"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Şentürk: “Siyaset üstü bir eğitim politikası oluşturulmalı”

  • 12 Eylül 2022
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yıldırım Şentürk Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Türkiye’de eğitim sisteminin sorunları toplumsal yaşamı, çocukların ve gençlerin geleceğini doğrudan etkiliyor. Gerek sosyal politikalar gerek eğitim politikaları açısından bu sorunların çözümüne odaklanacak mekanizmalar nasıl oluşturulmalı?

YILDIRIM ŞENTÜRK:
Türkiye’de farklı toplumsal kesimlerin üzerinde hemfikir olduğu konulardan biri, çocuklara ve gençlere sunulan eğitim olanaklarının, hizmetlerinin yeterli olmadığı. Defalarca “reform,” “yeniden yapılanma” ya da “vizyon” açıklandığı hâlde sorunlar giderilemedi. Bunun bir örneği, toplumsal beklenti de yaratan eğitimci Ziya Selçuk’un Millî Eğitim Bakanı olduktan sonra kamuoyuna kampanyayla tanıtılan “Eğitim 2023” vizyonuydu. Ne yazık ki, kamuoyuyla iletişime önem veren Selçuk, yeteri kadar açıklama yapmadan, sessiz sedasız görevinden ayrılmak durumunda kaldı. “Eğitim 2023” vizyonunun ne kadar bağlayıcı ve geçerli olduğu da tartışmalı. Eğitim politikalarını ve uygulamaları geliştirmek istiyorsak, bu politikaların taşıyıcısı ve uygulatıcısı “tek kişi,” “lider,” “öncü” gibi birini aramaktan vazgeçilmeli. Dünyada eğitim alanında çok sayıda uzman ve azımsanmayacak kadar farklı deneyim var, bu birikimden istifade etmek gerekiyor. İkincisi, liderlik, kurtarıcılık veya öncülüğe vurgu yapan bir yaklaşım 21. yüzyılda verilecek eğitim içeriğiyle tezat. Siz, istediğiniz kadar iyi politika veya vizyon metni oluşturun, bu politikaları hayata geçirecek kurumlardaki kişiler sahiplenmediğinde veya bu yaklaşımı uygulayabilecek potansiyele sahip olunmadığında en iyi politika bile daha okullara, sınıflara gelmeden içeriğini kaybedip, formaliteye dönüşebiliyor. Eğitimde dönüşüm istiyorsak, öğrenciler, öğretmenler, idareciler, veliler, eğitim uzmanları ve sendikalar başta olmak üzere eğitimin tüm bileşenleri bu sürece dahil edilmeli. Partiler ve hükümetler üstü bir eğitim politikası tanımlamak gerekiyor ki, göreve gelen bakana veya hükümete göre sürekli yeniden tanımlanmasın. Eğitim alanında değişim uzun zamana yayılan ama sürekli takip gerektiren bir süreç. Öte yandan, yılların birikimini iki-üç yanlış uygulamayla heba etmek de mümkün. Son zamanlarda bunun örneklerini gördük.  

Umutlu olmamız gereken konu, toplumun farklı kesimlerinin eğitimdeki eksiklerin farkında olması. Toplumun farklı kesimleri, yeni alternatif uygulamaları desteklemeye sıcak bakıyor. Bir çözüm arayışı söz konusu. Bu kişileri ve toplumsal grupları, günümüzün moda deyimiyle “paydaş” yapıp, “görüş almanın” dışında sürece gerçekten dahil etmenin yollarını bulduğumuzda eğitimde güzel örnekler ve uygulamalar ortaya çıkabiliyor. Yaptığımız saha çalışmasında liselerde şunu gözlemledim: Bazı okul idarecileri velilerle sadece okulun harcamalarını “desteklemek” maksadıyla bağlantı kurmayı yeğliyor, bazı okullarda çift taraflı iletişim, bilgi ve deneyim aktarımı daha güçlü ve sürekli oluyor. Her iki okul modeli de günümüz eğitim sisteminde yer aldığı hâlde ikinci okul modelinin daha başarılı olduğu, öğrenciler ve öğretmenler için daha keyifli bir eğitim ortamı yarattığı kanaatindeyim.    

Üniversite eğitiminin amacı ve içeriği gençlerin mücadele ettiği sorun alanları (işsizlik, geleceksizlik, umutsuzluk vb.) karşısında ne kadar yeterli? Bilimsel üretimi, toplumsal faydayı, kapsayıcılığı, demokratik toplumu hedefleyen eğitim ve istihdam politikaları sizce hangi kriterleri kapsamalı?

YILDIRIM ŞENTÜRK:
Üniversite, olağan bir eğitim kurumu gibi düşünülmemeli. Öğrenci, bir üniversitenin kampüsüne veya yerleşkesine adımını attığı anda üniversitede olmanın ve üniversitedeki yaklaşımın farkını hissedebilmeli, zaman içinde bu farklı yaklaşımı kendi çalışma ve gündelik hayatına taşıyabilmeli. Dolayısıyla üniversite, alınan derslerden ibaret olmamalı. Ne yazık ki, birçok muhalif, eleştirel yaklaşıma sahip meslektaşımın da kendi üniversitelerinin kurumsal işleyişindeki garipliği, mantıksızlığı ve anlamsızlığı yeteri kadar sorgulamak istemediğini düşünüyorum. Çünkü süregelen uygulamalar, kişilere konfor alanı da sağlıyor. Çoğu zaman kurumların tutarsız ve anlamsız uygulamalarıyla öğrenciler uğraşmak zorunda kalıyor. Sonrasında siz derslerde istediğinizi anlatın, inandırıcılığınız zedeleniyor. Kişisel deneyimim şu: Üniversiteler, karşılaştıkları sorunlara “bilimsel” yaklaşmaktan ve çözüm üretmekten yoksun. Bir sorun veya konuyla doğrudan ilgili fakülteleri, bölümleri olduğu hâlde buradaki insan kaynağını bile sürece yeteri kadar dahil etmeden veya edemeden gündelik işlerini yerine getirmeye çalışıyorlar. O zaman bir üniversite olmanın niteliği kampüsün her alanına ve birimine tezahür edemiyor. Oysaki bir üniversite karşılaştığı sorunları tüm bileşenlerini dahil ederek çözmeye çalışırsa, ortaya çıkan yeni, alternatif uygulama tam da üniversiteden ne anladığımızın göstergesi olabilir.

Üniversitelere genelde “yaşamdan kopuk” olma eleştirisi getirilir, ama bence üniversiteler Türkiye’deki genel politik atmosferin ve kutuplaşmanın dışında farklı bir ortam yaratıp, gençlere kendilerini ve akranlarını tanıma, görüşlerini paylaşma, tartışma fırsatı verebilirse kıymetli bir alan oluşturabilir. Gündelik siyasetle hiç ilgilenmeyen ama A veya B alanıyla ilgilenen gençlerin de ilgilendikleri konulara yoğunlaşmasına, kendileri gibileri bulmasına, kendilerini bu konulara “kaptırmasına” olanak sağlayacak bir üniversite temenni ediyorum. Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinin kampüsünde (kampüs, fakültelerden ve bölümlerden daha fazlasını içeriyor) bu deneyim ve birikim kısmen aşınsa da, hâlâ mevcut olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki, istense de yok etmek o kadar kolay değil, zira bu kadar genci bir araya getirdiğinizde bu birliktelik herhangi bir kurumun kalıbına kolay kolay sığmaz.

Öte yandan, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki sürece baktığımızda, ne yazık ki, tam tersi politika ve uygulamaların benimsendiğini görüyoruz. En azından doktora seviyesinde eğitimleri olan öğretim üyeleri, rektörün kim olabileceğine dair kanaat veya eğilim yoklamasına bile sahip değiller. Bir zamanlar seçim talep edilirken, eğilim belirtmenin yolları dahi tıkandı. Böyle bir yaklaşım söz konusuyken, üniversite teknoparkları açmak, yayın sayısı artırmak, araştırma merkezleri kurmak gibi politika ve uygulamaların “nicelik” ve “göstermelik” olmanın ötesinde, bilim yapmakla bağını hızlıca kopardığını düşünüyorum.  

Hâlihazırdaki kitlesel eğitim kurumları, buna üniversiteler de dahil, içeriğini 19. yüzyılda şekillendirmeye başladı, 20. yüzyılda daha da kurumsallaştı ve yaygınlaştı. Bilişim teknolojisinin ve dijitalleşmenin tetiklediği dinamikler aslında bu kurumların kendini sorgulamasını, yeniden kurgulamasını zorunlu ve acil kılıyor. Eğitimin nasıl verilmesi gerektiğini ve içeriğini yeniden düşünmemiz gerekiyor. Kurumlar, kendi konfor alanlarından taviz vermeden bu eksikliği, sorumluluğu gençlere delege ediyor. Mesela bir zamanlar “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir zorunluluk yok,” gibi bir ifade üst düzey bir yönetici tarafından kolay kolay söylenmezdi. Tabii ki öğrenciler kendi hayatlarını ve geleceklerini yönlendirmeli, takip etmeli, sorumluluk almalı. Ancak üniversitelerin kontenjanlarını yöneticiler belirliyorsa, ne kadar mezun olacağını ve dolayısıyla iş bulma fırsatını da doğrudan kendileri belirliyor. Kurumlar ve birimler, gençlerin “iş bulamama” durumunda sorumluluk almaktan imtina ediyor. Bu nedenle gençler, bir üniversitede bir programa kayıt yaptırdıklarında bile heyecanla, yoğun bir emek ve zaman harcayarak okuma eğiliminde olamıyor. Mutsuz gençler ve yetişkinler yaratmaya gayret eden bir yaklaşımımız var. Örneğin, sosyoloji bölümü mezunlarının ne kadarı akademide, sosyolojiyle ilgili alanlarda veya sosyoloji eğitiminden istifade edecek bir alanda istihdam edilebiliyor? Ne kadarı işsiz kalıyor? Sosyoloji bölümleri her yıl kaç mezun veriyor? Bu tür verileri öğrencilerle, velilerle paylaşmadan 17-18 yaşındaki bir gencin Türkiye’nin beş-on yıl sonrasını da göz önüne alarak bir meslek seçmesini istiyoruz. “Bilimsel” bir yaklaşımdan çok uzak olan bir politika ve söylem bize ülke ve dünya “gerçekliği” olarak sunuluyor: Kendini hayata hazırla.

Üniversitelerdeki bu eksiklikler fark edilmeye, dillendirilmeye, hatta alternatif programlar uygulanmaya başlandı. Ne var ki, ağırlıklı olarak “girişimci” bir yaklaşımın sesi daha çok duyuluyor, önerilen bu programlara bakarsanız, sanki geleceğin gençlerini bir CEO adayı gibi yetiştirmeyi vadediyorlar. Hatırlarsanız 1980’lerde Turgut Özal’ın “prensleri” vardı, 1990’larda finans dünyasının “altın çocukları,” şimdi de yeni özne olarak CEO adayları gündemde. Bir yandan, sorgulayan, yaratıcı olmayı teşvik eden bir eğitim anlayışı sunuluyor, ama bu tür CEO’ların idaresindeki şirketler içinde yapılan “işler” sorgulamaya ve yaratıcı olmaya açık olmayabiliyor. Bu, yeni ezber yaklaşımlar yaratma potansiyeline sahip.

Gençlerin önemli bir kısmı ne eğitimde ne de istihdamda yer bulabiliyor. “Ev genci” adıyla anılan yeni bir gençlik modelinden bahsediliyor. Genç işsizliğini, yoksulluğunu ve gençlere yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırmak orta/uzun vadede mümkün olacak mı?

YILDIRIM ŞENTÜRK:
Aslında “ne eğitimde ne de istihdamda olan gençler” yukarıda bahsettiğimiz iki konunun dolaylı bir yansıması. İstanbul’da liseli gençlerle yaptığımız görüşmelerde gençler üniversite sınavında istedikleri bölümü kazansalar bile gelecekleri konusunda endişeliydi. Oysaki bir zamanlar iyi bir üniversitenin mühendisliğini kazanan bir öğrencinin kaygısı daha azdı diye düşünüyorum. Benzer biçimde, gençlere sunulan işler de daha güvencesiz, geleceği olmayan, gençlerin vasıflarını ve becerilerini geliştirmesine fırsat tanımayan işler. Çağrı merkezinde on yıl çalışan bir genç hangi becerilerini geliştirebilir? Mesela bazı sektörlerde gençlerin görünürlüğü daha fazla, peki bu gençler yaşlanınca nereye gidiyor, hangi alanlarda çalışmaya devam ediyor? Normalde bir iş alanında geniş bir yaş skalası olmalı, bu daralıyorsa, demek ki insanlar uzun vadede orada çalışamıyor, o iş üzerinden bir gelecek tahayyül edemiyor. Dolayısıyla “ne eğitimde ne istihdamda,” ya da her ikisinde de ara sıra denemelerde, girişimlerde bulunan genç kesim var. Kendilerini geliştirmek için zamanı yeteri kadar iyi değerlendiremiyorlar.   

Yerel yönetimler eğitime yönelik hizmetlerini ve projelerini planlarken nelere dikkate etmeli? Gençlerin bilgi, beceri ve yeteneklerini göz önünde tutacak politikaları nasıl yaygınlaştırmalı?    

YILDIRIM ŞENTÜRK:
2018-2021 yılları arasında Avrupa Komisyonu’nun Ufuk 2020 fonu kapsamında dokuz ülkede eşgüdümlü, oldukça kapsamlı bir araştırma (gençlerin eğitimleri ve kültürel katılımı üzerine) yaptık, araştırma kısaca CHIEF Projesi olarak geçiyor. Bu araştırmadan edindiğimiz veriler neticesinde politika öneri metnini Avrupa Komisyonu’na sunduk ve kamuoyuyla paylaştık. Daha sonra yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları için de bu politika metninden istifade ederek gençlerin kültürel katılımına yönelik, okuması ve incelemesi daha kolay, bir öneri broşürü hazırladık. Sorunuza bu broşürdeki önerilerimiz doğrultusunda yanıt vermek isterim.

Öncelikle durumu tespit etmek gerekirse:

1.    Yetersiz Katılım: Sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimler tarafından gerçekleştirilen faaliyetlerin ve uygulamaların çoğu gençlerin ihtiyaçlarına, taleplerine yeterince cevap vermiyor.  
2.    Güvensizlik: Gençlerin, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının düzenlediği kültürel etkinlikler hakkında genellikle olumsuz düşünceleri var. Gençler, katıldıkları etkinliklerde daha fazla sorumluluk almak istese de, kurum temsilcileri, gençlere sorumluluk vermeyi riskli buluyor.
3.    Kapsayıcılık Yok: Yerel dinamikler göz önüne alındığında sivil toplum kuruluşlarının ve yerel yönetimlerin gençlere yönelik kültürel faaliyetleri yetersiz kalıyor. Bu da aşırı merkezileştirilmiş ve tek tip kültür anlayışına yol açıyor.
4.    Sürdürülebilir Değil: Düzenlenen kültürel etkinliklere ve uygulamalara gençlerin katılımının sürekliliği yeterli düzeyde sağlanamıyor.
5.    Fırsat Eşitliği Yok: Gençler, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları tarafından sunulan kaynaklara ve tesislere adil bir şekilde erişemiyor.
6.    Kaynaklar Az: Gençlere yönelik kültürel etkinliklere ve uygulamalara ayrılan bütçeler genellikle yetersiz kalıyor.

Yerel yönetimlerin neler yapabileceğine dair önerilerimiz:

1.    Gençlerin bir araya gelebileceği, kendilerini ifade edebileceği ve karar alabileceği alanlar artırılmalı.
2.    Gençlerin dilinden konuşulmalı.
3.    Hizmetler ve etkinlikler, gençlerin ilgisini çekebilecek şekilde yeniden düzenlenmeli.
4.    Gençlerin ilgi alanları takip edilmeli ve içerikler gençlere göre güncellenmeli.
5.    Gençlerin kültürü daha kapsamlı bir şekilde anlaması sağlanmalı. Faaliyetlerde eskimiş politik dil, modası geçmiş kültürel kodlar kullanılmamalı.
6.    Sürdürülebilir etkinlikler düzenlenmeli, katılım sürekliliği teşvik edilmeli.
7.    Düzenlenen etkinliklerin kapsayıcı olduğundan ve birbirinden farklı gençleri bir araya getirdiğinden emin olunmalı.
8.    Sadece etkinliklerle değil, danışman rolüyle de gençler desteklenmeli.
9.    Dezavantajlı gruplara (okur-yazar olmayan, engelliler veya mülteciler gibi) erişebilmek için çok dilli ve çok kanallı iletişim süreci yürütülmeli.
10.    Gençlerin katılımını artırmak için dijital platformlar daha etkin ve daha sık kullanılmalı. 

Bu maddeler sıralandığında kulağa hoş geliyor, ama uygulaması o kadar kolay değil. Zira belediye gibi kurumların alışageldikleri pratikleri sorgulamaya ve yeni usuller geliştirmeye açık olması gerekiyor. Görebildiğim kadarıyla yerel yönetim alanında siyasi kariyer yapmak isteyen belediye başkanları, daire başkanları gibi yetkili kişiler kamuoyunda görünürlüklerini önemsiyorlar. Böyle olunca, belediye etkinlikleri, tanıtım videoları, yayınları, billboard gibi iletişim kanallarında kendilerini ön plana çıkarma eğiliminde oluyorlar. Gençlerin katılımı artırılmak isteniyorsa, aynı yerel yönetimin içinde farklı birimlerde çalışan gençler başta olmak üzere kişilerin yaptıkları, fark yaratan uygulamaları, kendilerine daha fazla söz verilerek ve takdir edilerek paylaşılabilir. O zaman gençler bu tür etkinliklere daha fazla anlam atfeder, sahiplenir ve katkı sunmaya çalışır. Uzun lafın kısası, gençleri fonda kullanmak yerine gerçekten genç katılımını sağlayabilmenin yollarını geliştirmeye gayret etmeliyiz.

Prof. Dr. YILDIRIM ŞENTÜRK KİMDİR?

ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisansını Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde, doktorasını Illinois Üniversitesi Urbana-Champaign’de tamamladı. Başlıca araştırma ve ilgi alanları, kent ve mekân çalışmaları, ulusaşırı çalışmalar, emek, gençlik araştırmaları, alternatif politikalar, sosyoloji teorileri, etnografik ve nitel araştırmalardır. Araştırma projelerinde görev aldı. 2018-2021 tarihleri arasında Cultural Heritage and Identities of Europe’s Future (CHIEF) başlıklı Horizon 2020 projesinin Türkiye bölümünün proje yürütücülüğünü yaptı. Ayşe Berna Uçarol ve Abdullah Ezik ile birlikte “Türkiye’de Gençlik Araştırmaları: Temalar, Yönelimler ve Yaklaşımlar” (2022) adlı kitabı derledi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir.


Önerilen Haberler