"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

İpek Akpınar: “Kentin kolektif simgeleri toplumsal hafızayı belirler”

  • 30 Kasım 2023
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. İpek Akpınar Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Kent ve bellek ilişkisi neden önemli? Kent belleğinin belirleyicileri ve değişkenleri nelerdir?

İPEK AKPINAR:
Octavio Paz, “Mimarlık, tarihin bozulmaz tanığıdır, çünkü büyük bir binadan, içinde bir çağın, kültürünün, toplumunun, niyetlerinin tanığını görmeden konuşamazsınız,” diyerek, mimarlık/kentsel tasarım ile toplumsal, ekonomik, kültürel, politik bağlam arasındaki ilişkileri vurgular. Mimari ve yapılı çevre, toplumsal, kültürel, ekonomik değişimin ve dönüşümün yansıdığı sahnedir, tam da bu nedenle yaşayanların deneyimleri ve hafızalarıyla doğrudan ilişki kurar. Kentliler, kentsel mekândaki değişimin ve dönüşümün ana öznesidir. Kentler sadece yapısal öğelerle fiziksel açıdan değil, kentlinin hafızasında da inşa edilir.  Eğitimde temel kaynaklarımızdan biri olan Kevin Lynch’in “Kent İmgesi” adlı kitabı bu soyut ve somut ikili inşa sürecini detaylı betimliyor. Lynch, yapılı çevreyi deneyimleyen insanın zihnindeki “kent imgeleri” ile genelleştirilmiş bir “zihin haritası” oluştuğunu savunuyor. Bireylerin kenti algılayışındaki farklılıkları vurgulayarak, insan zihninde yer eden kent imgelerini yollar, sınırlar/kenarlar, bölgeler, düğüm/odak noktaları ve işaret öğeleri olarak beş farklı başlık altında sınıflandırıyor. Bu zihinsel öğelerin, özellikle kentsel kamusal peyzajın sosyal/toplumsal rolünü öne çıkararak, toplumda bireylerin aşina olduğu, ismi konulmuş bir yapılı çevreyi ve topluluğu bir araya getiren, birbirleriyle iletişimi sağlayan ortak anılar ve simgeler ürettiğini belirtiyor.

Kent imgesindeki ortak anılarımız ve kolektif simgeler, toplumsal hafızamızda yer ederek ortak geleceğimize aktarılıyor, geçmişimizi gelecek kuşaklara bağlayan, toplumsal ve kültürel sürdürülebilirlik ve dayanıklılık açısından önemli bir köprü rolünü üstleniyor. Kent kimliğinin ve imgesinin oluşumunu güçlendiren, toplumsal ve kentsel geleceğe aktarılmasında rol oynayan meydanlar, sokaklar, pasajlar, bireyler, topluluklar ve toplum arasındaki karşılıklı ilişkinin fizikselleştirildiği/görselleştirildiği alanlar kamusal mekânlardır. Mimarlık ve kentsel tasarım pratiğine ilişkin bu kültürel ürünler, ekonomik, politik ve toplumsal bağlamı doğrudan yansıtırlar: Yapıldıkları dönemin ve yaşadıkları sürecin hem paylaşım ve deneyim alanları hem de doğrudan tanıklarıdır. Kentsel yaşam deneyimini, düşünce sistemini, toplumsal yaklaşımlarını barındıran kültürel katmanlardır. Diğer bir deyişle, kamusal mekânlar, toplumsal kimliğin inşa sürecidir.

Kentlerin temel bir bileşeni olan kamusal mekânlar, dönemin yönetimi tarafından stratejik bir süreçle tasarlandığı ve inşa edilebildiği için aynı zamanda politiktir. Kentlerin politik ve ekonomik dinamiklerinin, giderek artan ve çeşitlenen kentsel nüfusun getirdiği karmaşık toplumsal yapının aynasıdırlar. Demokrasinin kurucu öğesi ve toplumun söylemsel alanı olarak kabul edilebilecek kamusal alan, politik olarak işleyebilmek için kamusal mekâna ihtiyaç duyar. Bu toplumsal ihtiyaç, demokrasinin krizlerinde, diğer bir deyişle, kentsel belleğin ve toplumsal değerlerin silindiği dönemlerde kamusal mekânların önemini yurttaşlara yeniden ve derinden anımsatır.
 
Kenti çevreleyen kamusal alanlar ve mekânlar kentsel belleği nasıl etkiliyor?

İPEK AKPINAR:
Elli yıl önce Jane Jacobs, “Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı” adlı kitabında öncelikle bir anne olarak uzmanlara ve yönetimlere alışılmadık bir çağrı yapar. Bu, serbest piyasa ekonomisinde büyüme odaklı tasarlama ve inşa etme sürecinde toplumun ortak geleceği için radikal bir değişiklik talep eden ilk sestir. Yoğun araç trafiğine de neden olan ekonomik büyüme odaklı kentsel modernizasyonun, kentin kullanımını ve kullanıcılarını birbirinden ayıran ve müstakil tekil yapıları (star mimarlıklar) ortaya çıkaran kent planlama ideolojisinin, kentsel mekânı ve kent yaşamını bitireceğini yazdı Jacobs. Bu süreçlerin insandan yoksun, cansız kentlerle sonuçlanacağına dikkat çekti. Kentsel imgelerin ve kamusal mekânın göz ardı edilişini sorunsallaştırdı. Gündelik hayatın öldüğünü, toplumsal ve kentsel belleğin, değerlerin geleceğe aktarılamadığını vurguladı.

Biliyoruz ki, kamusal mekân deneyimi, diğer bir deyişle, kamusal mekânın sosyal etkileşim ve iletişime odaklanan yapısı, bireyin ve toplumun kentsel imgesini ve hafızasını güçlendirir. Günümüzde kentsel kamusal alanların ve mekânların nasıl olması gerektiği, fiziksel olarak herkese açık, erişilebilir, farklı işlevleri ve etkinlikleri bir arada bulundurabilen, estetik kamusal mekânlar tasarlanmasının önemi tartışmalarımızın odak noktası. Kamusal kentsel mekânı kurgulamak, insanların kullanabileceği ve gündelik hayattan zevk alabileceği kamusal mekânları tasarlayıp üretmek uzmanlara, yönetimlere ve ilgili paydaşlara yönelik öne çıkan temel çağrı.

Bu çağrı çerçevesinde farklı kentsel ölçeklerde gerçekleştirilebilen kentsel tasarımda temel mesele, kamusal alan bağlamında yaşam kalitesidir. Yaşam dolu kent, öznelerde uyandırdığı duygulara ve deneyimlere açıktır. Tasarımda, bireysel yaşam doyumuna ilişkin boyutun artırılmasının hedeflenmesi, kent düzeyinde parçalanmamış bir topluluk/toplum duygusunun yaratılması son derece önemli. Bu duygu, topluluğun üyelerini birbirine bağlar ve toplumsal bir doku kurgular. Bu kapsamda Jan Gehl, toplumsal dokunun kurulmasında yapılı çevredeki “insan ölçeğini” olmazsa olmaz bir kentsel öğe olarak işaret eder.

Kamusal kentsel mekânlar, kentteki farklı bireyleri ve grupları bir araya getirme, kent mekânında ve kentte birbirlerine görünür kılma, iletişim ve etkileşim sağlama, politik söz üretmenin başat mekânlarındandır. Tam da bu nedenle araştırmacılar, kamusal mekânları ve bu mekânların oluşturduğu toplumsal belleği demokrasinin bir ön koşulu olarak işleme, bireylerin kendini yeniden üretmesine imkân tanıma potansiyeline sahiptir. Örneğin Londra Üniversitesi’nden hocam Richard Sennett’in kamusal alanı, kentsel yaşamda yabancı ile öteki kimliklerle buluştuğumuz ve diyalog kurabildiğimiz yerlerdir. Bu kamusal alanlarda karşılaşanlar anonimdir. “Demokrasi, tam da bu yabancılar arası iletişim, etkileşim üzerinden kurulur,” diye belirtir İlhan Tekeli.  Henri Lefebvre’in ve onun açtığı eksende ilerleyen eğitimcilerin ve araştırmacıların da belirttiği gibi, kentsel kamusal mekânların tasarımı, kentlerin kamusal mekânlarının kontrolü, erişimi ve gelişimi için farklı güçler ve aktörlerin mücadele alanıdır. Günümüz kentlerinin çoğulcu ve çok kültürlü yapısında tasarım ve planlama alanlarında piyasa ekonomisi giderek yaygınlaşıyor ve egemen oluyor. Bu yaklaşımlar, kamusal mekânlara dair karar verme süreçlerinde farklı çıkarların ve değerlerin öne çıktığı, güç ilişkilerinin çatıştığı karmaşık pratiklere dönüştürmesi bağlamında aslında politiktir. Bu kapsamda kentsel kamusal mekân, iktidarın kurduğu büyük anlatının kolektif bellek oluşturmak için kullandığı bir araca dönüşebilir.

Bu karmaşık bağlamda gündelik yaşamımızdaki kamusal kentsel mekânları üretenlerin kim(ler) olduğu, kentlerin gündemini meşgul eden karmaşık dinamiklerde kamusal mekânların toplumsal ve ekonomik eşitsizlikler, kentsel ayrışma gibi sorunlar bağlamında nasıl ele alınabileceği güncel, karmaşık sorularımız.

Kentsel planlama ve tasarım sürecinde, mimari projelerde kentin müşterek mekânlarını korumak için hangi kriterlere dikkat edilmeli?

İPEK AKPINAR:
Kentsel kamusal alanlar, tarih boyunca, kentsel işlevlerin özelleşmesi ve kentlerde yeni merkezlerin ortaya çıkması, kentsel işlev hiyerarşisindeki değişimler, iletişim ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler gibi küresel faktörlerin yanı sıra bireyselliğin ön plana çıkması, sosyal-mekânsal kimliklerin egemenliği, çevresel ve iklimsel değişimler, sosyo-politik özellikler gibi yerel unsurların da etkisiyle değişiyor ve dönüşüyor. Pek çok doğa olayının birer afet olarak yaşanması ve krizlere dönüşmesi, küresel coğrafyada etkisini gösteren salgın hastalıklar, “pandemi”, kamusal alanların değişimini, dönüşümünü ve yeniden biçimlenmesini tetikleme gücüne sahip.

Kentsel kamusal alanlar, işlevsel ve yapısal olarak tanımlanmış kişi, grup veya grupların ortak toplumsal özelliklerini ortaya çıkarabilmelerinin yanında çeşitli fiziksel, toplumsal, kültürel ve simgesel özellikleriyle sınırları belirlenmiş oluşumlar şeklinde de karşımıza çıkabilirler. Bu çerçevede, kentsel kamusal alanların planlama ve tasarım süreçlerinde toplumun her kesiminin eşit ölçüde kullanım hakkının olduğu, hareketliliğe ve erişime açık, çeşitli kültürel, toplumsal ve ekonomik etkinlikler aracılığıyla toplanma, bekleme, dağılma gibi eylemlerin gerçekleşebilmesine olanak tanıyan kamusal kullanımlara açık olması uzmanlar olarak savunduğumuz kriterler. Bu çalışmalarda, dezavantajlı grupların (kadın, çocuk, yaşlı) kent mekânına katılımını artıracak tasarım düzenlemeleri de yurttaş olarak öncül taleplerimiz. Yerel değerler, yer ile ilişki kurabilen, evrensel teknolojileri doğayı ve kültürel/toplumsal hafızayı zedelemeden yapılı çevreye entegre edebilen, kentsel kimliği geleceğe taşıyan çok sesli yaklaşım ve öneriler de projelerde dikkat edilmesi gereken unsurlar.

Kentlerde yapılı çevre dışındaki tanımlı boşlukları oluşturan bu alanlar, günümüz kentlerindeki kalabalıklaşmanın, düzensizliğin ve artan muğlaklığın yarattığı karmaşaya bir çözüm olarak “insan/canlı odaklı mekânlar”, “yaya dostu kentler”, “sakin kentler” ve benzeri yaklaşımlarla doğa ve kültürel miras dostu mekânlar olarak tasarlanabilir. Bireylerin gündelik hayatı için yaşanılır alanlar tasarlamak ve üretmek temel hedefimiz olmalı. Rogelio Salmona’nın da vurguladığı gibi, mimarlık ve kentsel tasarım üretimi sadece estetik ve kültürel değil, aynı zamanda politik bir faaliyettir. Toplumun iyiliği ve katılım için demokratik fikirleri desteklemek, çok sesli toplulukları bir araya getirebilecek ortamları oluşturan mimari ve kentsel çevreler yaratmak önceliklidir. Bu kapsamda kamusal alanların “kamusallık” işlevini sürdürebilmesi için kamuyu oluşturan tüm yurttaşlarına erişimine ve kullanımına açık olması, aynı zamanda bireyin kendini inşa etme sürecini teşvik edici olması, yabancı ile diyalog kurmaya ortam sağlaması temel beklentimiz.

Türkiye’de son yıllarda özellikle kent merkezlerini seçkinleştirme eğilimi söz konusu. Kentsel planlama ve dönüşüm projeleri de bu doğrultuda ilerliyor. Tarihsel ve toplumsal yapı, kent belleğini oluşturan öğeler ve kolektif bellek yeni yapılaşma anlayışında nasıl biçimlendiriliyor?

İPEK AKPINAR
: David Harvey, “Modernizasyon sürecinde ‘yaratıcı yıkım’ etrafında batıdaki kent planlaması kendi egemen düşüncesini mekâna yansıtarak yıkıcıdır ve geçmişi tasfiye etmiştir,” diye yazar. Derslerimizde sıkça dile getirdiğimiz gibi, 19. yüzyılda St. Petersburg ve Paris’te deneyimlenen kapsamlı bir yenileme ve “yaratıcı yıkım” stratejisi, yeni bir kentsel kimlik inşa etmek için kullanılmıştır.

Bu yaratıcı yıkıcılığa sahip modernizasyon süreçlerini, diğer bir deyişle, “yıkarak yapmak” tavrını, yaşadığımız coğrafyada her 30-35 yılda deneyimliyoruz. İktidarlar, “yıkıcı yaratıcılık” üzerinden yapılı çevremizi üstten gelen kararlarla yeniden biçimlendiriyor. İktisadi büyüme ideolojisinin yönlendirdiği merkezî yönetim ve yerel yönetimler, “yıkarak yapma” süreçlerini içselleştiriyor, yapılı çevremizi radikal bir biçimde değiştiriyorlar. Bu yıkımlarla kente, kentsel imgeye, kentsel değerlere dair toplumsal ve kültürel hafızamız tahrip oluyor, yapılı çevredeki simgelerimiz, kentsel yaşama dair değerlerimiz hızla yok oluyor, değişiyor.

Türkiye’de kitlesel göç, büyüme odaklı ekonomik kararlar ve toplumsal gelir dağılımındaki eşitsizlikler, büyük projeler ve altyapı projeleriyle yıkarak yapma süreçlerinde görünür hâle geldi. Hız ve kapital temel değerlere dönüşürken, yapılı çevredeki ölçek hızla büyüdü, kent yoksulluğu daha da görünür oldu. Toplum, bu yıkıcı modernizasyon süreçlerinin parçası olabilenler ve olamayanlar şeklinde ayrıştı.

Kentsel bellek bileşenleriyle kültürel yapının zedelendiği uygulamaları nasıl değerlendirirsiniz?  Kent kimliği ve bellek arasındaki bağı, kentlilerin yaşam deneyimini tasarım ve üretim süreçlerine dahil eden projeler üretmek mümkün mü?

İPEK AKPINAR:
Kamusal mekânlar yalnızca “güzelleşme” anlamına gelmez, aynı zamanda iktidarın yaklaşımını fiziksel olarak görselleştiren güçlü simgelerdir. Türkiye’de “yaratıcı yıkım” ile çevrili modernizasyon süreçlerinde kentlerdeki alt gelir grupları yukarıdan gelen büyük projelerin inşası sırasında hızla mülksüzleştirildiler. Örneğin, İstanbul Sulukule, Maltepe, Tarlabaşı ve benzeri semtlerden, toplumsal ve mekânsal hafızaya sahip oldukları yuvalarından emniyet güçlerinin zoruyla çıkarılarak, kentin kuzey çeperlerindeki ormanlık alanlara ve eski maden bölgesindeki yeni yerleşim alanlarına yönlendirildiler, borçlandırıldılar ve aylık ödemeyi karşılayamadıkları için yersiz yurtsuzlaştırıldılar.

Günümüzde gelişmişlik seviyesi sadece ekonomik refah seviyesi ve ekonomik büyümeyle ölçülemez ve sonuç odaklı değerlendirilemez. Kentsel tarihi kaleme alanlar, yani bizler, gelişmişliği, çevreye ve insan yaşamına duyarlılık, süreçteki insani, etik ve şeffaf yaklaşımlarla değerlendiriyoruz. Tarihî kent merkezlerinde yerinden zorla çıkarmadan, içinde yaşayanların kentsel imgelerinden ve kolektif belleğinden yararlanarak, kolektif tasarım ve üretim süreçleri kurgulamak mümkün olamaz mı?

Türkiye, 2021 yılında Paris İklim Anlaşması’nı imzaladı. Bu çerçevede Avrupa Birliği’nden bilgi, politika uygulama desteği ve maddi destek alıyor, kurduğu Ulusal Sürdürülebilir Gelişme Komisyonu’yla Birleşmiş Milletler’in (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na (SKA) ulaşmayı hedefliyor. Üniversiteler, yerel yönetimler, ilgili sivil toplum kuruluşları, AB Ufuk Avrupa projeleriyle kenti ve kentlileri, sıradan insanın gündelik yaşamını daha iyiye taşıyabilecek projeler ve uygulamalar için önemli destekler alıyorlar. Örneğin, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü adına koordinatörlüğünü sürdürdüğüm EHHUR projesi, “Yeni Bauhaus” projeleri çağrısı kapsamında Avrupa’da kabul edilen altı projeden biri. Tarihî kent merkezi İzmir Kemeraltı’nda, değerli paydaşlarımız TARKEM ve Demir Enerji’yle birlikte hem enerji açısından sürdürülebilirliği hem de kentin imgesini, kentlinin toplumsal hafızasını süreçlere dahil eden kolektif tasarım süreçlerini Albayrak Pasajı için kurguluyoruz. Bu süreçte odaklandığımız ana konu, kentle, kentliyle, toplumun farklı katmanlarıyla iletişim kurmak (Instagram hesabı: albayrak_ehhur). Yerel dinamiklerden ve potansiyelden faydalanarak bilinçlendirme ve farkındalık seminerleri organize ediyoruz, mekânın kullanıcılarına yönelik çok paydaşlı derinlemesine görüşmeler ve atölyeler aracılığıyla katılımcı süreçleri destekliyoruz. Yerel kolektiflerden ve ilgili paydaşlardan geribildirim alıyoruz. Karar verme süreçlerinin yerelleşmesini ekipçe sorunsallaştırıyoruz. Bu çok sesli kolektif adımlar, tarihî liman bölgesinin geleceği için hepimize umut veriyor.

Yerel yönetimlerin kentsel belleği korumaya yönelik çalışmalarda alması gereken inisiyatifler nelerdir?

İPEK AKPINAR:
Bu önemli soruyu kent araştırmacılarını, mimarları, kentsel tasarımcıları, kent plancılarını ve eğitimcileri de içine alarak genişletmeliyiz. Umut veren bir gelecek için kentsel ve toplumsal belleği koruyan, değerlere sahip çıkan, insan/canlı odaklı, yaya ve bisiklet dostu, daha güvenli, daha eşitlikçi, daha erişilebilir, daha kapsayıcı, daha demokratik, daha paylaşımcı, daha yeşil, daha sakin, daha güvenli, daha yaşanabilir, daha sağlıklı kentsel kamusal alanlar yaratmamız nasıl mümkün olabilir?

Kentsel tasarımcılara ve uzmanlara kentin varsıl yatırımcılarının müşterisi gibi davranmak yerine kentte yaşayanlarla iletişim kurmaya, yaşadıkları ya da yaşamak istedikleri yerleri hayal etme konusunda etkin katılıma yönlendirecek yolları bulmaya davet etmeli yerel yönetimler. Bu süreçlerde, toplumsal dayanışmaya, bağlamcı görüşlere, katılımcılığa, yerele ve küresele değer veren, toplumsal sorunlara duyarlı mimarlık ve kentsel tasarımı teşvik eden, toplumun tüm katmanlarıyla, doğayla iletişim kuran yaklaşımların geliştirilmesi oldukça önemli.  Yeryüzü hakları, toplumsal, mekânsal ve kültürel sürdürülebilirlik, kentsel dirençlilik ışığında çevreye, toplumsal ve kültürel hafızaya duyarlı tasarım ve uygulamalara öncülük edilmeli. Mimari ve kentsel etik ve sorumluluk bilinciyle hareket edilmeli, tasarım ve üretim süreçleri demokratikleştirilmeli, açık kaynak ve erişilebilir teknoloji için çalışmalar yapılmalı. Bunlar temel yaklaşımlar olabilir. Bu süreçlerde bütüncül ve çok disiplinli bakış açısını geliştirmek, tarihsel katmanlara değer vermek yereldeki öncül adımlardır.

Kentsel belleğe sahip çıkan senaryo-program hazırlama süreçlerinde günlük hayatın belirsiz durumlarından ilham almak tetikleyici bir başlangıç olabilir. Örtülü olana ancak gündelik hayata odaklanarak erişebiliriz. Sıradan kentlinin sesini, sözünü dinleyerek, öteki ile diyalog kurmayı önemseyerek, yabancı olanla empati yaparak, tanımadığımız insanların gündelik hayatını anlamaya çalışarak, diğer bir deyişle, kentin kokusunu hissederek, semtin şarkısını dinleyerek, geçici ve banal olanı ortaya dökerek sadece çatışmayı ve çelişkileri değil, dinamikleri ve potansiyeli de daha net görebiliriz.

Kısacası, önce insan/canlı, önce çoğulculuk demek, katılımcı tasarım araştırması ve tasarım süreci, mekân deneyimi olarak insani olana, beklenmedik sürprizlere ve melezliğe açık olabilme, çelişkileri, dinamikleri ve potansiyeli bütüncül ele alabilme, kamu için etik ve müşterek değerleri kapsayan mimari ve kentsel tasarım için çağrı, yerel yönetimlerden temel beklentilerimiz. Bütüncül planlama ve tasarım, süreç ve sonuç odaklılık, ortak akılla kolektif karar mekanizmaları kurgulamak, kararlarda şeffaflık ve hesap verebilirlik, kent için çalışan uzmanlar arasında takım ruhu oluşturmak, yerel yönetimlerin hepimize umut veren ilk adımları olabilir.

Prof. Dr. İpek Akpınar kimdir?

Lisans ve yüksek lisans eğitimini İTÜ Mimarlık Bölümü’nde, doktora eğitimini UCL Bartlett School of Graduate Studies’de tamamladı. Henri Prost üzerine araştırmasını, Uluslararası EGIDE-TÜBİTAK bursuyla Paris’te (IFA) Prost arşivinde S. Yerasimos, C. Bilsel ve P. Pinon ile sürdürdü. Osmanlı Başkentinden Küreselleşen İstanbul’a: Mimarlık ve Kent (2010) kitabının editörü, Ayışığı Manastırı (2012) ve Sakıp Sabancı Müzesi 10. Yıl (2013) kitaplarının yazarıdır. J.Mårtelius, G.Olsson, I. Akpınar, E. Güngören editörlüğünde Transformations of Public Space, Architecture and the Visual Arts in Late Modern Istanbul 1950-80 adlı kitap, Swedish Research Institute tarafından 2021 yılında yayımlandı. Editörlüğünü Şebnem Hoşkara’yla yaptığı
Cumhuriyetin 100. Yılında Mimarlık adlı kitap ise, İdeal Kent Yayınları tarafından 2023 yılının Aralık ayında yayımlanacak. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Bölümü’nde mimarlık, kent, kentli, politika ilişkileri, temsiliyet, toplumsal ve kültürel bellek, kültürel sürdürülebilirlik ekseninde stüdyo ve kuram dersleri veriyor, yayınlar hazırlıyor, araştırmalar yapıyor. Hâlen The UCL Urban Laboratory, OCEAN Design Research Association, The Journal of Architecture ve A/Z ITU Journal of Faculty of Architecture Danışma Kurulu’nda ve JURD dergisiyle Journal of Design Studio’nun yayın kurulunda görev yapıyor. TMMOB Mimarlar Odası üyesidir.

Geleceğin yönetimlerine önerilen kaynaklar:

Cuetos Garcia, M. P. (2018). Architecture is the Least Corruptible Witness Of History. A Reflection on Historic Authenticity Architectural Matter, Conversacione conAnanda Coomaraswamy, 6:283-298.
Gehl, J. (2020). İnsan İçin Kentler. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.  
Harvey, D. (2012). Paris Modernitenin Başkenti. Sel Yayınları.
Jacobs, J. (2011). Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı. İstanbul: Metis Yayınları.
Lefevbre, H. (1974). Mekânın Üretimi. İstanbul: Sel Yayıncılık.
Lynch, K. (2000). Kent İmgesi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Sennett, R. (2013). Kamusal İnsanın Çöküşü. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.  
Tekeli, İ. (1998). “Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Kentsel Gelişme ve Kent Planlaması”, Y. Sey (Der.), 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, (ss.1-24). İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.


Önerilen Haberler