"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Toran: “Okul öncesi eğitime sosyal politika olarak öncelik verilmeli”

  • 1 Mayıs 2023
İstanbul Kültür Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Toran Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Eğitimin evrensel amaçları nelerdir? Türkiye’deki eğitim sistemi bu amaçlara ulaşmak için yeterli mi?

MEHMET TORAN:
Eğitimin evrensel amaçlarının ne olduğunu ifade etmeden önce eğitimin evrensel olarak ele alınmasının neyi ifade ettiği konusunu açıklığa kavuşturmakta fayda var.  Çünkü bilinçli ya da bilinçsiz birçok alanda kullanılan, hatta bazı yerlerde hedef olarak belirlenen bir kavrama da dönüşebiliyor. Oysaki hedefe götüren göstergelere bakıldığında, eğitimde evrensel anlayışla uzaktan yakından alakası olmayan göstergelerin olduğu görülecektir. Bu sebeple evrensel eğitim anlayışının ne olduğunu belirlemek önem taşıyor. Eğitimde evrensel anlayış, eğitimin vazgeçilmez ve devredilemez bir insan hakkı olduğu ön kabulüyle bireyin kişisel tarihinin hikâyesi (nerede doğduğu, hangi eğitimleri aldığı, nasıl bir yaşam sürdüğü, neleri deneyimlediği vb.) ve kişisel özellikleri (alışkanlıkları, yetenekleri, yeterlilikleri, fiziksel özellikleri, düşünce yapısı, etnik kökeni, inanç sistemi, sosyal sınıfı, kültürü, cinsiyeti, teninin rengi vb.) ne olursa olsun, nitelikli eğitime erişebilmesidir. Bu tanımlamadan yola çıkarak, eğitimin evrensel amaçlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

a)    Çocuğun herhangi bir özelliğinden dolayı ayrımcılığa maruz kalmadan içinde bulunduğu toplumdan maksimum düzeyde yararlanabilmesinin desteklenmesi,
b)    Çocuğun yeteneklerinin desteklenmesi, yaratıcılığının geliştirilmesi, yaşamın her alanında fırsatları kullanabilecek yeterliliklerinin zenginleştirilmesi,
c)    Çocuğun içinde bulunduğu toplumun bir parçası olması, karar alma süreçlerine aktif katılması, alınan kararların sonucunu değerlendirebilmesi, toplumsal sorunların çözümünde özne ve aktif bir yurttaş olması gibi yeterliliklerinin desteklenmesi,
d)    Çocuğun ilgisi ve yetenekleri doğrultusunda ekonomik refahtan pay alabileceği işgücüne katılımının desteklenmesi,
e)    Çocuğun, kültürel mirasının görünür olmasına olanak tanıyacak bir programla birlikte asimilasyon karşıtı öğrenme alanlarının geliştirilmesi ve sunulması.

Eğitimin evrensel amaçları bağlamında bir değerlendirme yaptığımda, Türkiye’deki mevcut eğitim sistemiyle bu evrensel amaçlara ulaşımın pek mümkün olmadığını söyleyebilirim. Şöyle ki, son yıllarda eğitimde ayrımcılığın (etnik, inanç, ekonomik kaynaklı olsun) doğrudan ya da dolaylı, açık ya da örtük bir biçimde daha görünür hâle geldiği, meşrulaştırıldığı görülmektedir. Bununla birlikte Türkiye’de eğitimin özelleştirilmesine yönelik atılan adımlarla birlikte eğitimin satın alınabilir bir nesneye indirgenmiş olması, devlet okullarının işlevsizleştirilmesi, elemeye dayalı bir sistemin dayatılması nedeniyle dershane/kurs merkezlerinin nihai kurtuluş için bir seçenek hâline gelmesi, çocuğun yeteneklerinin, yaratıcılığının ve önündeki fırsatları kullanabileceği yeterliliklerinin yok edilmesine yol açmaktadır, çocuğu, itaatkâr, kabullenmiş, itiraz etmeyen, eleştirmeyen, önerilen sistemle uyumlu bir bireye dönüştürmektedir. Çoğulculuğu ve farklılığı bir zenginliğe dönüştürmekten ziyade Türkiye’de tektipleşen bir müfredatla eğitimde sığlığın önceliklendirildiği, çocuğun yabancılaşmasının desteklendiği, bunun da bilinçli bir tercih olduğu düşünülmektedir. Bu hâliyle Türkiye’deki eğitim sisteminin, eğitimin evrensel amaçlarına ulaşmayı bir kenara bırakalım, temel bir insan hakkı olarak nitelikli olduğunu söylemek bile tartışmalıdır.

Eğitim sisteminin pratik ve yapısal sorunlarını çözecek politikalar hangi kapsamda olmalı? Türkiye’de eğitimin hak temelli, kapsayıcı, nitelikli ve eşit olmasını sağlamak mümkün mü?

MEHMET TORAN:
Eğitim sisteminin pratik ve yapısal sorunları ayrıştırılmalıdır, birbirini kapsayacak politikalar geliştirilmelidir. Çünkü pratik sorunlar, mevcut eğitim sisteminde karşılaşılan sorunlardır, yapısal sorunlar daha ziyade eğitimin bir endoktrinasyon sürecine dönüştürülmesidir. Bu bağlamda eğitim sistemindeki sorunları çözecek politikalar, öncelikle yapısal sorunların çözümüne odaklanmalıdır. Yapısal olarak eğitimi kimin (özel sektör, devlet) sunacağına, nasıl bir eğitimin sunulacağına, eğitimin kime sunulacağına ve nerede sunulacağına karar verilmesi önemlidir. Kamucu eğitim anlayışını benimsemek, etkin yurttaşları tahayyül eden eğitim anlayışını savunmak, nitelikli, seküler ve ücretsiz eğitimi talep etmek, yapısal sorunların hak temelli çözümünü kolaylaştıracaktır. Hak temelli bir bakış açısıyla uygulamaya geçildiğinde bir anlamda pratik sorunlara da çözüm üretilir.

Türkiye’de eğitimin hak temelli, kapsayıcı, nitelikli ve eşit olmasını sağlamak mümkün. Çünkü Türkiye’nin eğitim tarihine baktığımızda “köy enstitüleri” gibi bir deneyim ve yabana atılmayacak bir birikim söz konusu. Dolayısıyla Türkiye’de bu nitelikte bir eğitim sistemi oluşturulabilir. Bunun için öncelikle öğrencinin merkeze alındığı, çağın gerekliliklerinin ve geleceğin beklentilerinin iyi analiz edildiği, bireysel farklılıkların zenginlik olarak değerlendirildiği dinamik bir müfredatın işe koşulduğu, her öğrencinin kendi öğrenme sürecine ve ilgisine göre eğitim sistemi içinde yer bulabildiği, kendini ifade edebildiği, her türlü ayrımcılığa karşı sıfır tolerans yaklaşımının benimsendiği, eğitim ortamlarının öğrenci dostu olduğu, ihtiyaç duyulan eğitim materyaline erişimin sağlandığı, öğretmen yeterliliklerinin çağa uygun olarak desteklendiği ve eğitimin kamusal sorumlulukla devlet tarafından ücretsiz sunulduğu bir eğitim sistemi, Türkiye’de eğitimin herkes için erişilebilir olmasını sağlayabilir.

Eğitimin tüm kademelerinde şirketleşmenin önüne geçmek, esasen kamusal hizmet alanı olan eğitimin siyasi iktidarın politikaları nedeniyle farklılaşan ekonomi politiğini tekrar toplumsal fayda odaklı hâle getirmek için yapılması gerekenler nelerdir?  

MEHMET TORAN:
Eğitimde şirketleşmenin özellikle son yıllarda hız kazanması, eğitimin alınıp satılabilir bir nesne hâline dönüştürülmesi, bir tesadüf olmanın ötesinde, bilinçli bir politikaydı, bu politika hâlihazırda uygulanıyor. Bunun en çarpıcı örneği, teşvik sistemiyle özel okulların eğitimdeki payının artmasıdır. Bununla birlikte Türkiye’nin de içinde yer aldığı liglerdeki ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye’nin eğitime en az bütçe ayıran ülkelerden biri olduğunu da göreceğiz. Bu, eğitim hizmetlerinin mali yükünden çekilip, bu mali yükü hizmeti alanların üzerine yıkan bir sistem olarak değerlendirilebilir. Dediğim gibi, bu bir tesadüf değil, bir tercih, bilinçli izlenen bir politika, bu sebeple eğitimi finanse edenlerin nitelikli eğitime erişmesi, finanse edemeyenlerin de sunulanla idare etmesi, sınıfsal farklılıkları derinleştirmektedir, toplumu ayrıştırmaktadır, fırsat eşitsizliğini de artırmaktadır.

Peki bunu tersine çevirmek mümkün müdür? Elbette mümkündür. Öncelikle eğitimin temel bir yurttaşlık hakkı olarak yeniden inşa edilmesi ve tüm yurttaşlara sunulması gerekir. Bunun için eğitim, siyasi iktidarların gölgesinden, etkisinden kurtarılmalı, başta da bahsettiğimiz evrensel çerçevede tutulmalıdır. Siyasal iktidarların müdahale ettiği bir eğitim sistemi, eğitim sisteminde önemli sorunlara yol açabilir. Son 20 yılda eğitim sistemi, sınav sistemleri defalarca değiştirildi, 4+4+4 gibi bir garabetle bilimsellikten ve çocuğun gelişiminden uzak bir sistemde ısrarcı olundu. Dolayısıyla siyasal iktidarlardan bağımsız, bilimsel bir temele dayandırılmış, çocuğun yüksek yararını önceleyen bir eğitim sistemini tahayyül edebiliriz, çünkü bu mümkün. Eğitim sisteminin şeffaf, toplumsal katılıma açık, denetlenebilir, bağımsız yapıya kavuşturulması, kamusal eğitimin önkoşulu olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte inşa edilecek eğitim sisteminin her yurttaş için erişilebilir olması, eğitime yeterli kaynağın ayrılması ve bu kaynağın adil kullanılması, eğitimin kamusal dönüşümüne katkıda bulunur. Bu bağlamda okulların yönetsel karar alma süreçlerine bulundukları yerleşim yerinin tüm bileşenlerinin (muhtar, veli, öğrenci vd.) dahil edilmesi, ihtiyaçların birlikte tespit edilmesi, okul sisteminin demokratikleşmesini kolaylaştırmakla birlikte kamusal eğitimin niteliğine de katkı sunar. Ayrıca eğitimin kamusal yönünün güçlendirilmesi için toplumun ihtiyaçlarını, çocuğun ilgisini ve biricikliğini önemseyen, çocukların potansiyelini ortaya çıkaran, yarışmacı ve rekabetçi anlayıştan uzak, dayanışmacı bir anlayışı benimseyen dinamik programların geliştirilmesi gerekmektedir. Bu programları etkili bir şekilde uygulayacak, programların başarılı olmasını sağlayacak öğretmelerin eğitimine de önem verilmelidir. Çünkü öğretmenler, eğitimin ve uygulamaların ana aktörleridir, öğretmenlerin eğitim sistemindeki etkisi azımsanmayacak düzeydedir. Bu sebeple öğretmenlerin mesleki gelişimi desteklenmelidir, geliştirilen eğitim politikalarında etkin olmaları sağlanmalıdır, özlük hakları uluslararası standartlarda olmalıdır.

Bu değerlendirmeler ışığında sorunuza dönersek, eğitimde toplumsal faydayı gözeten kamusal eğitimin inşası mümkündür. Yeter ki, karar alıcılar bunu politika hâline getirebilsin.

Çocukların eğitimi ve geleceği açısından okul öncesi eğitime gerekli önem veriliyor mu? Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması, bu konuda ebeveynlerin bilgilendirilmesi, dezavantajlı ailelerin çocuklarının okul öncesi eğitimden yararlanması amacıyla neler yapılmalı?

MEHMET TORAN:
Eğitim kademeleri arasında özelleşmenin en yaygın olduğu ve özelleştirmenin desteklendiği okul öncesi eğitime Türkiye’de gerekli önemin verildiğini düşünmüyorum. Kamusal eğitimin bir parçası olarak değerlendirilmeyen okul öncesi eğitim, diğer ülkelere kıyasla Türkiye’de benzer bir gelişimi gösterememiştir. Dolayısıyla eğitim sisteminde konumlandırılamamıştır. Bu durum, toplumsal refahın istenen nitelikte olmamasında da rol oynamaktadır. Çünkü okul öncesi eğitim, özellikle gelişimin en hızlı olduğu, çocuğun gerek gelişimsel gerek temel akademik becerileri en hızlı kazandığı en kritik yıllar olarak kabul edilir. Fayda maliyet analizleri, bu yıllarda eğitime yapılan yatırımın, ekonomik gelişme ve toplumsal refah bağlamında uzun vadeli getirisinin diğer eğitim kademelerinden daha yüksek olduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte okul öncesi eğitim, kadınların çalışma hayatına dahil olmasına olanak tanıyan, çocuk bakım hizmetlerini kadının üzerinden alan ve toplumda kadının rolünün yeniden tanımlanmasını sağlayan, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesinde önemli bir yeri olan sosyal politika sistemidir. Yapılan çalışmalar, okul öncesi eğitimin özellikle çocuklar arasındaki eşitsizliği giderdiğini, çocukları sonraki eğitim basamaklarına hazırladığını, çocuklara, gelişimlerine uygun ortam sağladığını, dezavantajlı çocuklara sağlıklı beslenme olanakları sunduğunu ortaya koymaktadır. Bu değerlendirmeler ışığında söyleyebiliriz ki, okul öncesi eğitim, eğitim sisteminde önemli bir basamaktır. Eğitim politikaları, okul öncesi eğitimi dikkate alarak geliştirilmelidir.

Okul öncesi eğitim, 2000’li yılların başında gündeme gelmeye başladı. Bu nedenle okul öncesi eğitime verilen önem ve ülke çapındaki yaygınlığı beklediğimiz noktada değil. Bunun nedenleri, okul öncesi eğitim hizmetinin iki bakanlık (Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve MEB) tarafından sunulması sorumlulukların üstlenilmemesi, birbirinden farklı ve bağımsız uygulamaların olmasıdır. Son bir yılda İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere CHP’li belediyelerin okul öncesi eğitimi bir sosyal politika olarak gündemlerine alması, okul öncesi eğitim hizmetlerini herkes için erişilebilir hâle getirmesi, iktidarın yönetimindeki MEB’i harekete geçirdi. MEB, özellikle beş yaşta %100 okullulaşmayı hedeflemiş, %99.9 oranında okullulaşmanın gerçekleştiğini belirtmiştir. Elbette en azından beş yaşta çocukların okul öncesi eğitim hizmetlerinden yararlanması önemli. Ancak MEB tarafından sunulan bu hizmet hem ücretsiz hem de tam gün değil. Bugün MEB, okul öncesi eğitim hizmetlerini yarım gün, kırtasiye malzemeleri, yemek masrafları hariç, neredeyse 500 TL karşılığında sunuyor. Tam gün eğitimin ise, 1.200 TL civarında olduğu söyleniyor. Yerleşim yerlerine göre farklılık gösterse de, ailelerden ortalama seviyede ücret alınıyor. Çocuklar, dört ya da beş saat okulda vakit geçiriyor, bu sürede nitelikli bir eğitim sunmak neredeyse imkânsız. Beş yaş grubu için durum böyleyken, dört ve üç yaş için durum daha da vahim. Bu yaş gruplarında okullulaşma oranı OECD ortalamasının oldukça altında. Bununla birlikte 0-3 yaş arasındaki çocukların okullulaşma oranına kaç çocuğun okul öncesi eğitim hizmetlerinden yararlandığına dair elimizde maalesef herhangi bir veri de yok. Dolayısıyla 0-6 yaş arasında kaç çocuğun okul öncesi eğitimden kesintisiz, tam zamanlı ve ücretsiz yararlandığı konusunda da elimizde sağlıklı bir veri bulunmuyor.

Peki okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması, tüm yurttaşların ücretsiz, nitelikli ve tam zamanlı okul öncesi eğitime erişmesi için ne gibi çalışmalar yapılabilir? Öncelikle eğitimin kamusal bir hak olduğu kabul edilmelidir. Gerek anayasada gerek de Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de (UNICEF) belirtildiği gibi, devletlerin yurttaşlarına eğitim hizmetlerini ücretsiz, nitelikli vermesi ön koşuluyla işe başlanmalıdır. Eğitimin temel basamağı olarak değerlendirdiğimiz okul öncesi eğitim hizmetleri, özel sektörün inisiyatifine bırakılmamalıdır, devlet tarafından ücretsiz ve tam gün sunulmalıdır, bu yaklaşım bir sosyal politika olarak benimsenmelidir. Çocuk sayısı ve yerleşim yerinin yoğunluğu dikkate alınarak okul öncesi eğitim kurumları için uzun vadeli planlama yapılmalıdır. 3-6 yaş arasındaki çocuklar için okul öncesi eğitimin zorunlu olması amacıyla politikalar geliştirilmelidir. İlk etapta altı yaş zorunlu eğitim kapsamına alınmalı, eğitim tam gün olmalıdır. Okul öncesi eğitime yönelik farkındalığı artırmak için aile çalışmalarına önem verilmelidir, okul öncesi eğitimin tüm bileşenleriyle birlikte yaygınlaştırma çalışmaları yapılmalıdır. Tüm çocuklara erilebilmek için destekleyici ve önleyici eğitim modelleri geliştirilmelidir. Çocukların okulda ve ev ortamında desteklenebilmesi için dezavantajlı grupları kapsayan ev ziyaretleri ve aile çalışmaları yapılmalıdır. Bu çalışmalar, aile üyelerinin tümüne yönelik olmalıdır. Aile, okul öncesi eğitimle güçlendirilmelidir. Bu süreçte öğretmenler çok etkili olacağı için öğretmenlerin kalitesi oldukça önemlidir. Dolayısıyla öğretmenler, bu çalışmaların hedefleri doğrultusunda yetiştirilmelidir. Öğretmen eğitiminin niteliğini artırmak için üniversite eğitiminin en az iki yılı uygulamaya dayalı olarak tasarlanmalıdır. Bu sosyal politikalar hayata geçerse çocuğun eğitime erişimini değil, devletin sosyal bir kurum olarak çocuğa erişimini konuşacağız, bu politikaları geliştirmek için çabalayacağız.

Türkiye’de üniversite sayısı oldukça fazla. Siyasi ve toplumsal sorunlardan doğrudan etkilenen üniversitelerin sayıca fazlalığı, akademik eğitime, istihdama, gençlerin gelecek beklentisine ne ölçüde etki ediyor? Üniversite eğitiminin kalitesi nasıl yükseltilebilir?

MEHMET TORAN:
Sayısının 208’i bulduğu, neredeyse 8 milyon öğrencinin eğitim aldığı üniversiteler, diğer eğitim kademeleri gibi siyasi iktidardan nasibini almaktadır. Bu durum, üniversitenin yapısının siyasi iktidarın beklentileri doğrultusunda inşa edilmesine yol açmaktadır ve üniversite eğitiminin kalitesini düşürmektedir. Üniversitelerin kalitesinin düşmesi, gençlerin üniversite eğitimine inancını sarsmaktadır, bu nedenle gençler yurtdışını hedeflemektedir. Bugün üniversitelerde eğitim alan gençlerin büyük çoğunluğu üniversite bittikten sonra ne yapacağını düşünüyor. Uluslararası ilişkiler ya da okul öncesi öğretmenliği mezunu bir genci üç harfli mağazalarda kasiyer olarak görebilirsiniz. Nitelikli insan kaynağını bu şekilde değerlendirmek, sosyal refahtan vazgeçmek anlamına gelmektedir. Bu sebeple üniversitelerin yeniden ayağa kaldırılması, üniversite eğitiminin kalitesinin yükseltilmesi için çalışmaların yapılması gerekmektedir.  

Üniversitelerin bilimsel, özgür ve özerk yapısı yeniden inşa edilmelidir. Yandaş akademisyenlerin değil, liyakatli bilim insanlarının istihdamı önceliklendirilmelidir. Üniversiteler, toplumsal gelişmenin lokomotifi olarak görülmelidir, toplumsal fayda göz önünde bulundurulmalı, önlisans, lisans ve lisansüstü programlar yeniden yapılandırılmalıdır. Bu programlar, yapıları gereği ilişkili oldukları sektörlerle iç içe olmalı, bu sektörlerde gençlere uygulama alanı yaratılmalıdır. Üniversiteler, bilgi üretiminin merkezi hâline getirilmelidir, bilginin kamusal bir değere dönüşmesi sağlanmalıdır. Bununla birlikte uluslararasılaşma, üniversite eğitiminde oldukça önemli bir adımdır. Gerek akademik personelin gerekse öğrencilerin uluslararası dolaşımının sağlanması ve buna kaynak ayrılması oldukça önemlidir. “Nitelikli bir üniversite için neler yapılmalı?” sorusu üzerinde daha detaylı tartışılabilir, ama şimdilik bu saydığım beş-altı strateji bile Türkiye’de üniversiteleri şahlandıracaktır.

Yerel yönetimler, eğitim hizmetlerinin planlama aşamasında ve projelerin uygulama sürecinde nelere dikkat etmeli?

MEHMET TORAN:
Eğitim hizmetlerinin planlanmasında yerel yönetimler oldukça etkili bir bileşendir. Eğitimde niteliği artıran, okullulaşma sorununu çözen ülkelere baktığımızda, yerel yönetimlerin oldukça önemli sorumluluklar üstlendiğini görebiliriz. MEB’in merkezî bir sorumlulukla eğitimi planlaması, yerel yönetimleri planlama sürecinin dışında tutabiliyor. Ancak MEB, yerel yönetimleri eğitim planlamasında ve projelerin uygulanmasında önemli bir bileşen olarak kabul ederse, eğitimde niteliğin yükseldiği, eşitsizliklerinin giderildiği görülecektir. Bu bağlamda yerel yönetimler, yılda iki defa eğitim ihtiyaç analizi yapmalı, bu analizler neticesinde elde ettiği verileri MEB’le paylaşmalıdır. MEB’in eğitim planlamasına ve projeler geliştirmesine katkıda bulunmalı, bu süreçlere dahil olmalıdır. Ayrıca okulların bakımı üstlenmeli, okulların çevresinde yeşil alanları ve oyun alanlarını artırmalıdır. Okulları, binaların arasına sıkışmış sevimsiz binalar olmaktan kurtarmalıdır. Okulların çevresini yaya öncelikli bir alana çevirip, trafikten arındırmalıdır. Dezavantajlı çocukların eğitim ihtiyacını yerinde ve etkin bir biçimde karşılamalıdır. Ailesi çalışan çocuklar için etüt ve eğlence merkezleri açmalı, bu merkezlerde çocukların kaliteli zaman geçirmesini sağlamalıdır. Kütüphane ve kreş hizmetlerini yaygınlaştırmalıdır, her yurttaşın bu hizmetlere erişmesini hedeflemelidir. Çocuk oyun alanlarının (parklar) çocuk dostu olması sağlanmalı, çocuğun eğlenerek, öğrenerek vakit geçirdiği alanlar oluşturulmalıdır. Mevcut oyun alanlarının problemli olduğunu ve çocukların ilgisini çekmediğini söyleyebilirim. Bunların yanı sıra yerel yönetimler, eğitim planlama sürecinde ya da projelerde uzmanlarla birlikte çalışmalı, yerelin bakış açısının planlama sürecine ve projelere yansımasını sağlamalıdır.
 
Doç. Dr. MEHMET TORAN

Erken çocukluk eğitimi alanında Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde lisans, Hacettepe Üniversitesi’nde yüksek lisans ve Gazi Üniversitesi’nde doktora derecelerini aldı. 2009-2010 yılları arasında İsveç Enstitüsü bursunu kazandı, Göteborg Üniversitesi, Çocuk Çalışmaları Bölümü’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. 2001-2005 yılları arasında MEB bünyesindeki devlet okullarında okul öncesi öğretmenliği yaptı. 2005-2009 yılları arasında Gazi Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı.  2010-2015 yılları arasında Girne Amerikan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümü’nde öğretim üyeliği ve bölüm başkanlığı yaptı. 2015 yılından bu yana İstanbul Kültür Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Temel Eğitim Bölümü, Okul Öncesi Eğitimi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak akademik çalışmalarını sürdürmektedir. İstanbul Kültür Üniversitesi, Eğitim Fakültesi’nde bölüm başkanlığı ve dekan yardımcılığı gibi idari görevleri yürüttü. Sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalışmalar yapmaktadır. 2004 yılından beri World OMEP üyesidir. 2011 yılından bu yana EECERA Türkiye Koordinatörü olarak gönüllü çalışmalar yürütmektedir. Journal of Childhood, Education & Society (JCES) kurucusudur ve editörüdür. Araştırmaları alanları, erken çocukluk eğitimi müfredatı, erken çocukluk eğitimi yaklaşımları, erken çocukluk eğitimi politikaları, yoksulluk ve çocukluk, eleştirel pedagojidir.


Önerilen Haberler