YÜKLENİYOR
Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Berrin Koyuncu Lorasdağı Belediye Gazetesi’ne değerlendirmelerde bulundu.
İnsani Gelişme Vakfı, “İnsani Gelişme ve Sürdürülebilir Kalkınma: Yerel Yönetimler 2021” ilçeler raporunu Aralık 2022’de yayımladı. İnsani gelişme ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini yerelleştirmeye yönelik politikaların kapsamı sizce nasıl olmalı?
BERRİN KOYUNCU LORASDAĞI: İnsani Gelişme Vakfı’nın raporu, insani gelişmenin yerelleştirilmesinin öneminden hareket ediyor. İnsani gelişme ve sürdürülebilir kalkınma, insan haklarını ve yapabilirlikleri temel alan bir yaklaşımdır, kentlerin yönetimine ilişkin kararların alınması ve uygulanmasında kentte yaşayanların öncelenmesidir. Bu bakımdan insani gelişmenin ilçeler bazında incelenmesi oldukça önemlidir. Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fuat Keyman’la birlikte tamamlamak üzere olduğumuz “Türkiye’de Sürdürülebilir Kent Politikaları ve Yaşam Kalitesi” başlıklı bir TÜBİTAK projesi yürütmekteyiz. Projenin saha çalışmasındaki gözlemlerimizden biri de, kentlerdeki ilçelerin sosyo-kültürel ve ekonomik farklılıklarının ihtiyaçlar, beklentiler ve yaşam kalitesi açısından oldukça belirleyici olduğudur. Konya’nın merkez ilçelerinden Meram’da yaşayan bir kadınla Karatay’da yaşayan bir kadının kente dair sorunları farklı. Bursa’da Yıldırım ve Nilüfer ilçelerinde yaşayanların sorunları farklı. Göçmen kadınların sorunları bambaşka. Dolayısıyla insani gelişmeyi belediyelerin hizmetleriyle sınırlı görmemek, Henri Lefevbre’nin “kent hakkı” (1967) kavrayışından hareketle kentte yaşayanların kente katılım hakkı üzerinden de değerlendirmek gerekir. Bunun için kentlerde kapsayıcı ve içermeci bir anlayışla kararların alınıp alınmadığı, stratejik planlarında hangi faaliyetlerin, hangi anlayışla yapılmasının planlandığı son derece önemlidir. Bahsettiğim TÜBİTAK projesi kapsamında 10 büyükşehir belediyesinin stratejik planlarını ve faaliyet raporlarını inceledik. Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi önemsediklerini dile getiren bir yerel yönetimin stratejik planında toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin bir kelimenin bile yer almadığını gördük. Bu durum pek çok belediye için geçerli ki, bu sorunla mücadele için önemli olan iradenin söz konusu politika belgelerine yansımadığını gösteriyor.
İNGEV raporunda incelenen ilçe belediyelerinde en önemli sorun alanının “sosyal kapsama” olduğu görülüyor. İnsani gelişme için farklılıkların bir arada yaşabildiği ve ötekileştirmeyen bir anlayışa ihtiyaç var. Dolayısıyla insani gelişme ve sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle hareket eden politikaların eşitsizlikleri gözetmesi, eşitsizlikten mağdur olan, “kırılgan gruplar” olarak tabir edilen kadınların, çocukların, yaşlıların, engellilerin, mültecilerin kentteki yaşam kalitesinin ihtiyaçlar, haklar ve yapabilirlikler çerçevesinde geliştirilmesi gerekir. Daha da önemlisi, kırılgan gruplara yönelik sınırlı ve yama niteliğindeki desteklerden ziyade kente tam anlamıyla katılımı mümkün kılacak politikaların oluşturulmasıdır. Yani kentte yaşayanların hizmetlere erişebilirliği, bu hizmetlerin yerele götürülmesiyle sağlanmalıdır. Bir belediyenin düzenlediği bir etkinliğe, tekerlekli sandalye temin edilen engelli bir insanın uygun kaldırım, asansör, rampa gibi olanaklar sunulmadığı için katılamaması, parklarda yeterli aydınlatma, kamera ya da güvenlik görevlisi olmadığı için kadınların geç saatte parklarda vakit geçirememesi önemli bir kent hakkı sorunudur.
1980 sonrası Türkiye’de yaşanan siyasi, toplumsal ve ekonomik dönüşüm kentsel yapıyı ve kent kültürünü farklılaştırdı. Siz, “yeni yerellik” kavramı doğrultusunda kent siyasetinin değişmesi gerektiğini ifade ediyorsunuz. “Yeni yerellik” nedir? Türkiye’nin dönüşümünü anlamak için kentler neden odak noktası olmalı?
BERRİN KOYUNCU LORASDAĞI: “Yeni yerellik” kavramı, ABD’deki Brookings Enstitüsü’nde Bruce Katz ve Jeremy Nowak (2018) tarafından, ABD’de Pittsburgh, Indianapolis ve Avrupa’da Kopenhag örneklerinden hareketle, sanayi-sonrası toplumlarda değişimin ve sorunların çözümünde kentlerin en az ulus-devlet kadar önemli olduğunu ortaya koymak için önerilmiştir. Yeni yerellik, özellikle kutuplaşmanın hâkim olduğu ortamlarda merkez-yerel arasındaki çatışmada iktidarın tabandan ve yatay olarak düşünülmesini, bu bağlamda kentlerin toplum yönetiminde giderek önem kazanmasını, ulus-devletin ve hükümetin bu gerçeği görme gerekliliğini ifade eder. Bu arka planla Prof. Dr. Fuat Keyman’la birlikte yazdığımız “Sekiz Kentin Hikayesi: Türkiye’de Yeni Yerellik ve Yeni Orta Sınıflar” (2020) adlı kitapta, Türkiye’nin dönüşümünü anlamak için kentlere ve kent siyasetini anlamak için yeni yerelliğin önemine işaret ettik.
Türkiye’nin dönüşümünü anlamak için kentler temel analiz birimi niteliğinde, çünkü hızla kentleşen bir Türkiye’yle karşı karşıyayız. Hızla kentleşen bir Türkiye, kentlerde yaşanan sorunların değişmesini, farklılaşmasını ve bu yönde de çok-boyutlu çözümlerin çok-aktörlü süreçlerle geliştirilmesini gerekli kılıyor. 2010’lu yıllardan itibaren Türkiye, kentleri etkileyecek ekonomik, sosyal ve siyasi olaylarla karşı karşıya kaldı. Bunlardan biri, 2011 yılından itibaren Suriye’den Türkiye’ye kitlesel göçtür. Proje kapsamındaki kentlerde sivil toplum örgütleriyle, akademisyenlerle gerçekleştirdiğimiz odak grup toplantılarında dile getirilen ortak sorun, göç ve derin yoksulluktu. Bunun dışında son beş yılda kent yönetimine dair en önemli siyasi gelişme, 24 Haziran 2018 seçimleriyle yürürlüğe giren başkanlık sistemi ve bunun sonucunda yaşanan merkezîleşmedir. Türkiye’de gittikçe merkezîleşen (siyasi bağlamda) Anadolu’daki kentler, bu kentlerin nasıl yönetildiği, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir sorundur. Bu nedenle tüketim-odaklı ve metalaştırılmış kent anlayışından ekoloji ve insan odaklı bir kent anlayışına geçiş için yeni yerelliği tartışmak gerektiğini öne sürdük. Yeni yerellik ile kâr yerine toplumsal ihtiyaçları gözeten ve yerelden demokratik katılımı mümkün kılan bir kent siyasetinin mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Yani “kâr için değil, insanlar için kentler” anlayışının benimsenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Kentlerde yaşanan sorunları “insan odaklı” yönetim anlayışıyla çözmek mümkün mü? İnsani kalkınmayı, yerelliği ve demokratik yönetimi sürdürülebilir kılacak sosyo-ekonomik politikalar yapılandırılırken nelere dikkat edilmeli?
BERRİN KOYUNCU LORASDAĞI: “İnsan odaklı” yönetim anlayışı, hak temelli bakış açısını merkeze koyan bir anlayıştır. Bu anlayışın hâkim olması da merkezî yönetimin yerelle ilişkisine bağlıdır. Hem “Sekiz Kentin Hikâyesi” adlı kitapta hem de yürüttüğümüz projede, merkezî yönetimin yerel yönetimle çatışmalı bir ilişkisi olduğu durumda da, yerel yönetime göbek bağıyla bağlı olduğu durumda da demokratik bir yönetime imkân tanınmadığını gördük. Tam da bu noktada yeni yerellik önemli hâle geliyor. Kentin, “yurttaşların birlikte yaşama mekânı” olarak görülmesi ancak kent yönetiminin üretim-sosyal adalet-kimlik-çevre sorunlarını yurttaş katılımına açık ve kararların demokratik müzakere yoluyla alındığı bir yönetim anlayışıyla çözmeye çalışmasıyla mümkün olur. Bu bakımdan kent yönetimine katılım hakkı, kente dair diğer hakları, bu haklar çerçevesindeki hizmetleri de kullanmayı, talep etmeyi ve dönüştürmeyi kapsayan bir nitelik taşıması açısından önemlidir. Kadınların vali, belediye başkanı/yardımcısı olmadığı, belediye meclislerinde yer almadığı bir kentte katılım hakkının gerçekleştirildiği söylenemez. Bu da yaşam kalitesini ve insani gelişmeyi olumsuz etkileyecek bir durumdur. Buna ek olarak projemizde özellikle kadınların kentsel yaşamda mekânsal ve ekonomik eşitsizlik nedeniyle dezavantajlı olduğunu gördük. Bunu aşmak için yerelde hizmet anlayışının önemli bir strateji olduğunu tespit ettik. Özellikle kentin çeperinde ya da kırsal alanlarında yaşayan, bu nedenle kentsel yaşam pratiklerine dahil olamayan, sosyo-ekonomik düzeyi düşük yoksul, mülteci kadınlar için bu tür hizmet modelinin geliştirilmesi önemlidir. Bu bağlamda farklı eşitsizliklerin yarattığı dezavantajlılık da dikkate alınmalıdır. Mülteci kadınlar ve çocuklar en dezavantajlı grup olduğu için bu gruba yerelde sosyal hizmet sunulması gereklidir.
Kısacası, insani kalkınma için yüksek yaşam kalitesi sunan doğa-insan-çevre dengesini gözeten kentlere ihtiyaç vardır. Bu da yerel yönetim hizmetlerine ve ekonomik kaynaklara erişim, sosyo-kültürel hayata ve kente dair kararlara (kent planlanmasına, kentsel dönüşüme) etkin katılım imkânı sunan demokratik, özgürleştirici bir kent ve kent yönetişimiyle mümkündür.
Yerele yönelik çalışmalarda sadece yerel/ulusal özellikleri değil, bölgesel/küresel dinamikleri de göz önünde tutmak yerel kalkınmayı hangi açıdan etkileyecek?
BERRİN KOYUNCU LORASDAĞI: Yerel kalkınmayı sadece yerelle açıklamak ve yerel sorunları ulusal/yerel eksenle sınırlı tutmak bugünün küresel dünyasında mümkün değil. 2020 yılından 2022 yılına kadar küresel gündemi belirleyen pandemi ve pandeminin yarattığı ekonomik ve sosyal sorunlar buna örnek verilebilir. Yine Rusya-Ukrayna savaşı, savaştan kaçan insanların Mersin’e ve Antalya’ya göç etmesi, söz konusu kentlerde yaşayan insanların yaşam kalitesine etkileri, bölgesel/küresel dinamiklerin dikkate alınmasını gerektiriyor. Bu nedenle 21. yüzyıldaki kent olgusu, farklı bir kent paradigmasına geçişe işaret ediyor. Yeni yerellik, bölgesel/küresel değişimin müzakere edildiği mekâna denk gelir. Bu bakımdan kentlerde yaşanan sorunların, uluslararası/küresel normlar dikkate alınarak çözülmesi gerekebilir. Sürdürülebilir kalkınma, insan odaklı yönetim anlayışı da bu normlardandır.
İnsani gelişme vizyonunu gerçekleştirmek ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak için yerel yönetimler hangi inisiyatifleri üstlenmeli?
BERRİN KOYUNCU LORASDAĞI: Sürdürülebilir kalkınma ve insani gelişme vizyonunu geliştirmek için yerel yönetimlerin birincil önceliği elbette “insan” olmalıdır. Maalesef kentler ranta ve kâra teslim ediliyor. Kentlerin planlanmasında ve kentsel dönüşümde bu faktörün dikkate alınması gerekir. İnsani gelişme için yerel yönetimlerin önemsemesi gereken diğer bir konu, kentte yaşayanların kente dair kararlarda söz sahibi olmasıdır. Kent meydanları, stadyumlar gibi kentin kimliğinde yer etmiş kamusal alanlara ilişkin kararlarda kentte yaşayanlar sürece dahil edilmelidir. Yürüttüğümüz projede tespit ettiğimiz sorun alanlarından biri de, kentte karar alıcı ve uygulayıcı pozisyonda olan yöneticilerin bu anlayışı samimiyetle sahiplenmemesidir. Buna verilebilecek örnek, yerel demokrasinin ve kente katılımın temel mekanizmalarından olan kent konseylerinin ve kırılgan gruplara dair meclislerin “katılımcı” işlevlerine güvensizlik ve gerekliliklerine dair şüphedir. Yöneticiler ve vatandaşlar arasında köprü işlevi üstlenmesi beklenen bu mekanizmaların bütçelerinin olmaması vb. nedenlerle etkin çalışmaması veya ilgili belediyenin “arka bahçesi” olarak görülmesi önemli bir handikaptır. Projeden elde ettiğimiz sonuçlara göre kent konseylerinin etkin çalıştığı belediyeler, Karşıyaka ve Nilüfer Belediyesi gibi, insani gelişmenin de yüksek olduğu ilçelerdir.
İnsani gelişme vizyonunu geliştirmek için önemli bir konu da yerel yönetimler açısından yol haritası niteliğinde olan stratejik planların hazırlanmasıdır. İnsani gelişmenin önündeki engel olan eşitsizlikle mücadele için yerel yönetimlerin iradesini ortaya koyacak bu politika belgelerinin kimler tarafından, hangi yönetim anlayışıyla oluşturulduğu son derece önemlidir. Bu bakımdan her türlü eşitsizliğin, yoksulluğun ve yoksunluğun göz önünde bulundurulduğu bir perspektiften bu belgelerin hazırlanması ve uygulanması gerekiyor.
Prof. Dr. BERRİN KOYUNCU LORASDAĞI
Lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerini Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Kamu Yönetimi Bölümü’nden aldı. Lisansüstü öğrenimi sırasında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 2002 yılından bu yana Hacettepe Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Çalışma alanları, Türkiye’de siyasal düşünce, kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları, kent çalışmalarıdır. Türkiye’de siyasal düşünce, yerel siyaset ve kadın temsili, kadına yönelik şiddet, kadın sivil toplum örgütleri, başörtüsü ve kimlik politikası, Türkiye’de iş insanı dernekleri gibi konularda ulusal/uluslararası dergilerde yayımlanmış çok sayıda makalesi vardır. Prof. Dr. Fuat Keyman’la birlikte “Kentler: Anadolu’nun Dönüşümü Türkiye’nin Geleceği” (2010, Doğan Kitap) ve “Sekiz Kentin Hikâyesi: Türkiye’de Yeni Yerellik ve Yeni Orta Sınıflar” (2020, Metis) adlı kitapları yazdı. Hâlen Prof. Dr. Fuat Keyman’la birlikte “Sürdürülebilir Kent Politikaları: Yaşam Kalitesi Açısından Türkiye’de Kent-Bölgeler” başlıklı TÜBİTAK 1003 Projesi’ni (2020-2023) yürütmektedir. Bilimsel çalışmaları nedeniyle 2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Teşvik Ödülü aldı.