"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Yörük: “Sosyal refah, eşitlikçi bölüşüm politikalarıyla sağlanır”

  • 20 Mart 2023
Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, Oxford Üniversitesi Sosyal Politika ve Müdahale Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Erdem Yörük Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremin ardından sosyal devletin niteliklerinin ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşıldı. Türkiye’de afet yönetimini ve sosyal devlet anlayışı bütünleştirecek, genel itibarıyla sosyal politikalarda (merkezî ya da yerel) dönüşümü ve toplumsal refahı sağlayacak temel unsurlar nelerdir?

ERDEM YÖRÜK
: Deprem gibi doğal afetler toplumun her kesimini derinden etkilese de, yoksulların afetlerle başa çıkma konusunda daha dezavantajlı olduğu söylenebilir. Depremin, daha az dayanıklı binalarda yaşama ihtimali yüksek olan yoksulları daha fazla etkileyeceği açıktır. Ayrıca felaket sonrasında elektrik, içme suyu, ulaşım gibi altyapı ve diğer kentsel hizmetlerin görece daha az ve zayıf olduğu, merkeze uzak kalan yoksul yerleşim yerlerinde bu hizmetlerde yaşanacak aksaklıkların uzun ve yakıcı olacağı düşünülebilir. Aynı nedenle deprem sonrasında birincil önemde olan arama-kurtarma çalışmalarının ve sağ kalanların temel ihtiyaçlarının karşılanması faaliyetlerinin bu mahallelere ulaşmasını zorlaştıracak, bu da yoksul kesimleri daha da zor durumda bırakacaktır. Bu nedenle yoksulların yaşadığı kentsel alanlarla kent çeperindeki alanların deprem felaketi karşısındaki kırılganlığının özel olarak ele alınması gereklidir. Deprem gibi doğal felaketler açısından risk taşıyan kentlerde barınma, beslenme, hijyen gibi temel ihtiyaçlarla çocukların, yaşlıların ve engellilerin bakımı gibi ihtiyaçların karşılanması açısından hâlihazırda var olan kırılganlıkların bölgesel açıdan ve farklı toplumsal kesimler açısından değişkenlik gösteren niteliğinin ortaya çıkarılması şarttır. Bunun için coğrafi özellikler ve yapılı çevre dayanıklılığı baz alınarak çıkarılan risk haritalarına, sosyal ihtiyaçları ve hizmetleri kapsayacak haritalar da eklenmelidir. Yoksulların, mülteci ve göçmenlerin yaşadığı bölgeler bu haritalarda belirlenmelidir, yardımlar ulaştırılırken bu kırılgan kesimlerin dışlanmaması için gerekli önlemler alınmalıdır. Bu bölgelerin ve toplumsal kesimlerin mevcut durumda ve afet anında ihtiyaçlarının belirlenmesi için araştırmalar yapılmalıdır. İhtiyaçların tespitinden yardımların örgütlenmesi ve ulaştırılması sürecine kadar her aşamaya bu toplumsal kesimler dahil edilmelidir. Yaşanan deprem felaketi sonrasında yardım çalışmalarının yürütülme biçimi, zararın boyutlarıyla ihtiyaçların tespiti ve karşılanması sürecinde depremzedelerin ve ihtiyaç sahiplerinin katılımının, bilgilendirici katkılarının örgütlenmemiş olması, çalışmaların faydasını azaltmıştır.

Deprem gibi doğal felaketlerden etkilenen yurttaşlara sunulacak sosyal hizmetlerin ve ulaştırılacak yardımların etkinliğinin ve başarısının temel belirleyicilerinden biri, sosyal koruma ve hizmet faaliyetlerinin afet dönemleri dışındaki durumudur. Eğitim, sağlık ve sosyal koruma işlevlerinin yerine getirilmesinde normal zamanda yaşanan sorunlar, afet dönemlerinde daha da büyüyecektir. Örneğin, nakit yardımlarını merkeze alan, kamusal ve parasız hizmet sunumu ilkesinden uzaklaşmış bir sosyal politika sistemi, yoksulların satın alma kapasitesini destekleyerek, refah açığını kapatmak için onları piyasada sunulan mal ve hizmetlere yönlendirir. Böylelikle onları piyasadaki sorunlara ve eksikliklere maruz bırakır. Deprem gibi bir felaket sonrasında nakit yardımına endekslenmiş bir sosyal koruma sisteminin, mal ve hizmet sağlanmasının kesintiye uğradığı ya da tamamen çöktüğü bir durumda afetten etkilenen nüfus açısından işlevi oldukça kısıtlıdır. Bu bağlamda iyi düşünülmesi gereken bir başka nakit desteği, kira yardımlarıdır. Emlak piyasasının kontrol edilmediği bir durumda depremzedelere yapılacak kira yardımının ev sahipleri tarafından istismar edilmesi, dahası, yaygın biçimde talebi destekleyecek bu tür bir desteğin kira fiyatlarını artırarak depremzede olmayan kiracıları da olumsuz etkileyecek sonuçlar doğurması olasılıkları düşünülmelidir. Öte yandan, mevcut durumda Türkiye de dahil pek çok ülkede uygulanan sosyal politikaların belli toplumsal kesimleri hedeflemesi ve seçici programlara indirgenmesi, bu politikaların her toplumsal kesimi etkileyen doğal afetlerle mücadeleyi güçleştirmektedir. Türkiye’de yaşanan son deprem felaketinin ardından başlayacak yeniden inşa ve etkilenen hanelere gerekli desteğin sağlanması süreçlerinde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın gelir ve ihtiyaç testine dayalı yürüttüğü programların ne ölçüde faydalı olacağı sorusuna iyimser cevaplar vermek güçtür. Elbette, doğal afetlere ve başka toplumsal risklere karşı toplumsal dayanıklılığı artıracak, eşit yurttaşlık ve hak temelinde örgütlenen kamusal sosyal refah politikalarını yapılandırmak, afetle mücadele açısından uzun vadede son derece önemlidir. Ancak kısa ve orta vadede afet sonrası yeniden inşa ve iyileşme süreçlerinde uygulanacak sosyal politikaları belirlemek ve planlamak, bunu yaparken de mevcut sosyal politika rejiminin zaaflarını dikkate gerekiyor.
Doğal afetlerin, bilhassa depremlerin yol açtığı sorunların bir parçası olan, aynı zamanda afetzedelerin başa çıkma mekanizmalarını olumsuz etkileyen temel olgulardan biri, mecburi yer değiştirme ya da yerinden olmadır. Konutların yıkılması, kullanılamaz hâle gelmesi, güvenlik gibi acil gerekçelerin yanı sıra depremden etkilenen bölgelerdeki ekonomik faaliyetlerin aksaması ve işsizlik de mecburi yer değiştirmeye yol açacaktır. Akrabalarını, komşularını ve yaşadıkları yerdeki toplumsal dayanışma ağlarını yitiren afetzedelerin yaralarını sarması ve yeniden hayat kurması için ekonomik ve sosyal açıdan desteklenmesi şarttır. Hak temelli, bedelsiz eğitim, sağlık, çocuk bakımı, psiko-sosyal destek gibi doğrudan hizmet sunumu biçimindeki sosyal politikalar, parasal varlıklarını yitiren ve çalışma yaşamının dışında kalan afetzedelerin hayatlarını sürdürebilmesi açısından önem taşımaktadır. Bedelsiz sunulan bu hizmetlere afeti takip eden süreçte ulaşım, barınma, beslenme, elektrik ve içme suyu gibi temel ihtiyaç unsurları da eklenmelidir, bu hizmetler, depremden etkilenen bölgelerde olduğu kadar deprem sonrası göç alan kent merkezlerinde de olmalıdır. Afetzedelere, yaralarını sarıp çalışma yaşamına katılabilecek duruma gelinceye kadar nakit gelir desteği sağlanmalıdır. Bu şekilde afetzedelerin ekonomik yoksunluklarının enformel çalışma ilişkileri içinde istismar edilmesine ya da olumsuz başa çıkma biçimlerine yol açmasına engel olunmalıdır. Bu tür ekonomik ve sosyal desteklerin, desteklenen kişilerin yaşamını sağlıklı, huzurlu ve onurlu bir şekilde sürdürebilmesi için hak temelinde sunulması, durum testi ve ceza gibi seçiciliklere tabi olmaması şarttır. Afetin yarattığı toplumsal dayanışma ve yardımlaşma duygusunu, ayrıştırıcı ve seçici sosyal politikalar eliyle yaratılacak gruplaşmalara kurban etmemek gerekir. Hayatları afetlerden kalıcı olarak etkilenen bireylerin, yeniden inşa ve rehabilitasyon süreçlerinde yeterince içerilmemeleri, potansiyel olarak olumsuz başa çıkma mekanizmalarına başvurmalarına, yaşadıkları yıkımın sonuçlarının daha da derinleşmesine ve öngörülemeyen başka sorunlara yol açabilir. Kırılgan kesimlerin yeniden inşa süreçlerinden dışlanmasının engellenmesi, bu kesimlerin yaşamlarını sürdürmeleri açısından son derece önemli olduğu kadar ayrıştırıcı ve dışlayıcı refah politikalarının yaratacağı ya da büyüteceği toplumsal gerilimleri engelleme açısından da elzemdir.

Doğal afetlerin etkileri bağlamında toplumsal/ekonomik risklerin kamusal idaresinde özellikle dezavantajlı grupların eşit yurttaşlık haklarının ön planda tutulması için nasıl bir yol izlenmeli?

ERDEM YÖRÜK:
Deprem sonrasında önemli bir ihtiyaç olarak öne çıkan ve kamusal sosyal politikanın zaaflarına işaret eden alanlardan biri, çocuk bakımıdır. Çocuk bakımını esas itibarıyla aileye (fiilen kadınlara) ve cemaatlere yükleyen toplumsal refah anlayışı, deprem sonrasında kimsesiz ve/veya evsiz kalan çocukların bakımı konusunda karşılanamayan büyük bir ihtiyaç doğurmuştur. Kuran kursu çadırı gibi yöntemlerle karşılanmaya çalışılan bu ihtiyaca cevap verecek gündüz bakımevi, kreş ve anaokulu gibi kurumların değeri daha net anlaşılmıştır. Deprem gibi travma yaratan bir felaket sonrasında normal yaşantısı ve bakımı kesintiye uğrayan çocukların bakımını üstlenecek, okul öncesi eğitim, psikolojik danışmanlık ve rehberlik gibi alanlarda hizmet verecek uzmanlaşmış personeli olan kurumların varlığı son derece önemlidir. Fakat bu kurumların doğal afetler sonrasında hemen var edilmesi mümkün değildir. Afet sonrasında sosyal koruma ihtiyacına cevap verecek altyapı, afet öncesinde hazırlanmalıdır. Gerek yerel yönetimler gerek merkezî yönetim, çocukların bakımını ve güvenliğini sağlayacak, ailelerin yükünü ve sorumluluğunu hafifletecek kurumsal çözümleri sunmalıdır. Çocuk bakımının kamusal bir hizmet olarak sağlanması, beslenme, eğitim ve psiko-sosyal destek gibi çocuk gelişiminin temel alanlarını kapsayabilecek bütünlüklü bir sosyal koruma yaklaşımını ortaya koyacak, afet öncesinde ailelere sunduğu destekle onların mevcut kırılganlıklarını azaltacak, afetlerin hemen sonrasında da ailelerin karşılamakta güçlük çekeceği bir ihtiyaca cevap verecek bir kapasite yaratacaktır. Özellikle sağ ama kimsesiz çocuklar veya bakım verenlerin enkaz kaldırma ve kurtarma faaliyetleriyle meşgul olan çocukların sorumluluğu ilgili otoriteler tarafından üstlenilmeli, beslenme, psikolojik destek gibi hizmetler gündelik olarak tedarik edilmelidir. Afet sonrasında görev yapacak rehberlik ve psikolojik danışmanlık uzmanı ve okul öncesi öğretmenlerin belirlenip eğitilmesi, deprem sonrasında afet bölgesinde bu tür bir yapının kurulması için plan ve ön hazırlık yapılması gerekir.
Deprem sonrası yurttaşlara ulaştırılacak yardımların (özellikle barınma konusunda) yalnızca aile odaklı düşünülmemesi gerekir. Yalnız yaşayan bireylerin, ama özellikle kadınların yardımlara ulaşabileceğinden emin olunması gerekir. Bu süreci denetleyen mekanizmalar kurulmalıdır. Dezavantajlı grupların özel bir önemle korunmasına dikkat edilmelidir. Aynı şekilde bu grupların yardımlara eşit koşullarda erişebildiklerinden emin olunması gerekir. Deprem gibi afetlerde toplumsal eşitsizlik daha da derinleşebilir. Dezavantajlı gruplar için afetlerin maliyeti çok daha yüksek olabilir. Bunun için özel bir alt komisyon kurulması düşünülmelidir. Bunun bir diğer örneği de toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. Afet sonrasındaki koşullarda taciz vakalarında artış gözlenebilir. Uygulanacak sosyal politikalarda bu gibi durumlar gözetilmelidir. Deprem sonrasında kadınların sığınabileceği güvenli alanlar oluşturulmalıdır. Yurttaşların ihtiyacı olan psiko-sosyal destek belediyeler tarafından da verilmelidir.

Sürdürülebilir ve sistemli sosyal destek hizmetleri hangi kriterler ve sosyo-ekonomik politikalar çerçevesinde yapılandırılmalı? Sosyal destek uygulamalarının ve dayanışma örgütlenmelerinin eşit ve adil olması için nelere dikkat edilmeli?

ERDEM YÖRÜK:
Türkiye’nin sosyal politika rejimindeki refah politikalarını her toplumsal kesim için ayrı düşünmek gerekir. Toplumsal kesimlerin birbirinden farklı ihtiyaçları, beklentileri ve talepleri olabilir. Sosyal destek hizmetlerinin sürdürülebilir ve sistemli olmasını sağlayacak sosyo-ekonomik politikalarda en kırılgan gruplar mutlaka ön planda tutulmalıdır. Bilhassa doğal afetler sonrasına kırılgan grupların ihtiyaçları daha belirgin hâle gelmektedir.
Türkiye’nin sosyal politika rejiminde engelli bireyler hakkındaki kamusal refah politikaları, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinin dışında, evde bakım veren aile bireylerinin parasal yardımla desteklenmesi, ulaşım, eğitim, iletişim gibi alanlarda sunulan kimi maddi destekler ve engellilere yönelik kimi korumacı istihdam politikalarından ibarettir. Bu bakımdan mevcut refah politikalarının engelli bireylere yönelik hizmetleri, ailelerin ve çalışabilecek durumda olan engelli bireylerin bireysel sorumluluğuna bırakmış olduğu söylenebilir. Deprem gibi doğal afetlerde ailelerin sunduğu bakım ve destek hizmetinin kesintiye uğraması ihtimali büyüktür. Ailevi ve sosyal destek mekanizmalarının kesintiye uğraması, engelli bireylerin ihmal, hatta istismar edilmesi riskini beraberinde getirmektedir. Dünyada yaşanan çeşitli doğal afetler ve müdahale süreçlerinden alınan dersler göstermiştir ki, engelli bireyler, kendilerine yönelik doğrudan müdahale planı ve mekanizma yokluğunda afet sonrasındaki destek ve yardım süreçlerinden dışlanmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin mevcut refah rejimi yapısı, engelli bireyleri afet sonrası destek ve yeniden inşa süreçlerine dahil edecek mekanizmaları ne yazık ki içermemektedir. Oysaki 2005 yılında kabul edilen 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun, engelli bireylere rehabilitasyon hizmetlerinin ve sosyal hizmetlerin sunulması konusunda devlete görevler yüklemektedir. Bu görevlerin arasında engelli bireylerle ilgili veri tabanlarının oluşturulması da bulunmaktadır. Bu, deprem gibi doğal afetlerde engelli bireylere yönelik doğrudan destek ve yardım mekanizmalarının planlanmasını mümkün kılmaktadır. Afet öncesinde ve afetten bağımsız olarak engelli bireylere hizmet eden sosyal hizmet kurumlarının oluşturulması ve güçlendirilmesi için gerekli önlemler alınmalıdır. Gerek kurtarma gerek yardım ve destek faaliyetlerinin afet bölgelerinde yaşayan engelli bireylere ulaştırılması için önceden planlama yapılmalıdır. Planlama ve uygulama sürecine engelli bireyler mutlaka dahil edilmelidir.
Türkiye’nin refah rejimi çerçevesinde yaşlı bireylere yönelik yaklaşımı da ele almak gerekiyor. Yaşlılara verilen bakım hizmeti, engelli bireylerde olduğu gibi, ailevi ve bireysel sorumluluğa dayalıdır. Bakıma muhtaç yaşlı bireylere dönük kurumsal hizmetler son derece kısıtlıdır. Bakım veren aile bireylerine yönelik maddi destekler, karşılıksız yaşlılık aylığı ve sağlık sigortası prim desteği gibi maddi uygulamalar, yaşlılara ilişkin politikaların temelini oluşturmaktadır. Tıpkı engelli bireyler için olduğu gibi, deprem gibi doğal afetler, yaşlılara verilen bakım ve refah hizmetinin merkezinde duran aile yapısını sarstığı için aile içi şiddet, madde bağımlılığı, intihar gibi toplumsal sorunlar artış gösterebilmektedir, aile bireylerinin bakımına muhtaç çocuklar, yaşlılar ve engelli bireylerin ihmale, hatta istismara maruz kalması gibi riskler de göz önüne alınmalıdır, bu potansiyel sorunlara çözüm bulacak sosyal hizmet altyapısı kurulmalıdır ya da güçlendirilmelidir.

Sosyal destek hizmetlerinin planlama ve uygulama sürecinde yerel yönetimlerin üstleneceği inisiyatifler nelerdir? Sivil toplum kuruluşlarıyla, meslek odalarıyla, dayanışma platformlarıyla yapılacak işbirlikleri toplumsal refahı ne ölçüde etkiler?  

ERDEM YÖRÜK: Sosyal politikalar sadece afet anlarında nakit desteği sunmak şeklinde değil, insanları nakit ihtiyacından kurtarmaya odaklı bir şekilde icra edilmelidir. Afet anları bu konuda özel bir öneme sahiptir. Ancak afetlerden bağımsız olarak kentlerde gündelik hayatın idamesinde de dezavantajlı ve kırılgan gruplar gözetilmelidir. Zira piyasa koşullarında en temel mal ve hizmetler dahi sağlanamazken, acil durumlarda ve afet durumlarında nakdi yardımın pek bir anlamı olduğu söylenemez. Yerel yönetimler, kamu kurum ve kuruluşları, gerekli her durumda hızlıca mobilize olan sivil toplum kuruluşlarıyla, meslek odalarıyla, dayanışma platformlarıyla işbirliği yapmalıdır. Bu sayede toplumsal mobilizasyonun önemi daha iyi anlaşılabilir. Ancak sürecin sorumluluğu yerel yönetimlerde ya da sürece dahil olan kurumlarda olmalıdır.

Kırsal alanlar, kent merkezleri kadar göz önünde olmadığı için gerek afetlerde gerek toplumsal kriz dönemlerinde ihmal edilebilir. Bu nedenle sosyal destek hizmetlerinde sadece kentler ve kentsel alanlar değil, kırsal alanlar da göz önünde tutulmalıdır. Kırsal alanlara orta vadeli yaşam düzeneklerinin kurulması kent merkezlerinden daha zor olabilir. Dolayısıyla erişimi zor kırsal bölgelere acil durumda, ihtiyaç hâlinde ya da afetlerde nasıl ulaşılabileceği, bu bölgelerin merkezle ilişkisinin yeniden nasıl kurulabileceği hakkında özel çalışmalar yapılmalıdır. Ekonomiye katkısı bağlamında düşünüldüğünde, kırsal bölgelerin değeri ve önemi daha iyi anlaşılabilir. Özellikle tarım ve hayvancılıkla geçinen hanelerin mevcut durumda ya da afet sonrası koşullarda her konuda desteklenmesi gerekir. Yerel yönetimler, kentlerde ve kırsal bölgelerde sosyal destek hizmetlerini yaygınlaştıracak, sürekli kılacak etkin sosyal politikalar üretmelidir. Çünkü sosyal refah, eşitlikçi bölüşüm politikalarıyla sağlanır.


Doç. Dr. ERDEM YÖRÜK

Lisans ve yüksek lisans derecelerini Boğaziçi Üniversitesi’nden, doktora derecesini Johns Hopkins Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden aldı. Çalışmalarında, sosyal refah ve sosyal politika, toplumsal hareketler, siyaset sosyolojisi ve hesaplamalı sosyal bilimler konularına odaklanmaktadır.  Çalışmaları, ABD Ulusal Bilim Vakfı (NSF), Ford Vakfı, Avrupa Komisyonu Marie Curie, Avrupa Araştırma Konseyi ERC StG, ERC PoC, Avrupa Komisyonu H2020, Bilim Akademisi ve Tübitak tarafından desteklendi.  Yürüttüğü projelerden sosyal politika (glow.ku.edu.tr) ve protesto hareketleri (glocon.ku.edu.tr) olarak iki veri seti hazırlandı.  Makaleleri, World Development, Governance, Politics & Society, Journal of European Social Policy, New Left Review, Current Sociology, South Atlantic Quarterly, American Behavioral Scientist, International Journal of Communication, Social Policy and Administration ve Social Indicators Research gibi dergilerde yayınlandı. “The Politics of the Welfare State in Turkey” adlı kitabı, 2022 yılında University of Michigan Press tarafından yayımlandı. Kitap aynı yıl İletişim Yayınları tarafından “Türkiye’de Refah Devleti ve Siyaset” adıyla yayımlandı. Young Academy of Europe üyesidir. European Review dergisinin yardımcı editörüdür.


Önerilen Haberler