YÜKLENİYOR
Turizm Uzmanı Prof. Dr. Nazmi Kozak Belediye Gazetesi’ne konuştu.
Son 50 yılda turizm alanında yaşananları ve bir anlamda Türk modernleşmesinin hikâyesinin anlatıldığı “Türkiye Turizmi Sözlü Tarih Araştırması” adlı sözlü tarih çalışmasının koordinatörlüğünü yaptınız ve bu araştırmayı kitap olarak yayımladınız. Turizm sosyolojisi çerçevesinde bu araştırma Türkiye turizm sektörüne, yakın dönem turizm tarihine hangi açıdan katkıda bulundu?
NAZMİ KOZAK: “Türkiye Turizmi Sözlü Tarih Araştırması”, cumhuriyet döneminde turizm ve otelcilik alanındaki gelişmeleri tanıkların ağzından kayıt altına almayı amaçlayan bir çalışmadır. Anlatılarda 1940’lı yıllara kadar inilebildi. Anadolu Üniversitesi, Bilimsel Araştırma Koordinatörlüğü’nün desteğiyle yürütülen araştırmada, koordinatörlüğümde 21 araştırmacı görev aldı. Araştırmada, turizm bakanlarından turizm yatırımcılarına, otel müdüründen aşçılara, seyahat acentesi yöneticilerinden turist rehberlerine, belediye başkanlarından köy muhtarlarına kadar turizm ve otelcilik alanındaki 523 kişiyle sözlü tarih görüşmesi yapıldı, toplam 700 saatlik video kaydı elde edildi. Sözlü tarih görüşmeleri yazıya döküldü, 10 ciltlik kitap serisi olarak yayımlandı, üniversite ve araştırma kütüphanelerine ücretsiz gönderildi. Bu arada üzülerek bir hususu da sizlerle paylaşmak isterim. Kitapların basımı ve dört belgesel yapımı için proje bütçesinde gider kalemi olmasına rağmen Anadolu Üniversitesi’nin o dönemdeki rektörü keyfi bir kararla kitapların basımı ve belgesel hazırlığı için ayrılan paranın kullanılmasına izni vermedi. Kitapların basımı için gereken para turizm sektörünün temsilcilerinden bağış usulüyle toplandı, bu sayede kitaplar yayımlanabildi. Planlanan dört belgesel yapılamadı.
Projeyle cumhuriyet döneminin turizm ve otelcilik tarihi büyük ölçüde kayıt altına alındı. 1950’lerden önce turizm ve otelcilik alanında kayda değer pek bir gelişme olmaması nedeniyle o yılların canlı tanıklarına ulaşamamamız önemli bir eksiklik olarak düşünülmemelidir. Cumhuriyetin kuruluş ve toparlanma dönemine denk geldiği için 1940’lara kadar turizm alanında kamu yönetimi bile henüz oluşturulamamıştı.
Turizm sosyolojisi bağlamında Türkiye Turizmi Sözlü Tarih Araştırması’nın katkıları neler olabilir diye düşündüğümüzde öncelikle şunu ifade edebilirim, proje kapsamında görüşme yapılan 523 kişinin anlatıları turizmin sosyo-kültürel etkilerine ilişkin verileri içermektedir. Turizmin yörelerdeki sosyal yapı üzerindeki etkileri, yerli turist ilişkileri, kamu yönetimi-turist ilişkileri, turizmin gelenek ve görenekler üzerindeki etkileri gibi sayısız konuyu içeren anlatılar kayda geçirildi. Turizmin gelişme sürecine girdiği 1960’lı yıllarla birlikte yabancı kültürden insanlarla karşılaşan yerli halkın tutum ve davranışlarıyla sonraki yıllardaki tutum ve davranışlarındaki değişimleri sözlü tarih anlatılarında görebilirsiniz. 1960’lardan itibaren önceleri “Beatnik”, 1965’lerden sonra “Hippi” adı verilen sırt çantalı gençlerin Sultanahmet başta olmak üzere Kapadokya, Side ve Ege’deki yörelere yaptıkları ziyaretlerde yaşadıkları, turizmin sosyal yapı üzerindeki etkilerini göstermektedir.
Proje sırasında ve kitapların hazırlık aşamasında dikkati çeken birkaç hususu da paylaşmak isterim. Turizm ve otelciliğin gelişimiyle cumhuriyetin çağdaşlaşma projesi ve kadın haklarının yaygınlaşması arasında yakın bir ilişkinin olduğunu gözlemledim. Başka bir deyişle, turizm ve otelcilik sektörünün Türk çağdaşlaşma projesine ve kadın haklarının tabana yayılmasına önemli oranda katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Kadınların turizm ve otelcilik alanında çalışmaya başlaması ve ekonomik özgürlüğünü elde etmesi, görücü usulü evliliklerin azalması gibi gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Kız çocuklarının okullaşma oranı üzerinde turizm sektörünün etkili olduğunu düşünüyorum. Ayrıca turizm sektörünün geliştiği yerleşimlerin seçim sonuçlarına bakıldığında, buralarda daha ziyade liberal, laik ve sosyal demokrat görüşlere sahip olan partilerin daha fazla oy aldıkları görülmektedir.
Turizm ve otelcilik sektörü, Türk çağdaşlaşma projesine kayda değer katkılarda bulunmuştur. Geçmişte ve günümüzde Türkiye’nin çağdaş değerlerle uyumlu başlıca sektörü, turizm ve otelciliktir. Bunu, katıldığımız turizm fuarlarında, turizm sektörü temsilcileriyle yapılan görüşmelerde görüyoruz. Dil bilen, çağdaş dünyanın ilke ve kurallarını özümsemiş bir sektördür turizm ve otelcilik.
Turizm ve otelcilik alanıyla ilgili diğer gözlemim de bu alanlarda başarılı olmuş, yatırımcı, işletmeci, aşçı, barmen, seyahat acentesi işletmecisi, turist rehberi gibi alanlarında öncü ve örnek işler yapmış kişilerin tamamına yakınının ailesinde bir-iki kuşak öncesine gidildiğinde göç öyküsü olmasıdır. Sözlü tarih görüşmeleri sırasında sorduğumuz sorulardan da bunu net olarak biliyoruz. Bir oran vermek ne kadar doğru olur, bilemiyorum, ama görüştüğümüz 523 kişinin %90’ından fazlasının ailesi ya Balkanlar’dan ya Ege Adaları’ndan ya da Osmanlı’nın bir dönem hüküm sürdüğü topraklardan göç etmek zorunda kalmış.
Türkiye Turizmi Tarih Araştırması, turizm sosyolojisi ve kamu yönetimi alanında çalışanlar, sosyal psikologlar, farklı disiplinlerdeki akademisyenler, lisansüstü öğrenciler ve araştırmacılar için sınırsız veri sağlayan bir kaynaktır. Son yıllarda proje verilerini temel alarak yayınlar hazırlandığını görmek beni mutlu ediyor. Türkiye Turizmi Sözlü Tarih Araştırması, 2017 yılında kurduğumuz Turizm Tarihi Platformu’yla birlikte devam ettiriliyor. Son birkaç yılda, çoğu grup görüşmeleri olmak üzere, 25’e yakın görüşmeyle, 100’den fazla kaynak kişiyle sözlü tarih çalışması tamamlandı, bu görüşmeleri içeren 11. cilt önümüzdeki aylarda yayımlanacak.
Turizmin sosyo-kültürel değişime, toplumsal ve ekonomik yapıya etkileri nelerdir? Özellikle yerel ekonominin gelişmesi, doğal ve kültürel mirasın korunması amacıyla turizmin sosyal ve çevresel sürdürülebilirliğini sağlayacak turizm politikaları nasıl yapılandırılmalı?
NAZMİ KOZAK: Turizm ve otelcilik sektörünün gelişmesi, yörelerin sosyo-kültürel yapısını tamamıyla değiştirmiştir. Elbette yerleşim merkezlerinin değişimi ve gelişimi zaman içinde olur, ancak turizm ve otelcilik sektörü sayesinde bu yöreler oldukça kısa bir sürede radikal olarak değişmiştir. Küçük bir köy yerleşimi olan yerlerin nüfusu artmış, hızlı, plansız ve çarpık kentleşme söz konusu olmuştur. Ayvalık, Çeşme, Kuşadası, Didim, Bodrum, Marmaris, Kemer, Side ve Alanya gibi bölgeler çok değil 30-40 yıl önce nüfusu on binin altındaki küçük yerleşimlerdi. Şimdilerde yüz binlerle ifade edilen yerleşim yerleri oldular. Bugün bu yerleşimlerin bazılarının il merkezi olma iddiası gündeme getirilmektedir. Bu gelişmeyi sağlayan turizm ve otelciliktir.
Turizm bölgelerinin sosyo-kültürel değişimini etkileyen aktörlerin başında yerli ve yabancı turistler gelmektedir. İkinci sırada turizm ve otelcilik işletmelerinde çalışmak üzere ülkenin farklı illerinden gelip yerleşenler vardır. Konaklama, yeme-içme, eğlence, seyahat işletmeciliği gibi alanlarda yatırım yapanlar da üçüncü sırayı almaktadır. Bu arada ikincil konutları da unutmamak gerekir. Önceleri yaz aylarında yazlıklarını kullanan kişiler, pandemi ve ülkenin siyasi yapısındaki değişim sonrasında yazlık evlerini artık 12 ay kullanmaya başlamıştır. Bu kişilerin, tercih ettikleri yaşam tarzının bu bölgelerde sürdürme gayretinde oldukları görülmektedir. İçinde bulunduğumuz dönemde Ayvalık, Çeşme, Kuşadası, Didim, Marmaris, Fethiye, Bodrum, Kaş, Side ve Alanya gibi yerleşimlerde yıl boyunca yaşayan insan sayısı artmaktadır. Turizm bölgelerindeki sosyo-kültürel yapıyı etkileyen diğer bir aktör de bu yörelerde ikincil konut alan ve sürekli ikamet eden yabancılardır. Didim’le başlayan, diğer turizm bölgelerinde de yaygınlaşan bu durum sosyo-kültürel yapıyı da etkilemektedir. Son on yılda Suriye, Libya, İran, Afganistan gibi ülkelerden gelenlerin sosyo-kültürel yapıya etkileri projemizin zaman dilimi dışında olduğu için bir şey diyemiyorum. Ancak basın aracılığıyla okuduklarımız, sığınmacıların ve mültecilerin kısa zamanda Türk turizminin ve otelcilik sektörünün rekabet avantajını derinden etkileyeceğini göstermektedir.
Turizmin geliştiği yörelerdeki sosyal yapı değişikliğinin ne olduğuna dair literatürde az da olsa çalışmalar vardır. Kültür ögelerinin ticarileşmesi, suç oranının ve çeşitlerinin artması, taciz ve şiddet, gelenek ve göreneklerin yok olması gibi çok sayıda olumsuz etki söz konusudur.
Turizm, özünde ekonomik bir olaydır. İnsanların tatil amacıyla yer değiştirmesi, harcama yapması, gidilen bölgenin, yörenin ve ülkenin ekonomik kazanımı olmaktadır. Bu yönüyle bakıldığında ülkemizde turizm, ekonomik getirisi nedeniyle tercih edilen bir sektördür. Yukarıda söz ettiğimiz sosyo-kültürel, çevresel ve diğer demografik değişimler ne kamu yönetiminin ne de yerel yönetimlerin dikkatini ve ilgisini çekmektedir. Turizm sezonu, gelecek turist sayısı, kişi başına harcama tutarı gibi konular basın aracılığıyla gündeme getirilmektedir, bunun makro ekonomik dengelere nasıl yansıdığıyla ilgili yorumlar yapılmaktadır. Turizmin, bireylerin geliri, yörenin ekonomik açıdan kalkınması, ülkenin makro ekonomik dengesinin korunması gibi konularda önemi yadsınamaz. Üzerinde pek durulmayan bir konu da turizm harcamaları ve turizmin neden olduğu tahribat sonrasında elde edilen gelirin mukayesesidir. Bu, turizm kaynaklı gelir-gider dengesinin nasıl oluştuğuyla ilgilidir, ancak bu söylerseniz pek çok kişi size itiraz edecektir. Turizm bölgelerinde sürdürülebilirliğin sağlanması bu bağlamda önem kazanmaktadır. Turizme açılan doğal alanlarda koruma-kullanma dengesine dikkat edilmemesi durumunda yörelerin çekicilik ögelerinin değişime uğrayacağı açıktır, bunun ülkemizde örnekleri vardır.
Doğal ve tarihî mirasın korunması, bilinçlenme ve eğitim sorunudur. Bilinçlenme süreci yerli halkın, turizm işletmecilerinin, yerel yöneticilerin, merkezî yönetimin konuya yaklaşımını içermektedir. Bir yandan yörenin doğal güzelliklerini, tarihî değerlerini çekicilik unsuru olarak pazarlamak, diğer yandan bunlara zarar verecek girişimlerin, yatırımların belirleyicisi veya kolaylaştırıcısı olmak birbirine tezattır. Ne yazık ki, ülkemizde bunun da çok sayıda örneği vardır.
Yeni dünya düzenindeki değişime ve teknolojik gelişmelere paralel olarak turizmi farklılaştıran unsurları nitelik ve nicelik açısından değerlendirir misiniz? Alternatif turizm türlerinin, toplum temelli sürdürülebilir turizmin geliştirilmesi için neler yapılmalı?
NAZMİ KOZAK: Turizm ve otelcilik sektörü, yeni dünya düzeni olarak adlandırılan sistemin ana unsurlarından sayılabilir. Turizm ve otelcilik, özü itibarıyla küreseldir. Turizm, işletmecilikten pazarlamaya, teknolojiden hizmet alanlarına kadar küresel bir içerik taşır. Teknolojinin en fazla etkilediği sektörlerin başında turizm gelmektedir. Ulaşımdan pazarlamaya kadar birçok teknolojik gelişme, turizm ve otelcilik sektörünü etkilemektedir. Ulaşım teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde dünya çapında mesafeler kısalmaktadır, daha fazla insan seyahat edebilmektedir. Küresel tur operatörleri, konaklama, yeme-içme, ulaştırma başta olmak üzere pek çok iş alanını yönlendirmektedir. Teknoloji, dünyadaki turizm işletmelerinin birbirleriyle rekabetini acımasız hâle getirmiştir. Örneğin, Türkiye’deki otel işletmeleri, Akdeniz ülkeleri başta olmak üzere farklı bölgelerdeki destinasyonlarla rekabet hâlindedir. Bu durum, turizm işletmelerinin daha dinamik ve gelişmelere hazırlıklı olmasını gerektirmektedir. Turizm sektöründe ülkelerden ziyade işletmeler, markalar ve turizm bölgeleri ön plandadır. Bir Rus vatandaşı için Antalya, bir İngiliz için Marmaris, Fethiye, Bodrum önemlidir. Bu anlayış nedeniyle ülkeler geri plana atılmaktadır. Turizm sektörünü küresel tur operatörleri, oteller ve yiyecek-içecek işletmeleri yönlendirmektedir. Küçük ölçekli işletmelerin küresel işletmeler karşısında ayakta kalmasının giderek zorlaştığı bir dönemdeyiz.
Günümüzde hâlâ “deniz-kum-güneş” adı verilen turizm türü talep görmektedir. Artan dünya nüfusu, toplumların sosyo-ekonomik yapısındaki değişim, kentlerin giderek yaşanmaz hâle gelmesi ve iklim krizi, bireyleri alternatif turizm türlerine yönlendirmektedir. Yüksek gelirli ve eğitimli bireylerin daha fazla tercih ettiği turizm türleri arasında kırsal turizm, tarım turizmi, çiftlik turizmi, dağ ve yayla turizmi yer almaktadır. Toplumların sosyo-ekonomik açıdan değişmesi, konaklama, eğlence ve yeme-içme gibi sektörlerde farklı seçeneklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Türkiye’deki çoklu krizlerin toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizliği derinleştirdiği alanlar arasında turizm de yer alıyor. Ekonomik açıdan dezavantajlı, dar gelirli toplumsal sınıfların tatil yapma ve turizm faaliyetlerine dahil olma hakkını savunan sosyal turizmin Türkiye’de yaygınlaşmasını ve kabul görmesini sağlamak mümkün mü? Sosyal turizm uygulamalarının toplumsal faydaları nelerdir?
NAZMİ KOZAK: Sosyal turizm, 1960’larda ortaya çıkan ve gelişen bir alandı. 1990’lardan sonra ne ülkemizde ne de dünya genelinde adı anılmayan bir kavram oldu. Sosyal turizm, dar gelirlilerin, dezavantajlı grupların ve öğrencilerin tatil yapmasına imkân tanıyordu. Ülkemizde bir dönem kamu kampları vardı, bu kamplar kısmen kurumların kendi çalışanlarına sosyal turizm olanağı sunuyordu. 1930’lu yıllarda Sovyetler Birliği’ndeki uygulamalardan örnek alınarak geliştirilen kamu kampları 1960’lardan sonra yaygınlaştı. Ancak İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndan itibaren 1990’lı yıllara kadar hazırlanan kalkınma planlarında “kamu kamplarının bulundukları alanların turizm yatırımlarına açılması” başlığı altında çok sayıda tedbirin yer alması nedeniyle kamu kamplarının bulunduğu alanlar 1990’lardan sonra turizm yatırımlarına tahsis edilmeye başladı. İçinde bulunduğumuz dönemde çok az sayıdaki kamu kurumunun kampı faaliyet gösteriyor. Kamu kamplarının kapatılmasının sonrasında bu tesislerin işlevlerini yerine getirecek seçenekler oluşturulmadı, insanlar piyasa koşullarına göre hareket etmeye zorunlu bırakıldı. 2000’li yılların başında tüm tesisleri özelleştirilen TURBAN işletmelerinin kamping ve sosyal turizm tesisleri de sosyal turizme katkıda bulunan tesislerdi. Bu tesislerin alanları da turizm yatırımlarına açılarak kapatıldı. Daha sonra sosyal turizme dair herhangi bir girişim söz konusu olmadı. Birkaç yıl öncesine kadar iyi-kötü belli bir geliri olan insanların ödemesini karşılayabileceği konaklama tesisleri vardı. Ancak son iki-üç yılda bozulan ekonomik dengeler nedeniyle bırakın alt gelir gruplarını, “orta direk” adı verilen kesimin bile tatil yapması zorlaştı.
İkincil konutlar, sosyal turizm talebini karşılayan ortamlardı. Yine 1990’lardan itibaren bir süre öğrenci yurtları da öğrenciler için sosyal turizm amaçlı kullanıldı. Günümüzde bu seçeneklerin tamamı gündem dışında kaldığı için dar gelirlilerin, dezavantajlı grupların ve öğrencilerin tatil yapmasını sağlamaya yönelik girişimlere ihtiyaç var. Düşük faizli krediler kadar özellikle tatil yörelerindeki belediyelerin sosyal turizm amaçlı girişimlerine ihtiyaç duyuluyor. Tatil yörelerindeki belediyeler bazı tesisleri kiralayarak veya yeni tesisler inşa ederek sosyal turizm tesisleri kurabilir ve işletebilir. Bu, öneriden ziyade bir zorunluluktur.
Turizm politikaları kapsamında turizme yönelik hizmetleri, destinasyonları geliştirecek çalışmaları, turizm çalışanlarının haklarını gözetecek uygulamaları, doğal, tarihî ve kültürel mirası koruyacak projeleri hayata geçirirken yerel yönetimler hangi inisiyatifleri üstlenmeli?
NAZMİ KOZAK: 1982 yılında yürürlüğe giren 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, “turizm merkezi” ve “turizm bölgesi” gibi kavramlarla turizm yatırımlarıyla ilgili alınan kararlarda yerel yönetimleri devre dışı bıraktı. Bu nedenle turizm yatırımları, merkezî yönetimin tatil yörelerindeki planlama çalışmalarıyla şekillendi ve gelişti. Bu uygulamanın olumlu tarafları olduğu gibi, olumsuz yönleri de var. Destinasyonların planlanmasında yerel yönetimlerin yanı sıra turizm yatırımcılarının ve diğer yerel inisiyatiflerin de söz sahibi olmasını sağlayacak düzenlemeler yapılabilir. Yerel yönetimlerin yaz aylarında artan nüfusla başa çıkabilmesi ve hizmet üretebilmesi için merkezî bütçeden yapılacak ödemenin yaz nüfusunu da kapsaması gerekir.
Mevsimlik konaklama tesislerinde çalışanların çalışma, barınma ve sosyal hakları, kanayan bir yaradır. Konaklama işletmecilerinin kısa dönemli kazanç odaklı uygulamalarından en fazla zararı yine bu işletmeler görse de, mevsimlik çalışanların sorunları devam etmektedir. 1985 yılından bu yana “Turizmde kalifiye işgücü ihtiyacı var,” sözünü duyuyorum. Bu söz belki 2000’lere kadar doğru olabilir, ama sonraki yıllarda bu söz, “Ben istediğim zaman, istediğim ücrete kalifiye eleman bulamıyorum,” olarak anlaşılmalıdır. Zira yaz aylarından sonra işine son verilen ve kış aylarında yaşamını nasıl idame ettireceği düşünülmeyen çalışanlar başka sektörlerde iş bulduğunda elbette turizm sektörü insan gücü bulmakta zorlanacaktır. Sayıları giderek artan bazı işletmelerde olduğu gibi çalışanlara, çalışılmayan dönemler için de ücret ve sosyal hak ödemesi yapılması gerekir. Mevsimlik çalışanlarla ilgili diğer bir konu da, her ne kadar bu konuda geçmiş yıllara göre ilerleme kaydedildiyse de, çalışanların barınma ortamlarının ve çalışma koşullarının iyileştirilmesidir. Yerel yönetimler, özellikle barınma ortamlarının iyileştirilmesi konusunda inisiyatif alabilir.
Prof. Dr. NAZMİ KOZAK KİMDİR?
Çukurova Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu’nu bitirdi. Yüksek lisans derecesini Hacettepe Üniversitesi, İşletme Anabilim Dalı, Turizm İşletmeciliği Yüksek Lisans Programı’ndan, doktora derecesini Dokuz Eylül Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği Anabilim Dalı’ndan aldı. Başkent Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Anadolu Üniversitesi’nden kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi’ni 1990 yılında, Anatolia: An International Journal of Tourism and Hospitality Research’i 1997’de kurdu ve editörlüğünü yaptı. Akademik hayatı boyunca çok sayıda araştırma yaptı. Bu araştırmalar arasında Türkiye Akademik Dergiler Araştırması (1997, 2002, 1997, 2014, 2017), Türkiye Turizmi Sözlü Tarih Araştırması (2015) ve Türkiye Turizm Ansiklopedisi (2022) sayılabilir. Yaklaşık 100 kitabın yazarlığını veya editörlüğünü yaptı. Bu kitaplar yurtiçindeki ve yurtdışındaki yayınevleri tarafından yayımlandı.