YÜKLENİYOR
Başkent Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesude Atay Belediye Gazetesi'ne değerlendirmelerde bulundu.
Türkiye’de eğitim politikalarını belirleyen etmenler nelerdir?
MESUDE ATAY: Eğitim politikalarına kavramsal çerçeveden bakmaya çalışalım. Şu anda Türkiye’de uygulanan eğitim politikaları ve 21. yüzyılın insan profilinden beklenen beceriler arasında uyumsuzluk söz konusu. Öncellikle 21. yüzyılın becerileri odağında eğitim politikalarını tanımlamaya ve anlamaya çalışalım. Genel itibarıyla bu yüzyılda bireyin bilgiye hızlı ulaşması, bu bilgiyi gerektiği yerde ve zamanda en hızlı şekilde kullanması beklenmektedir. Bireyin, 19. ve 20. yüzyıldaki becerileriyle 21. yüzyıldaki becerileri arasında farklılıklar bulunmaktadır. 19. ve 20. yüzyılın temel bireysel becerileri, ticaret yapmak, yönergeleri takip etmek, diğerleriyle işbirliği yapmak, çalışkan olmak, profesyonel düşünmek, etkin, hızlı, dürüst ve adil olmak gibi özellikler taşıyordu. Bu özellikler, 21. yüzyılda da geçerliliğini korumaktadır. Ancak 21. yüzyıl, öğrenmeyi öğrenmek, iletişim, dijital yetenekler, kültürel farkındalık, girişimcilik, işbirliği, takımla çalışmak, bağımsız ve özerk davranmak, hakları savunmak, dijital vatandaşlık, yerel ve küresel vatandaşlık gibi çok daha kapsamlı becerilere gereksinim duyulduğuna işaret etmektedir.
Ele aldığımız bu geniş kapsamlı insan profiline uygun eğitim politikalarımız var mı? Bu sorunun cevabını vermeye çalışalım. Eğitim politikaları, eğitim örgütlerinin ortaya koyduğu amaçlara ulaşılmasını sağlayacak ilkelerin ve kuralların belirlenmesini gerektirir. Eğitim politikalarının açık, anlaşılır, sürdürülebilir, bütünlüklü, kapsayıcı, katılımcı olması ve bilimsel temellere dayanması gerekir. Katılımcı anlayışta, eğitimin temel aktörlerinin, yani öğretmenlerin, velilerin, eğitim sendikalarının, meslek odalarının, yerel yönetimlerin ve eğitim politikalarının öznesi olan öğrencilerin eğitimle ilgili kararlara katılması beklenir. Böyle bir anlayışın sonucunda eğitim alanındaki sorunlar daha gerçekçi ele alınır, ihtiyaca cevap verecek çözümler üretilir. Karar alma sürecinde aktif rol alan aktörler, izleme ve değerlendirme yaklaşımlarıyla eğitim politikalarının uygulanabilirliğini sağlayabilir.
Buraya kadar anlattıklarımla olması gerekenlere ilişkin bir çerçeve çizmeye çalıştım. Şimdi de olması gerekenlerle olanlar arasındaki farkı ortaya koymaya çalışalım. Eğitim sistemimizin 21 yıldır yapboz tahtasına döndüğü aşikâr. İçinde bulunduğumuz sisteme şeklini veren muhafazakâr ve otoriteryan ideolojinin demokrasiden, çoğulculuktan, bilimsellikten, saydamlıktan ve en önemlisi 21. yüzyıl eğitim hedeflerinden uzak olduğunu biliyoruz. 21. yüzyıl becerilerinin kazanılmasını hedefleyen eğitim politikaları yerine kendi siyasi ideolojilerini yansıttıkları ve bunları taşıyacak bireylerin yetiştirilmesinin hedeflendiği bir eğitim sistemiyle karşı karşıyayız. Diğer taraftan, sivil toplum kuruluşlarının, meslek örgütlerinin zayıflatılması, tek bir anlayışla eğitim politikalarının belirlenmesi, eğitim sisteminin karmaşıklaşmasına neden oldu. Ülkemizdeki eğitim politikalarını, Devlet Planlama Teşkilatı, MEB, YÖK ve siyasi partiler oluşturmaktadır. Bu politikalar oluşturulurken eğitim uzmanlarından yararlanılmaktadır. Ancak bu kurumlar da muhafazakâr ve otoriteryan ideolojinin tek sesliliğini ortaya koymaktadır, farklı sesler ötekileştirilmektedir.
Türkiye’de eğitim politikalarını belirleyen en önemli faktör, tek adam rejimiyle yönetilen ve dayatılan eğitim sistemidir. Bunun yanı sıra gelir dağılımındaki adaletsizlik, derinleşen yoksulluk, ekonomik istikrarsızlık ve eğitime ayrılan bütçenin yetersizliği, eğitim politikalarının iktidar tarafından belirlenmesine zemin oluşturmaktadır. Böylece çocuklar, olabildiğince erken yaşlarda iktidarın ideolojisiyle tanışma ve bunu koşulsuz kabul etme gibi anlayışıyla karşı karşıya kalmaktadır. Eğitim sistemi, eleştirel düşünmek yerine itaat eden, üretmek yerine tüketen dindar nesiller eğitmek üzere kuruldu. Yoksulluk, çocukları ve aileleri bu ideolojiye bağımlı kılmakta, seçeneksiz bırakmaktadır.
“Yeni Türkiye” için tasarlanan “yeni insan” profili, 21. yüzyıl insan profilinin yerini almıştır. Böylece pasif, itaatkâr, bağımlı ve düşünme becerisi olmayan, üretmeyen bireyler yetiştirmek hedeflenmiştir. Bu hedeflerden kurtulabilmiş nitelikli gençler, ülkeden kaçmanın yollarını aramaktadır.
Eğitimde şirketleşmeyi, toplumsal sınıflar arasındaki gelir adaletsizliği nedeniyle eğitime erişimdeki eşitsizliği ortadan kaldırmak, evrensel değerlere uygun ve kapsamlı bir ulusal eğitim politikası yapılandırmak için neler yapılmalı?
MESUDE ATAY: Bu sorunun cevabı aslında ilk sorunun cevabının satır aralarında yer alıyor. Öncelikle dayatılan ideolojik temellerden arınmak gerekir. Bu ülkenin 21. yüzyılda nasıl bir insan profiline ihtiyaç duyduğu değerlendirilmeli, koşullar, coğrafya, sosyo-demografik yapı, kültürel farklılıklar ve kalkınmaya yönelik ihtiyaçlar analiz edilmelidir. Böylece gerçekçi verilerle ihtiyaçları karşılayan, çocukların ve gençlerin üstün yararını gözeten politikaların geliştirilmesi mümkün olacaktır. Eğitim sistemi, ülkenin ekonomisinden bağımsız değildir. En temel değişiklik, eğitime ayrılan bütçenin artırılmasıdır. 2016 yılında eğitime ayrılan bütçe, merkezî bütçenin %19.24’dür. 2023 yılında bu oran %14.53’e düşmüştür. Zaten bu bütçenin %78’i personel giderlerine ayrılmaktadır, eğitimin kalitesini yükseltecek diğer hizmetlere yeterli bütçe kalmamaktadır. Eğitim anlayışının hem evrensel hem de yerel anlamda ihtiyaç duyduğu en önemli özellik kapsayıcılıktır. Kapsayıcı eğitim, bireyler arasındaki farklılıkların dikkate alındığı, tüm öğrencilerin ihtiyaçları doğrultusunda eğitim hizmetlerinden yararlandığı, herkesin bir arada öğrenmesini ve eğitim almasını sağlayan, ötekileştirmenin kabul edilmediği bir yaklaşımdır. Günümüzde kapsayıcı eğitimin bağlamı, toplumun dezavantajlı gruplarını dahil edecek şekilde genişlemiştir. Bir öğrencinin etnik kökeninden dolayı kötü muamele görmesi ya da dış görünüşü nedeniyle dışlanması, eğitimde ayrımcılığa örnektir. Kapsayıcı eğitim, ayrımcılığın panzehiridir. Irk, renk, soy ya da ulusal veya etnik kökene dayalı her türlü ayrım, dışlama ya da kısıtlama, etnik köken ayrımcılığını ifade eder. Dildeki ırkçı kalıplar, ders kitaplarında azınlıkların yok sayılması veya okul ortamında farklı etnik kökenden gelen öğrencilere aşağılanması ve taciz edilmesi, etnik kökene dayalı ayrımcılığa örnek verilebilir. Aynı şekilde farklı dine ya da mezhebe mensup öğrencilerin ayrımcılığa maruz kalması söz konusu olabilmektedir. Bu yaklaşım, herkesin ihtiyacına cevap veren, eğitime eşit ve adil erişimi sağlayan, tüm çocukların üstün yararını gözeten bir eğitim sisteminin temel altyapısı olmalıdır.
Dayatılan ideolojik ilkeler yerine çocukların üstün yararını gözeten ilkeler, eğitim sisteminin olmazsa olmazı olarak kabul edilmelidir. Daha önce saydığımız evrensel değerler, 21. yüzyıl insan profili ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ilkeleri kapsamındadır. Eğitim hedefleri, bu doğrultuda belirlenmelidir, ülkenin ihtiyaçlarını gözeterek uygulanmalıdır. Erken çocukluk eğitimine yapılan yatırımın, ileriki yıllarda yapılan eğitim yatırımlarının maliyetini düşürdüğü bilimsel çalışmalarla ortaya konmaktadır. Paralı eğitimin niteliği de sorgulanmalıdır. Bu okulların maliyeti ailelere yüklenmemelidir, devlet desteği sağlanmalıdır. Hatta kısa ve orta vadede paralı eğitimin kaldırılmasına yönelik stratejiler geliştirilmelidir. Bunları gerçekleştirmek için merkezî bütçenin önceliği eğitim bütçesi olmalıdır, izleme ve değerlendirme çalışmalarıyla okul öncesinden üniversiteye kadar her kademede eğitim reformu yapılmalıdır. Bu süreç, uzun ve zorlu olacaktır. Veliler ve öğrenciler bu sürece dahil edilmelidir. Eğitim uzmanları ve bilim insanları, politika yapıcılarla birlikte çalışmak zorundadır. Bu sayede eğitimde şirketleşme önlenebilir, eşitlik ve kapsayıcılık politikalarını yapılandırmak ve hayata geçirmek mümkün olur.
Çocuk haklarını ve çocukların iyi olma hâlini ön planda tutan, eğitimde fırsat eşitliğine odaklanan bir eğitim sistemi nasıl olmalı?
MESUDE ATAY: Çocuğun üstün yararını gözetmenin öneminden söz etmek isterim. Çocuğun üstün yararı, çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal ve toplumsal gelişiminin sağlanabilmesi için öncelikli olarak çocuğun haklarının ön planda tutulması ve faydasının gözetilmesidir. Kapsayıcı eğitimi önemi ve gerekliliği burada da karşımıza çıkmaktadır. Hiçbir çocuğu dışarıda bırakmayan, çocukların yüksek yararını gözeten bir eğitimden söz etmek gerekir. Artık “fırsat eşitliği” kavramını kullanmamamız gerekiyor. Eğitim bir fırsat olarak algılanmamalı, eğitime hak temelli bakılmalı. Eğitim, koşulsuz, erişilebilir, eşitlikçi olmalı ve ihtiyaca cevap vermeli. Böyle bir anlayış, ise erken çocukluk eğitiminden başlamalı. Ebeveynlerin de sürece dahil olduğu, 0-3 yaşı kapsayan, okul öncesi eğitimi zorunlu kılan bir eğitim sistemi hayata geçirilmeli. Okul öncesi eğitimin iyileştirilmesi, yaygınlaştırılması ve zorunlu olmasıyla birlikte eğitim reformlarının da temeli atılacak. Eğitim fakültelerinin öğretmen yetiştirme programlarının da reforma ihtiyacı var. Bu da üniversitelerin bilimsel özgürlüğüyle mümkün olacak. Yani anaokulundan üniversiteye kadar her kademede döngüyü kırıp yeniden inşa etmek gerekiyor. Okulların fiziksel yapısından müfredata kadar pek çok alanın çocukların gelişimine ve doğasına uygun olmadığı bilimsel çalışmalarla ortaya konmaktadır. İyileştirme çalışmalarında bölgesel ve kültürel farklılıklar, sosyo-ekonomik ve demografik özellikler göz önünde bulundurulmalı. Eğitim sisteminde sonuç odaklı anlayış, yani merkezî sınav anlayışı sonlandırılmalı, öğrenme süreçlerine odaklanılmalı. Çocukluk ve gençlik yılları sınav stresiyle baskılanan nesillerle yıllardır karşı karşıyayız. Bu durum, psikolojik dayanıklılık ve ruh sağlığı açısından olumsuzluklara neden oluyor. Çocuklar ve gençler, eğitim politikalarına ilişkin kararlarda söz söyleme hakkına sahip olmalı. “Onlar ne istiyor?” sorusunun cevabı göz önünde bulundurulmalı. Dolayısıyla eğitim sistemini analiz ettiğimizde, çocuk haklarının ihlal edildiğini, imza attığımız Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin maddelerini ihlal ettiğimizi, hukuki süreci işletmediğimizi söylemek yanlış olmayacaktır.
Türkiye’deki üniversite eğitimi gerek akademik bilginin içeriği ve kalitesi gerek istihdama etkisi bağlamında gençlerin gelecek tahayyülüne gerekli katkıyı sağlıyor mu? Akademik eğitimde değişim ve dönüşüm mümkün mü?
MESUDE ATAY: Elbette böyle bir katkısı yok. Bir meslek sahibi olmanın yolu üniversite eğitiminden geçiyor inancı ve ülkemizdeki eğitim sistemi, ebeveynler ve çocuklar üzerinde baskı oluşturdu. Öğrenciler, sınav odaklı tekniklere yönelik beceriler geliştirdi. Diğer yetenekler ve beceriler baskılandı. Ezbere dayanan, düşünme becerisi gerektirmeyen bir sistem içinde var olmaya çalıştılar. Çocukluklarını ve gençliklerini heba ederek başladıkları üniversitede de yine ezbere dayalı bir sistem karşılarına çıktı. Üniversite mezunu işsizler ordusuna katılacakları gerçeğiyle yüzleşince mutsuz, umutsuz ve geleceği çok da parlak görmeyen, ekonomik bağımsızlığını kazanamayan, özgür olamayan, özgür olamayınca kendini gerçekleştiremeyen, “sözde” eğitim almış genç nüfusla karşı karşıya kaldık. Bu genç nüfus, bir sonraki kuşağa da umutsuzluk aşıladı. Öte yandan, Türkiye’deki öğretim üyelerinin niteliği de farklılaştı. Bilimsel etikten uzak öğretim üyeleriyle kalitesi düşük bir üniversite profili yaratıldı. 2023 yılı itibarıyla Türkiye’de 206 üniversite var. Bu üniversiteler, dünya üniversiteleri sıralamasında gurur duyabileceğimiz yerlerde değil. Üniversitelerin araştırma imkânları, üniversitelere ayrılan bütçenin yetersizliği, tek ideolojik yörüngeye çekilmeye çalışılan bir sistemin olduğu aşikâr. Özgür üniversite anlayışına sahip olmayan, lise seviyesinden bile düşük eğitim veren üniversitelerin varlığı, bilgi üretmek ve bilgiyi toplum yararına kullanmaktan uzaktır. Sadece diploma veren, buna hizmet etmekten öteye geçemeyen öğretim elemanlarının olduğu kurumlardan maalesef üniversite olarak söz ediyoruz. Üstelik, bu üniversitelerin büyük bir kısmının paralı olması, alınan hizmetin kalitesini de değiştirmemektedir. Değişim ve dönüşüm mümkündür. Türkiye’de ihtiyaç duyulan mesleklere ve insan profiline, çağdaş bilgiye ilişkin gerçekçi bir haritalama çalışması yapılması, daha sonra koşullar ve ihtiyaçlar doğrultusunda üniversitelerin dönüştürülmesi gerekiyor. Gençlerin ilgi ve yeteneklerine, ülkenin ihtiyaçlarına göre meslek okullarının sayısı, niteliği planlanmalı. Çocukları ve gençleri mutlu edecek, kendilerini gerçekleştirmelerine imkân tanıyacak bir sistem yapılandırılmalı.
İnternet veya sosyal medya üzerinden bilgi edinen, sosyalleşen gençlerin yeteneklerini ve becerilerini geliştirecek akademik eğitim sizce hangi özellikleri taşımalı?
MESUDE ATAY: Teknolojiye ve bilgiye erişim eşit koşullarda olmasa da, herkes için kolay hâle geldi. Bilgiyi kullanma becerisi, internet ve sosyal medya üzerinden kazanılamaz. Daha önce bahsettiğimiz eleştirel düşünce, işbirliği, yaratıcılık ve problem çözme odaklı yaklaşımlara yönelik beceriler ancak uygulamalı ve etkileşimli bir süreçle kazanılır. Akademik eğitim, çocukların ve gençlerin bu becerilerini ve potansiyellerini geliştirmesi için özgür olmalı, buna uygun eğitim ortamları sağlanmalıdır.
Yerel yönetimler, eğitime ilişkin projelerini hayata geçirirken, eğitim hizmetlerini planlarken nelere dikkat etmeli, nasıl bir rol üstlenmeli?
MESUDE ATAY: Yerel ihtiyaçların analizinin gerçekçi yapılması gerekiyor. Dezavantajlı grupların gözetildiği, kapsayıcılığın temel ilke olduğu projeler üretilmelidir. Yerel yönetimler, eğitimin en önemli parçası olan oyun alanlarını çocuk dostu uygulamalar doğrultusunda düzenlemelidir. Çocukların ve gençlerin yüksek yararı gözetilmelidir. MEB ve yerel yönetimler birlikte çalışmalıdır, eğitim uygulamalarının kalitesi yükseltilmelidir. Yaz döneminde okullar birer eğitim merkezine dönüştürülebilir, tüm yaş gruplarına yönelik destek eğitim hizmetleri sunulabilir. Yerel yönetimler, üniversitelerle birlikte istihdama ihtiyaç duyulan mesleklere yönelik programlar açabilir, yerel halka eğitimler verebilir. Hatta “köy enstitüleri” anlayışına sahip olan eğitim merkezleri açılabilir. Yerel yönetimler, hizmet verdikleri bölgenin ihtiyaçları dahilinde eğitim kurumlarının ve alanlarının fiziki altyapısını iyileştirme, müfredatın eğitime uyumlanma ve uygulanma sürecini sağlama yetkisine sahip olmalıdır.
Prof. Dr. MESUDE ATAY KİMDİR?
Çocuk gelişimi ve eğitimi alanında lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Hacettepe Üniversitesi’nde tamamladı. Hollanda’da, Institute voor Doven’da işitme engelli çocukların eğitimi alanında eğitim gördü, alan çalışmaları yaptı. Eğitim psikolojisi ve özel eğitim alanında Londra Üniversitesi, Eğitim Enstitüsü’nde ikinci yüksek lisansını tamamladı. Uluslararası Portage Derneği’nde yönetim kurulu üyeliği yaptı. 1983-2005 yılları arasında öğretim üyeliği yaptığı Hacettepe Üniversitesi, Çocuk Gelişimi Bölümü’nden emekli oldu. 2005-2011 yılları arasında KKTC Doğu Akdeniz Üniversitesi, Eğitim Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Gelişimi Bölümü’nde bölüm başkanı ve öğretim üyesi olarak görev yaptı. Hâlen Başkent Üniversitesi, Eğitim Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Çocuk hakları savunuculuğu, benimsediği yaşam biçiminin vazgeçilmez uğraşısıdır.