu veciz sözlerini aklımızdan hiç çıkarmamalıyız: “Bir millet savaş alanlarında ne kadar zafer elde ederse etsin, o zaferin sürekli sonuçlar vermesi ancak kültür ordusu ile mümkündür.”, “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.”


Önerilen Haberler