"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Güvenç: “Kamusal alanlara ilişkin yerel politikalar kapsamlı olmalı”

  • 19 Eylül 2022
Kadir Has Üniversitesi İstanbul Çalışmaları Merkezi öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Güvenç Belediye Gazetesi’ne açıklamalarda bulundu.

Gerçek kamusal alan nedir? Kentte yaşayanlara yönelik sosyal yaşam alanlarının (sosyal tesisler, yaşam merkezleri ve mekânları, rekreasyon alanları, yeşil alanlar vb.) gerçek birer kamusal mekân olması için taşıması gereken özellikler nelerdir?

MURAT GÜVENÇ:
Kamusal alanlar, toplum bileşenlerinin hiçbir dışlayıcı engelle karşılaşmadan erişebildiği, faaliyetlere etkin biçimde katılabildiği mekân birimleridir. Kent toplumunun işlevlerinin farklılaşması, çeşitliliği kamusal alanlara yansır. Kentliler,  yaşadıkları toplumu, kamusal alanlarda kurdukları toplumsal pratikler, karşılaşmalar üzerinden tanırlar. Bireylerin toplumsal pratikleri “görüp izlediği”, bu pratikler içinde “görülüp izlendikleri” kamusal alanlar, tüm toplumsal oluşumlar gibi, özgün, mekânsal, tarihsel bağlamda güncel teknolojilere,  anlamlı ve geçerli görülen düşünsel çerçevelerin (ideolojiler),  değerler sisteminin etkileşimiyle şekillenir. Bu bağlam, bağımlı etkileşim, toplumsal-demografik açıdan çok boyutludur. Yüzölçümü, kişi başına düşen yeşil alan miktarı vb. somut gösterge veya ölçütler üzerinden incelenemez. Bu, kamusal alanın “kurucu” özelliklerini göz ardı eden yüzeysel bir yaklaşım olur.

Kentlerdeki sorunlar hem birbiriyle bağlantılı hem de oldukça karmaşık. Bu sorunlar, kentteki mekânları, insanların mekânları kullanma pratiğini etkiliyor. Toplumsal/mekânsal farklılaşmanın sonuçları sosyal yaşam alanlarını, bu alanların kullanımını nasıl dönüştürüyor?

MURAT GÜVENÇ
: İdeal tanımın işaret ettiği, tüm toplumsal bileşenlerine eşit erişim olanağı sağlayan bir kamusal alan örneği yoktur.  Kamusal alanlar, toplumun geneli, kültürel topluluklar (cemaat, komünote), ortak mekânları kullananlar ve özel mekân kullanıcıları tarafından farklı erişim düzeylerinde kullanılır. Jacques Lévy, “kamuya açık”, “kurallı”, “sınırlı” ve “bireysel” kullanımlara işaret eder Bu iki boyut kesiştirildiğinde 16 farklı kamusal alan kullanım örneği belirlenebilmektedir. Kamusal alanların farklı toplumsal ölçeklerde sundukları erişim kolaylığı üzerinden kavramsallaştırılması, Avrupa merkezli olmasına rağmen, tanımlanan tipleri örnekler üzerinden somutlaştırma olanağı sunar. Tablo 1’deki örneklere atıfla hangi kamusal alan türünün, hangi toplumsal ölçekte, ne ölçüde erişilebilir olduğu izlenebilir. Farklı dönemlerde, farklı toplumsal bağlamlarda şekillenen kamusal alan kullanımları bu modele referansla irdelenebilir.   

Kamusal Alanlar Hiyerarşisi

 

 

Toplumsal Alanlar

Komünote Mekânları

 

Ortak Alanlar

Bireysel (Özel)

Alanlar

 

Özgür Sınırsız Erişim

Kamu alanı

Sokaklar Meydanlar Parklar

 

 

 

xxx

 

 

xxx

 

 

xxx

 

 

Kurallı Erişim

Yarı-Kamusal Alanlar

Tren Garları,

Toplu Taşıma

Kahveler

AVM’ler

Ticari Merkezler

 

 

Geleneksel Mekânlar

Tarihî-Etnik                     Mahalleler

 

 

 

Apartman Girişleri                 Ortak Alanlar

 

 

 

Sınırlı Erişim

Yarı-Özel alanlar

Taksiler, Dükkânlar, Sinema-Tiyatro, Lokanta-Otoyol Paralı Özel Yol

 

Özel Alanlar

“Gettolar”

Kurtarılmış Bölgeler

Yapıların

Ortak Alanları

Özelleştirilmiş Sokaklar

Tampon Bölgeler,

Özel Bahçeler

Çalışma Alanları

 

Kısıtlı-Kişiye Özel  

Erişim

 

 

Aile-Topluluk Mekânları                 Kapalı Yerleşimler

 

Çalışma Alanları Kulüpler Rezidanslar

Özel Alanlar

Özel Konut

Özel Araç



Avrupa merkezli yaklaşımların geçerli olmadığı bağlamlarda, kadınların, kamu görevlilerinin (sözgelimi, çarşı iznine çıkmış askerlerin), cinsel tercihlerini farklı yönde kullananların, evsizlerin, kültürel, etnik, dinî toplulukların kentin hangi caddelerini ve meydanlarını ne yoğunlukta kullanabilecekleri ince yöntemlerle denetlenir. Sözgelimi, ABD’de caddelerde ve meydanlarda hangi koşulda içki içilebileceği konusunda düzenlemeler vardır. Kamu alanlarında görünmelerine izin verilen evsizlerin, uyumayı engelleyen banklar, düzensiz aralıklarla sulama yapan düzenekler yardımıyla bu alanlarda gecelemesi olanaksız kılınmıştır. Ülkemizde çarşı iznine çıkan askerlerin kentin hangi bölgelerinde görünebileceklerine ilişkin düzenlemeler vardı.

Bu düzenleme koşullarına uymama, otoriteye bir tehdit olarak görülür. Nitekim, Dünya Kadınlar Günü’nde İstanbul’da, Tünel meydanında toplanmaları sakınca yaratmayan kadınların Taksim Meydanı’nda “görünmeleri” müesses nizama yönelik bir tehdit olarak yorumlanabilmektedir. 1 Mayıs İşçi Bayramı veya LGBTİ+ Onur Yürüyüşü açısından durum çok farklı değildir.  

Bu uygulamaların uzun, çok uzun bir tarihî geçmişe sahip olduğu Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’den aldığımız aşağıdaki pasajlarda açıkça görülür:

“Padişahımızın camileri teşrif buyuracağı umulduğundan, herkesin edep dahilinde hareket edeceğinden şüphe etmiyoruz. Herkesin intizamla camiler ve diğer yerlerde vakit geçirmelerine diyecek yoktur. Ancak çarşı içinde, Beyazıt ve Şehzadebaşı’nda, Doğruyol üzerindeki dükkânlarda halkın birikmesi …. geceleri büyük caddelerde iskemle ile sokak ortalarında halkın gidip gelmelerine mâni olacak şekilde oturmak yasaktır.” Benzer kısıtlamalar rekreasyon-mesire amaçlı kamusal alanın kullanımı açısından da geçerlidir.
 
“Fakat erkek ve kadınlar için özel yerler bulunduğundan kadın ve erkek karmakarışık oturmayacak ve oturamayacaktır. Şayet bunun aksine hareket edenler olursa kanunun 254. maddesine göre cezalandırılacaktır. İstanbul Boğaziçi ve Üsküdar seyir yerlerinden bazısı sırf cuma günleri kadınlara ve pazar günleri erkeklere mahsus olduğu için bundan böyle İstanbul’da Kâğıthane’ye, Üsküdar’da Moda burnu, Fenerbahçe’si, Beşiktaş’ta Hacı Hüseyin Bağı, Ihlamur, Küçükçiftlik, Beyoğlu’nda Taksim önü, Boğaziçi’nde Küçük ve Büyük Sular, Çubuklu, Hünkâr İskelesi, Arnavutköyü akıntısına cuma ve sair günlerde gidilebilir. Ancak pazarları İslam hatunları gidemeyecektir. Şayet gidenler olursa yukarıda adı geçen kanun gereğince cezalandırılacaktır.

Üsküdar’da Bağlarbaşı civarında Maşatlık denilen yer ile Bostancıbaşı Köprüsü arasında bu kere açılan Çiftehavuzlar, Serbostan Bağı ve Sultan Tepesi civarında Susuzbağ ve Kuzguncuk üzerindeki Arapzade Bağı, Maslak, Şişli, Levent Çiftliği, Pangaltı Zincirlikuyu öteden beri seyir yeri olmadığından herhangi gün olursa olsun İslam kadınlarının araba ile durması ve sere erpe oturması tamamen ve kesin olarak yasaktır.”

Bu pasajlara atıfla, kamusal alan kullanımına ilişkin yaklaşımların tarihsel süreklilik gösterdiği söylenebilir.

Kentteki sosyal yaşam alanları/mekânları ortak kültürel değerler açısından önemli mi? Kentlerde yaşayanlar arasındaki sosyal bağı, iletişimi ve kentsel mutluluğu güçlendirecek mekânların tasarımında ön planda tutulması gereken unsurlar var mı?

MURAT GÜVENÇ:
Kentteki sosyal yaşam alanlarının, boş zaman değerlendirme, temiz hava alma (teneffüs), doğayı seyir (temaşa) amaçlı olduğu düşünülür. Oysa, sosyal yaşam alanlarının bu tür işlevleri, deyim yerindeyse, “buz dağının görünen yüzüdür.”

Bu alanlar, toplumun gündelik yaşam pratiklerinin, yerel kimliklerin, yerel bilginin ve görgünün oluşması, kadınların toplumsal yaşama katılması açısından yaşamsal önem taşır. Toplumsal yapılar, bu alanlarda gelişen pratikler, gelenekler üzerinden şekillenip, yeniden üretilir. Yerleşik kalıp yargılar, değişmeyeceği varsayılan uygulamalar, bu mekânlarda gelişen pratikler, gerilimler, ilişkiler üzerinden değişir. Bu açıdan kamusal alanları topluma rekreasyon olanağı sunan ortamlar olarak görmek, yanlış olmasa da, yetersizdir.

Toplumsal değişimin şekillenmesinde yasal çerçevenin önemi tartışılmaz. Ne var ki, kadınlarla erkeklerin yasa önünde eşitliğini teslim eden düzenlemeler, medeni kanun, karma eğitim vb. düzenlemeler ancak uygulandıklarında hayata geçip somutlaşır.

Bu süreç, düzenlemelerin kabulünden on yıllar sonra sonlanabilir. Nitekim, aksine bir düzenleme olmamasına rağmen günümüzde birçok şehirde ailelerle aile olmayanların birlikte aynı kamusal alanı paylaşması mümkün değildir.
Aileler, aile niteliği taşımayan yurttaşlarla ancak farklı kompartımanlarda yan yana gelebilir. Bu tür birliktelikler, toplumsal etkileşimi sınırlar. 20. yüzyılın başında İstanbul’da tramvayların,  mesire yerlerinin, Tepebaşı bahçesinin kullanımıyla ilgili kısıtlar, Osman Nuri Ergin’in naklettiği Gülhane Parkı’nın haftanın bazı günleri kadınlar, bazı günleri erkekler tarafından kullanımını öngören İstanbul Belediye Meclisi kararı henüz çok yeni örnekler. Ancak kamu alanında, modern hayatın doğal akışında gerilim yaratan cinsiyetçi uygulamalar kalıcı olmayabilir. 1900’lerde ayrıldığı İstanbul’u 1920’lerde ziyaret eden Demetra Vaka’yı dinleyelim:

“…İstanbul eskisinden farksız görünüyordu. Öyle miydi gerçekten? Arabacının Galata Köprüsü’ne giriş parasını ödemesiyle başlayan, Altın Boynuz’un öteki yakasına yolculuğumuz sırasında bir değişiklik dikkatimi çekti: Boğaz’da, ay-yıldızlı Türk bayrağından farklı bayrakların çekildiği, gri renkli, asık suratlı çok sayıda zırhlı gemi vardı. Ben ayrılırken İstanbul özgür bir şehirdi. Şimdi ise karşımda daha önce Enver ve Talat’ın meydan okuma cesareti bulduğu güçlerin eline düşmüş, işgal altında bir şehir vardı. Altın Boynuz’un iki yakasını birbirine bağlayan köprünün ortasına ulaştığımızda bir başka arabayla karşı karşıya geldik. Arabada yüzü açık bir Türk kadını ve yanında bir erkek! Yirmi yıl önce, aynı adam, kamuya açık bir yerde karısının bulunduğu yöne bakmaya dahi çekinirdi. Biraz daha ileride gördüklerim daha da şaşırtıcıydı: Köprünün parmaklıklarına yaslanmış bir Türk kadın, fesli bir adamla sohbet ediyordu. Üstelik kadın gençti ve davranışları evli olmadıkları izlenimi veriyordu. Demek ki farklı bir Türkiye’ye gelmiştim." (Demetra Vaka, İstanbul’un Peçesiz Kadınları)

Bu dönemde yaşanan dönüşüm, 1960’larda ABD’de sivil haklar mücadelesi döneminde Afrikalı Amerikalıların otobüslere arka kapılardan binmesini, ayrı okul servisi kullanmasını öngören düzenlemelerin ortadan kalkmasından daha az önemli değildir.

Tüm işaretler, bazı koşullarda, toplumun bazı bileşenlerinin kamu alanına erişimini engelleyen kimi düzenlemelerin pratikte geçerliliğini yitirebileceğini, yeni bir toplumsal alanın konsolide olabileceğini gösteriyor. Bu, her ülkede aynı şekilde geçerli değil. Nitekim, yerleşik değerler sisteminin, ideolojinin değişim taleplerini engellediği Tinanmen Meydanı olayları, Hindistan’da kast sisteminin etkisi vb. karşı örnekler var. Ancak yeni yaşam tarzlarının oluşması için yasal düzenlemelerin yeterli olmayabileceği, pratikte, uygulama içinde şekillenmesi, konsolide olması gerektiği anlaşılıyor. Kamusal alanı oluşturan bileşenlerin, yerel kimliklerin oluşumunda stratejik rol oynadıkları, dönüşüm süreçlerinin taşıyıcısı oldukları, dönüşümleri kolaylaştırabildikleri anlaşılıyor.  Bu özellikleri nedeniyle kentlerin kamusal alanlarını pasif yeşil alanlar, boşluklar, teneffüs ve rekreasyon alanları şeklinde görmek yerine kentlilik bilincinin, kentsel kimliğin,  “biz” duygusunun inşa edildiği eylem alanları olarak görmek gerekiyor. Kentsel arazi fiyatlarının en yüksek olduğu bölgelerde yer alan Gülhane ve Gezi Parkları (İstanbul), Tiergarten (Berlin), Hyde Park (Londra), Central Park (New York), Millenium Park (Chicago), Gençlik Parkı (Ankara), fuar alanı ve kordon boyu (İzmir) gibi kamusal alanları basit işlevsel savlarla gerekçelendirmek zordur. Aksi hâlde, Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından oluşturulan İzmir Fuarı’nın alanı, ekmeğin karneyle satıldığı harp yıllarında Ankara’da Gençlik Parkı’na, İstanbul’da Gezi Parkı’na tahsis edilen etkileyici inşaat bütçeleri, yeşil alan gereksinimi, teneffüs, oyun, piknik alanı vb. sıradan gerekçelerle açıklanamaz. Tersine, asıl üzerinde durmamız gereken sorun, bu önemli kamusal alanların hâlen bulundukları kıymetli bölgelerde nasıl olup da korunabildikleridir. Gezi Parkı’nın ve çevresindeki sokakların İstanbul genelinde benzer kısıtlamalar nedeniyle arazi fiyatı en yüksek olanlar olduğunu,  bu bölgedeki kentsel yenileme projesinin ne pahasına duraklatılabildiğini hatırlayalım. (Bu konuda “harita.kent95.org” sitesi ilginç karşılaştırma olanakları sunar.)

Sosyal yaşam alanlarına ilişkin çalışmalarda ve kentsel politikalarda yerel yönetimler sizce hangi inisiyatifleri almalı? Kentin sosyal yaşamını ve kültürel dokusunu korumak için neler yapılmalı?

MURAT GÜVENÇ:
Her yerel yönetimi kendi tarihsel koşulları, mekânsal, iktisadi ve siyasi bağlamı içinde değerlendirmek gerekiyor. Bu nedenle tüm yerel yönetimlere yönelik genellenebilir ve geçerli politika önerisinde bulunmak zor, hatta olanaksız. Bu tür hazır siyasi reçetelerin olanaksızlığı açık. Ne var ki, kent kimliğinin, aidiyet duygusunun sosyal yaşam alanlarında şekillenip yeniden üretildiği, bağlılığın ve adanmışlığın bu tür kültürel yeniden üretim odaklarında konsolide olduğu, iletişim teknolojilerinin sağladığı büyük olanaklara rağmen yüz yüze etkileşimin önemini koruduğu biliniyor. Kentsel kamu alanlarındaki aktivite yoğunluğunu yeni iletişim teknolojileriyle destekleyen, yeni gelişme alanlarında zamana ve zemine duyarlı, buluşçu, katılımcı yerel politikalar geliştirilebilir. Ancak uygulama, en az tasarım kadar önemli. Başarılı bir tasarım uygulanmazsa, boş bir fikir projesi olmanın ötesine geçmez. Oysa, uygulama şansı bulan mütevazı bir kamusal alan projesi, toplumsal yaşamı yönlendiren/dönüştüren bir odak noktası oluşturabilir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iki yıl önce açtığı Taksim Meydanı Yarışması’nda, Yüksek Mimar Şerif Süveydan başkanlığında geliştirilen “Taksim Kolektifi” bu düşüncelerle şekillendirilmişti, ne yazık ki, merkezî yönetim tarafından engellendi.

PROF. DR. MURAT GÜVENÇ KİMDİR?

ODTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nü bitirdi. Aynı bölümde 28 yıl öğretim elemanı olarak çalıştı. Kent ekolojisi, sanayi coğrafyası, İstanbul ve kent sosyolojisi alanında çalışmaları vardır. Emlak Bankası 1926-1998; Kurum Tarihi ve Türkiye Seçim Atlası 1950-2009’un eş yazarıdır. İstanbul 1910-2010 Kent Sergisi’nin toplumsal ve ekonomik coğrafya temasının küratörlüğünü yaptı. 2007-2010 yılları arasında Tarih Vakfı Yönetim Kurulu başkanlığı,  2014-2019 yılları arasında TESEV Yönetim Kurulu üyeliği ve başkan yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2014 yılından bu yana Kadir Has Üniversitesi İstanbul Çalışmaları Merkezi’ni yönetmektedir. Mimar Şerif Süveydan başkanlığındaki yarışma ekibine katıldı (15 no’lu proje), İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Uluslararası Taksim Meydanı Tasarım Yarışması’nda eşdeğer birincilik ödülüne layık görüldü, halk oylamasında en fazla oyu aldı.


Önerilen Haberler