"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

İnal: "Eğitim en ciddi ulusal sorundur"

  • 10 Nisan 2023
Helmut Schmidt Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kemal İnal Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Türkiye’deki eğitim sisteminin en belirgin yapısal sorunları nelerdir? Bu sorunların orta/uzun vadede çözülmesi, çocukların ve gençlerin daha nitelikli eğitim alması, eğitimin öneminin anlaşılması için nasıl bir yol izlenmeli?

KEMAL İNAL:
Türkiye eğitim sisteminin pek çok yapısal sorunu var. Bu yapısal sorunları, pedagojik (öğretim), maddi (altyapı) ve sosyal (değerler) olmak üzere üçe ayırabiliriz.

Pedagojik sorun, müfredat ve derslerin bir sonucu olarak öğretmenin bilgi, beceri ve yeterliliği okulda öğrencilere hedeflenen düzeyde “öğretememesi”, hâliyle öğrencilerin de “öğrenememesi” kaynaklıdır. Yani hedeflenen kazanımlara erişilemiyor. İşte eğitimde kalite, nitelik, performans, başarı ve geribildirim gibi pek çok şey bu öğretememe ve öğrenememeyle ilgilidir. Öğrenci yeterince, iş görecek düzeyde ve geleceğe yönelimli bir öğrenmenden mahrum kalınca bu başarısızlık, piyasalardaki insan kaynağına, işgücü formasyonuna, mesleki deformasyona, sosyal uyumsuzluğa yol açmaktadır ve kendini uyarlayamamaya değin birçok olumsuzluğu beraberinde getirmektedir. Yani çocuklarımızı iyi eğitemiyoruz. Peki neden? Birincisi, öğretmen kalitemiz iyi değil, zira eğitim fakülteleri nitelikli öğretmen yetiştiremiyor. O yüzden eğitim fakülteleri pedagojik, öğretici (didaktik) ve formasyon ağırlıklı olarak yeniden yapılandırılmalıdır. İkincisi, okul ortamlarımız iyi eğitim almaya uygun değil: Kalabalık sınıflar, yetersiz materyal, iyi beslenememe, anti-pedagojik okul mimarisi, kötü okul yönetimi vb. Üçüncüsü, öğretmen, öğrenci ve veli arasındaki üçgensel pedagojik ilişki verimli değildir. Dördüncüsü, öğretmen sınıfta özerk olmadığı için müfredat baskısı nedeniyle yeterince yaratıcı, özerk ve bağımsız olamamaktadır. Bu da öğretmenin daha performatif olmasını engellemektedir. Beşincisi, geleneksel hastalıklar (ezberleme, hazır bulunuşta eksiklik, fazla bilgi yükleme, öğretmenin aşırı inisiyatifi, okul öncesi eğitimin eksikliği vb.) iyi eğitim almayı olumsuz biçimde etkilemektedir. Altıncısı, öğrencinin iyi eğitim alması için onu hazır hâle getiren nedenler söz konusudur: Temel dil becerilerinin okul öncesi geliştirilmemesi, ailede alınan yetersiz sermaye biçimleri, duygusal yerli yerine oturmamışlık, bireysel sorumlulukla sosyal görevler arasındaki dengenin kurulamaması vb. Bunlara daha pek çok neden eklenebilir.

Maddi eksiklikler, yani altyapı eksiklikleri ikinci yapısal nedeni oluşturur: Okul binaları pedagojik mimari açısından fecaattir (örneğin, birinci sınıf öğrencisi, üçüncü kata ağır çantasıyla çıkamaz). Okulların bütçesi yetersizdir. Pek çok okulda temel ihtiyaçlar da (kütüphane, laboratuvar, oyun alanı, yemekhane, çok amaçlı salon vb.) yetersizdir. Kaynaklar merkezden dengeli dağıtılamamaktadır. Materyale (ders kitabı, yardımcı kitap, harita, kâğıt, fotokopi, bilgisayar, akıllı tahta vb.) ulaşım, okullar arasında büyük bir eşitsizlik olduğunu gösterir. En iyi öğretmenler “dezavantajlı” okullarda görev yapacaklarına, alınan yüksek puan ve kıdem nedeniyle “avantajlı” okullarda toplanmaktadır. Bu da eğitim kalitesinde eşitsizlik yaratmaktadır. Eğitimde okullaşmada, yani erişimde epey yol alındı ama sınıflar hâlâ çok kalabalık, bazı okullarda öğretmen eksiği var, öğretmen maaşları düşük olduğu için verim az, öğretmenler okul yönetimiyle verimli bir ilişki kuramadığı için okullarda huzursuzluk söz konusu. Öte yandan, okula devam, başarı, performans ve sınav gibi daha birçok sorun altyapıyla ilgilidir.

Bir diğer yapısal sorun ise, değerler alanıyla ilgilidir. İnsanların eğitime bakışı pozitiftir ancak eğitimin gereklerini yerine getirmede ve sorumluluk üstlenmede negatiftir. Fakat daha büyük sorun, eğitime, ülkeyi kalkındırmak, demokratikleştirmek ve nitelikli kılmak için idealist bakılması yerine bireyci bakılmasıdır. Öyle olunca, her aile ve öğrenci için okul okumak, bireysel düzeyde sınıf atlamaktır, yani iyi bir okul, işe yarar diploma ve bol kazançlı bir iş için araçsallaştırılmaktadır. Bu nedenle eğitim sistemimiz idealist, ütopyacı, kamusal felsefe çerçevesinde düşünen, aydın sorumluluğu yüklenen kuşaklar yetiştirememektedir. Bugün metin okuyamayan, dilekçe yazamayan, olaylar arasında mantıksal bağlantı kuramayan, bağlamsal düşünemeyen, eleştirel bakamayan, özdüşünümsel tutum takınamayan bir “Z Kuşağı” söz konusudur. Bu kuşak, yani gençlik, gelişmiş teknolojileri kullanmada etkili olabilir, dünyaya açık bakabilir, ötekilere hoşgörülü davranabilir ama gayet bireycidir. Eğitim sistemimiz ders veriyor belki ama yetiştirdiği gençlerin “ders aldıklarını” düşünmek pek mümkün değil. Okullarımız sosyalleştirici mekânlar ancak internet teknolojisi, sosyal medya ve popüler aletler onları dijital gençlik hâline getirip gerçek yaşamın sorunlarından koparabiliyor. Dolayısıyla eğitimde dijitalleşme veya dijital araçların kullanımı yeniden düzenlenmeli, sosyalliği artırıcı şekilde işe koşulmalıdır.  
 
Bu üç yapısal sorunun orta vadede çözülebilmesi için öncelikle “entegre sistem” (MEB, eğitim fakülteleri, sivil toplum kuruluşları, veli, mesleki dernek ve inisiyatifler, öğrenci dernekleri, okul konseyleri vb.) kurulmalıdır çünkü üç yapısal sorun birbirine bağlıdır, birbirinin hem nedeni hem de sonucudur. Öğretim, altyapı ve değerler iç içedir. Merkezî yönetim (MEB), daha ziyade “koordinasyon” işleviyle donatılmalıdır. Bu işlev, yerele (okul bölgelerine) uzmanlık bilgisi, materyal sağlanması ve bütçe aktarılmasıyla sınırlandırılmalıdır. Finlandiya eğitim sisteminde olduğu gibi, merkezî müfredat esnetilmeli ve her öğretmene, yerelin koşullarına dayalı müfredat, materyal ve yöntem belirlemede özerklik tanınmalıdır. Eğitimin çıktısında, sonuçlarında periyodik olarak hem “büyük veri” (istatistiki çıkarımlar, sayısal göstergeler) hem de “küçük veri” (okul bazında mikro yaşantı, deneyim ve sonuçlar) izlenmelidir. Okul okul, bölge bölge, alan alan “eğitim haritaları” çıkarılmalı, bu haritalarla kısa, orta ve uzun vade planlar yapılmalıdır. Bunu MEB, eğitim fakülteleri ve eğitim alanındaki sivil toplum kuruluşları birlikte yapabilir. Müfredat ve ders kitapları elden geçirilmelidir. Türkiye’nin temel sorunlarına (su kıtlığı, afetler, küresel ısınma, tarım vb.) yönelik yeni seçmeli dersler konulmalıdır. Pedagojik ve öğretici yeni bir okul mimarisi geliştirilmelidir. Okullarda her zümre için ayrı ayrı birimler kurulmalıdır. Yoksul, ezilen ve dışlanan öğrenciler için okullarda pozitif önlemler alınmalı, kotalar konulmalıdır. Ama en önemlisi, hükümetin en büyük bütçeyi eğitim için ayırmasıdır. Bu bütçe, her okulda, her öğrenciye ücretsiz sıcak öğle yemeği, materyal/kitap, maddi destek için verilebilir. Bu düzenlemeler için eğitim mevzuatı baştan sona yeniden düzenlenmelidir, yeni bir eğitim felsefesi oluşturulmalıdır, eğitim, en ciddi ulusal sorun olarak yeniden tanımlanmalıdır.                         

Ekonomik, toplumsal ve siyasi sorunlar eğitimi doğrudan etkiliyor. Toplumsal kesimler arasındaki gelir adaletsizliği, eğitimde fırsat eşitsizliğini derinleştiriyor. Hak temelli, eşit ve adil eğitimi sağlayacak, fırsat eşitsizliğini ortadan kaldıracak eğitim politikaları hangi unsurları kapsamalı?

KEMAL İNAL
: Türkiye’de eğitimi belirleyen iki güç var: Devlet (politika) ve ekonomi (piyasa). Piyasa aktörleri (örneğin, özel okul sahipleri) eğitime kâr amaçlı baktıkları için piyasadan kamusal çözümler beklemek boşunadır. Geriye devlet kalıyor. Öncelikle anayasanın parasız, demokratik ve kitlesel eğitim verme talebi konusunda devlet desteklenmelidir, yan çiziyorsa da zorlanmalıdır, okullarda öğretmenler hiçbir şekilde öğrencilerden para toplamamalıdır (kayıt parası, kâğıt parası, 23 Nisan için giysi parası, yaratıcı drama dersi için para, fotokopi parası, bilgisayar onarma parası vb.). Eğitim, “demokratik bir insan hakkı” olarak yeniden düzenlenmelidir. Parasız, zorunlu ve demokratik eğitim en az 12 yıl olmalıdır (okul öncesi bir yıl, ilkokul beş yıl, ortaokul üç yıl, lise üç yıl). Eğitim, her türlü siyasi görüşten, ideolojik tutumdan, örgütsel ayrışmadan, partizanca davranıştan, anti-laik güçlerden bağımsız olacak şekilde “temel ulusal sorun” olarak tanımlanmalıdır ve hükümetler/siyasetler üstü görülmelidir. Zengin aile çocukları zaten bir şekilde iyi eğitim alabiliyor ancak yoksul aile çocukları için ailelerine bir “yıllık eğitim ödeneği” verilmelidir. İkincisi, her öğrenciye devlet tarafından “kantin kartı” verilmeli, öğrenciler kantinden/yemekhaneden istediğini alıp tüketebilmelidir. Üçüncüsü, dezavantajlı yoksul öğrenciler için bir “uzman” atanmalıdır. Eğitim fakülteleri, eğitim alanındaki sivil toplum kuruluşları ve aydınlar, yoksul/dezavantajlı ailelerin çocuklarını yıl boyu takip etmelidir ve “öğrenci başarı haritası” çıkarmalıdır.    

Türkiye’de özel okulların ve üniversitelerin sayısı arttı, eğitimin ekonomi politiği de değişti. Eğitimi bir sektör olmaktan çıkarmak mümkün mü? Eğitim sistemini daha işlevsel hâle getirmek, kalitesini yükseltmek, bilimi ve teknolojiyi eğitimin merkeze yerleştirmek için neler yapılmalı?

KEMAL İNAL:
Okul sayıları, altyapı imkânları, yurtdışı olanakları arttı ama “eğitimin niteliği” sorunu devam ediyor. Eğitim, sınıfsal bir meseledir. Eğitim bağlamında ya halktan yana (yoksul sınıflar, işçi ve emekçiler vb.) tutum alırsınız (kamusal eğitim sistemi) ya da eğitimi piyasada bir sektör olarak rekabete açarsınız. Son yıllarda neoliberal kapitalizmin politikaları (özelleştirme, devleti küçültme, kamusal harcamaları azaltma, eğitime ayrılan kamu kaynaklarını kısma vb.) sonucunda eğitim serbest rekabete açıldı. O yüzden eğitim paralı hâle getirildi, merkezî sınavlar “seçme” adı altında eleme sistemine dönüştürüldü, kaynaklar kamusal eğitimden ziyade özel okullara/üniversitelere aktarıldı. Bu durum, zengin sınıfların işine yaradı, eğitim piyasalaştıkça burjuvazi (üst ve orta sınıflar), kendisine hitap eden bir avuç okul ve eğitim bölgesinde kendi istediği insan kaynağını yetiştirebilirken, milyonlarca aile ve öğrenci, kalitesiz, eksik ve yetersiz kamu okul sistemine mahkûm edildi. Her mahalleye açılan özel okulların ekonomi politiği, eğitimin, sosyal idealleri pas geçerek sınıf atlama, Bourdieu’cü anlamda sermaye edinme ve habitusunu geliştirme kurumuna dönüştürülmesini ifade eder. Türkiye’deki “özel” okullar, 19. ve erken 20 yüzyıldaki yaratıcı, yenilikçi ve devrimci özel okullardan (alternatif demokratik/yaratıcı okullar) farklıdır. “Özel” diye verilen eğitim, çok pahalı kayıt parası ve diğer masraflar, kaliteli dil eğitimi, laboratuvar, sosyal etkinliklerin ötesinde bir şey değildir ama merkezî sınavlarda yine de işe yarayacak bir formasyon verilmektedir. Türkiye’nin özel okulları idealist değildir, piyasacı aktörler yetiştirmeye yöneliktir. Öğrencileri iş piyasasının yönetici, uzman ve profesyonel kadroları için hazırlamaktadır. Bu okullar, yüksek maaşlı meslek ve işler için gerekli pedagojik yeterliliği (sertifika, diploma, kariyer, profesyonellik bilinci, kendini özel hissetme duygusu vb.) vermektedir. Eğitim artık büyük bir ekonomik sektör oldu, para kazanma kapısı hâline gelince de özel okullarda eğitimin sosyal, kamusal ve idealist içerikleri yok edildi. Bu da piyasaların ihtiyaç duyduğu yırtıcı, egoist ve kendine dönük bir insan tipi üretti. Eğitimi ekonomik sektör olmaktan çıkarmanın yegâne yolu, onu kamusal felsefe doğrultusunda halkın refahı, ülkenin gelişmesi ve kaynakların kamusal hedeflere dönük harcanması için yeniden düzenlemektir. Bu ancak halk hareketiyle olabilir. Yoksul halk, kendi çocukları için nitelikli, adil, eşit ve bilimsel eğitim için devleti sıkıştırmalı, bu yönde örgütlenmelidir. Bilimi ve teknolojiyi eğitimin merkezine yerleştirmek adına bilimsel, laik ve demokratik eğitim için teknolojiden sosyal bağlamda yararlanılmalıdır. Bu açıdan “endüstri 4.0” paralelinde sözü edilen “eğitim 4.0” için teknoloji (internet, sosyal medya, robotik, kodlama, yapay zekâ, artırılmış gerçeklik vb.), bilimsel ve sosyal amaçlar için kullanılmalıdır. Bir makine işlevsel olabilir ama sosyal olamaz, duygusal davranamaz ve insani düşünemez. İleri teknoloji için eğitici içerikler hazırlanırken insanlığın yüksek yararı gibi idealler gündeme alınmalıdır. İnternet, eğitimde amaç değil, araç olmalıdır. Teknoloji hiçbir sorunu çözmez. Teknoloji hayatı kolaylaştırır ama insanlar arasındaki eşitsizliği çözemez, adaleti sağlayamaz, öğrencileri daha adil bir dünya için eğitemez. O yüzden eğitimde dijitalleşme meselesi yeni bir eğitim felsefesi bağlamında tartışmaya açılmalıdır. İhtiyacımız olan şey, kamusal insandır, yani çevre dostu, geri dönüşümü bilen, insan haklarını ölçü alan, kaynakları dengeli kullanan, hoşgörülü, emekten yana bir insan modelidir. Teknoloji hem bir meydan okumadır (challenge) hem de bir imkândır (possibility). İmkân olabilmesi için teknolojinin, eğitimde içeriği güçlendirici, iyi öğretici tarzda kullanılması gerekir.

Üniversitelerde hibrit eğitim başladı. Hibrit modelin avantajları ve dezavantajları nelerdir? Gençleri gerek akademik gerek sosyo-kültürel açıdan geliştirecek, buna bağlı olarak istihdamı destekleyecek akademik eğitimin içeriği nasıl olmalı?

KEMAL İNAL:
Olağanüstü dönemler (pandemi, savaş, afet vb.) dışında uzaktan eğitime karşıyım. Burada, Almanya’da pandemi döneminde üniversitemde ders verirken, bilgisayar üzerinden ders vermenin bütün zorluklarını yaşadım: Ekranda isim olarak görünen öğrencimin dersi takip ettiğinden emin olamadım mesela. Bazıları ekranda vardı, ama derse katılım anlamında yoktu. Eğitim, kampüste veya okulda gerçekleşen sosyal bir süreçtir. Öğrenci, kampüste ve okulda sosyalleşir. İlkokul ve ortaokul öğrencileri, diğerleriyle oyun oynayarak enerji kazanır ve harcar, sosyalleşirken hem öğrenir hem de diğer ihtiyaçlarını (duygusal birliktelik, arkadaşlık, dostluk, eğitimsel alışveriş, spor, sosyal ve kültürel etkinlikler vb.) karşılar. Deprem döneminde uzaktan eğitime, sonra da hibrit (karma) eğitime geçilmesi yanlıştı. Bir eğitim sistemi yarı uzaktan, yarı yüz yüze olamaz. Örneğin, tıp fakültesi öğrencisi hasta üzerinde doğrudan çalışmalıdır, kadavra üzerinde çalışması yetmez. Her meslek kritiktir, doğrudan, yüz yüze ve pratiğe dayalı bir eğitimi gerektirir. Bilgisayarlı, uzaktan eğitim, etkinlikler, dersler olabilir ancak okul, öncelikle sosyal bir mekândır. Eğitim aynı zamanda kişilik, kimlik ve karakter kazanma yeridir. Durkheim’ın dediği gibi, okul, toplumun minyatürüdür. Toplumsal alanda ne varsa, okulda da o olur. Pandemi döneminde veliler çocuklarını pek de çekip çeviremediler, çünkü çocukların başka çocuklara, oyuna, koşup bağırmaya, sosyal etkinliklere katılmaya ihtiyacı vardı. Çocuklar evde enerjilerini atamadığı için eğitimleri de aksadı. Aynısı üniversite öğrencileri için de geçerli.    

Çocuklara ve gençlere yönelik eğitim hizmetlerini planlarken yerel yönetimler nelere dikkat etmeli, hangi inisiyatifleri üstlenmeli?

KEMAL İNAL
: Yerel yönetimler, bölgedeki kamusal eğitimi sosyal anlamda destekleyebilir. Okulları desteklemek için bol bol sosyal, kültürel ve sanatsal etkinlikler düzenleyebilirler. Tematik oyun parkları kurabilirler. Öğrencilerin bilgi edinebileceği, zekâyı, kişiliği ve formasyonu geliştirecek bilim merkezleri, müzeler, sosyal oyun alanları, eğlence mekânları açabilirler. Ayrıca okul öncesi eğitim kurumları açıp, bu kurumlarda dezavantajlı ailelere avantaj sağlayabilirler. Ancak yerel yönetimlerin görevi, okul eğitimini telafi edici, destekleyici ve eksikliklerini giderici olmalıdır. Oyuna, eğlenceye ve dinlenceye dayalı eğitim kampları, bölgeyi tanıtıcı geziler düzenlenebilir. Ayrıca yaz kamplarında bazı meslek ve işler için (organik üretim, perma kültür, ormanların korunması, suyun önemi vb.) kurslar açılabilir, atölye çalışmaları yapılabilir. Yerel yönetimlerin ilk hedefi, bu tür etkinliklerle demokratik, sorumlu ve katılımcı gençlik kültürü yaratmak olmalıdır.  

Doç. Dr. KEMAL İNAL KİMDİR?

Sosyoloji alanında lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladı (Ege Üniversitesi ve ODTÜ), eğitim sosyolojisi alanında doktora yaptı (Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi). 1989 yılında Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde asistan (1989-2001) olarak başladığı akademik yaşamını kısa bir süre DTCF Antropoloji Bölümü’nde sürdürdükten sonra istifa edip üç yıl Fransa’da yaşadı. Ardından, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü’nde çalıştı (2006-2007). Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nde çalışırken KHK’yla 1 Eylül 2016’da işinden atıldı. 2020 yılından bu yana Helmut Schmidt Üniversitesi (Hamburg), Eğitim Fakültesi’nde pedagoji üzerine ders vermektedir. Çalışmaları genelde Türkiye eğitim sisteminin eleştirisi üzerinedir. Sosyoloji, eğitim sosyolojisi, iletişim bilimi, antropoloji başta olmak üzere çeşitli alanlarda yayımlanmış çok sayıda kitabı, makalesi ve çevirileri bulunmaktadır. Eleştirel pedagoji alanında çeşitli basılı/dijital dergiler (Zil ve Teneffüs, Eleştirel Pedagoji, Alternatif Eğitim, Mektepli Bülten-Tebeşir) çıkarıp yönetti. Uzun yıllar Eğitim Sen’de aktif olarak çalıştı, Evrensel ve BirGün gazetelerinde eğitim üzerine köşe yazarlığı yaptı. Alternatif eğitim üzerine sempozyum ve çalıştaylar düzenledi. Yurtiçinde ve yurtdışında çok sayıda bilimsel kongrede tebliğ sundu.


Önerilen Haberler