"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci: “Sosyal politikalar toplumsal yaşamı belirler”

  • 29 Şubat 2024
İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Türkiye’de merkezî siyasetin sosyal politikaları etkisizleştirmesi, yereldeki süreci hangi açılardan farklılaştırdı? Toplumsal yaşamı kapsayan sosyal politikaların yerelleştirilmesini sağlayan ve gerekli kılan unsurlar nelerdir?

PINAR UYAN SEMERCİ:
Öncelikle sosyal politikanın ne olduğunu konuşarak başlamanın faydalı olacağı kanısındayım. Sosyal politika, toplumsal politika veya refah politikası gibi kavramlarla eş anlamlı kullanılır. Refah rejimleri üzerine olan temel teorik tartışmaların, yaklaşımların detaylarına girmeden tek bir refah rejiminin olmadığını söylemek gerekir. Esping-Andersen’in sınıflandırması -Kıta Avrupası geleneksel refah rejimleri, Anglosakson liberal refah rejimleri ve İskandinav modelleri- oldukça eleştirilse de, daha sonra bu alanda ilgili yazının Türkiye’nin de içinde yer aldığı Güneydoğu Avrupa Akdeniz refah rejimi ve post komünist refah modelleri gibi farklı modelleri geliştirmesiyle daha kapsayıcı hâle gelmiştir.  Özetle, toplumdaki refahın sağlanmasında farklı ideolojik yaklaşımların etkisiyle devlet başta olmak üzere piyasanın, ailenin ve diğer sosyal yapıların sahip olduğu roller farklılaşabilir. Bu açıdan Türkiye’de var olan sosyal politikanın hem tarihsel hem de günümüzdeki durumunu farklı boyutlarıyla alabilmek bu farklı rolleri de düşünmeyi içerir. Bakım, ihtimam politikaları başta olmak üzere ailenin rolü ve bu çerçevede kadınların toplumdaki durumu birbiriyle oldukça ilişkilidir.

Genel olarak sosyal politika, insanların özgür ve eşit haklara sahip bireyler olarak topluma katılmalarının yollarını sağlamaya çalışan politikalar olarak özetlenebilir. Toplumların farklı sosyal kesimlerinde ortaya çıkan muhtelif sosyal sorunları ortadan kaldırmayı, herkesin sosyal refahını temin etmeyi ve yaygınlaştırmayı hedefleyen tedbirlerin ve uygulamaların bütünüdür. İlk kez 19. yüzyılın ikinci yarısında Almanya'da ortaya çıkan bu kavram, özellikle Sanayi Devrimi sürecinde gün ışığına çıkan işçi sorunlarıyla birlikte önem kazanmıştır. Bir başka ifadeyle, çalışma hayatının yanında sosyal hayata yönelik düzenleyici ve iyileştirici politikaların bütünüdür. Sosyal politika, bugün hemen hemen bütün sosyal alanların ve sosyal grupların sorunlarıyla ilgilenmekte, çözümler üretmektedir. Toplumdaki tüm sınıfların ve grupların sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, istihdam, konut gibi problemlerini çözme vazifesini üstlenmiştir, sosyal devletlerin farklı sosyal sorunları çözmesinde en önemli vasıtadır. Sosyal politika konuları, hayır işlerinin ve enformal dayanışma biçimlerinin dışında, insan ihtiyaçlarına, insanın topluma katılmasının koşullarına hem piyasa mantığından hem de hayır işi mantığından farklı bakar. Özetle, vatandaşlık hakları çerçevesinde ele alır.

İçinde olduğumuz küresel dünyada vatandaşlık çerçevesinin sınırlılığını da konuşmak gerekir. Küreselleşmenin de etkisiyle sosyal politikayla ilgili tüm güncel konular siyasetin sınırlarını yeniden düşünmemize yol açar. Ama sorunuz çerçevesinde sosyal politikanın alanına giren barınma, sağlık hizmetleri, çocuk emeği, engellilik, eğitim, işsizlik, yaşlılık, emeklilik ve ayrımcılık düşünüldüğünde hem merkezî hem de yerel siyasetin sosyal politika alanında beraber düşünülmesinin zorunlu olduğunu belirtmek gerekir. Merkezî siyasetin meclis ve ilgili bakanlıklar tarafından alınan kararları yereldeki uygulamaları etkiler, yereldeki ihtiyaçların karşılanması için sorunların görünebilmesi, duyulabilmesi için iki yönlü bir iletişime ihtiyaç vardır. Özetle, tüm vatandaşların sosyo-ekonomik haklara eşit bir şekilde erişmesi, hakların gerçek yapabilirliklere dönüşmesi için gereken sosyal politikanın, kamusal olarak merkezî ve yerel, hayırseverlik, sevap ya da yüce gönüllülük perspektifi yerine haklar perspektifinden ele alınması gereklidir.

Sosyal politikanın etkisizleştirildiği yerine nasıl bir akış açısıyla uygulandığı, öncelikler ve bu önceliklerin nasıl bir toplum yarattığını düşünmek gerekir. Yine benzer biçimde, içinde olunan kutuplaşmış siyasal ortamın, yereldeki farklı ihtiyaçların, farklı grupların ihtiyaçlarının görülmesini, karşılanmasını zorlaştırdığı ortadadır. Bu çerçevede, deprem gibi afetlerde bile merkezî yönetimin ve yerelin işbirliğinin mümkün olmaması, sosyal politika alanının hak perspektifinden, tüm vatandaşları kapsayan evrensel bir çerçeveden ele alınmadığını göstermektedir.
 
Günümüzde sıklıkla telaffuz edilen bir kavram olmasına rağmen sosyal politikanın ne olduğu, gerekliliği ve kapsamı Türkiye’de doğru anlaşılıyor mu? Özellikle çoklu kriz dönemlerinde sosyal politikaların işlevi nedir?

PINAR UYAN SEMERCİ:
İlk soruda da yanıtlamaya çalıştığım gibi, sosyal politika aslında hepimizin hem günlük yaşamıyla hem nasıl bir toplumda yaşamak istediğimizle hem de çocuklar başta olmak üzere tüm toplumun geleceğiyle ilgilidir. Sosyal güvenlik, sağlık, emeklilik, işsizlik sigortası, eğitim, çalışma hayatının düzenlenmesi ve sosyal yardım alanlarının hepsi sosyal politikanın kapsamındadır. Bu çerçevede, çoklu krizler döneminde kırılgan grupların durumu daha da riskli oluyor. Covid-19 pandemisi sonrası ekonomik kriz, Suriye, Ukrayna ve Filistin başta olmak üzere Ortadoğu ve Afrika’daki iç savaşların ağır sonuçları, zorunlu göçler, enerji krizi, gezegenin ve tüm insanlığın bugününü, geleceğini etkileyen iklim krizi ve çevre sorunları birbiriyle iç içe geçiyor. Covid-19 pandemisi bize sağlık, eğitim, ekonomi, çevre gibi farklı alanlara dair kırılganlıkları bütün eşitsizlikleriyle gösterdi.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) 2022’de yayımladığı “Belirsiz Zamanlar, Huzursuz Yaşamlar: Dönüşen Dünyada Geleceğimizi Şekillendirmek” adlı insani kalkınma raporuna göre, aynı anda yaşanan belirsizlikler, huzursuz yaşamlar yaratıyor. Rapor, “antroposen” olarak tarif edilen bu dönemi, insan yapımı nesnelerin toplam ağırlığının dünyadaki diğer tüm canlıların ağırlığını aştığı bir çağ olarak tanımlıyor, nükleer savaş, iklim değişikliği, yapay zekâ, genetik mühendislik gibi gelişmelerin doğal afetlerden daha fazla tehdit oluşturabildiğini söylüyor. Ayrıca tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişten daha radikal bir değişim sürecinde olan dünyadaki değişimin nasıl yönetileceği bilinmiyor. Var olan üretim ve tüketim biçimleriyle “sürdürülebilirlik” hedefine ulaşabilmek çok zor. Rapor, teknolojik gelişmelerin toplumsal değişimi tetiklemesini ve bu durumun yarattığı riskleri de ele alıyor. Özellikle Türkiye’de de son dönemde çalışma konularımız arasında yer alan “kutuplaşma”nın, “biz” ve “onlar” gibi iki uzlaşmaz kampa bölen bir siyaset tarzının, vatandaşların hem birbirine hem de siyasal kurumlara olan güvenini azalttığını ve siyaseti işlevsiz hâle getirdiğini belirtiyorlar.

Çocuklar ve daha dezavantajlı, daha kırılgan tüm gruplar için riskler daha da büyük. Anlatmaya çalıştığım gibi, bu riskler karşısında sosyal politikanın önemi daha da artıyor. Var olan risklere karşı kapsayıcı bir sosyal politika gerekiyor. Ayrıca iklim değişikliğinin de etkisiyle artan afetlere karşı önlemler de bu perspektifle ele alınmalı.  Afetlerin “doğal” olduğu varsayımı da tartışılıyor. Örneğin, deprem gibi doğal olarak oluşan ama insanların katkısıyla çok daha ağır sonuçlarına şahit olduğumuz durumlar var. Bu durum aslında sosyal politika alanının hayati önemini, göç ve ekolojik vatandaşlık çerçevesiyle sınırları aşan yönünü de ele almamız için hepimizi düşünmeye davet ediyor.  

Dezavantajlı toplumsal grupların yaşam kalitesini yükseltecek, eşit, adil ve hak temelli bir toplumsal yaşamı mümkün kılacak sosyal politikaların kapsamı nasıl olmalı?

PINAR UYAN SEMERCİ:
Belirtmeye çalıştığım gibi, en alt sosyo-ekonomik koşullarda yaşayan kişilerin var olan haklara erişimi aynı olmayabiliyor. Bu bağlamda yoksulluğun nasıl tanımlandığı, nasıl ölçüldüğü de müdahale biçimlerini etkiliyor. “Mutlak yoksulluk”, “göreli yoksulluk”, “gelir yoksulluğu”, “insani yoksulluk”, “kronik yoksulluk”, “şehir yoksulluğu”, son dönemde oldukça önem kazanan “çalışan yoksullar” gibi birçok kavram karşımıza çıkıyor. Yoklukla, mahrumiyetle direkt ilişkili bir kavram olan yoksulluk, normal uzunlukta sağlıklı bir yaşam için gereken temel ihtiyaçların -temiz su, besin, hastalık durumunda bakım ilaç ve tedavi imkânı- yoksunluğu, genelde üzerinde anlaşılabilen yoksulluk kriterleri. Temel ihtiyaçların bu sayılanlarla sınırlı tutulmaması gerektiği artık kabul edilen bir gerçek. Gelir yoksulluğunun insani gelişmişliği göstermedeki kısıtlılığı göz önüne alınarak, insani gelişme raporları çerçevesinde 1997 yılında geliştirilen “insani yoksulluk” kavramı sadece gelir değil, aynı zamanda “yapabilirlik” çerçevesinde tanımlanmaya başladı. İnsanların sağlık hizmetlerine, temiz su kaynaklarına, eğitim hizmetlerine ulaşabilirliği, uzun bir yaşam sürme hakkı ve sürdürülebilir kalkınma kriterlerine dayalı olarak yeni fırsatları ve seçenekleri kullanabilmeleri için gerekli altyapının varlığı ya da yokluğuyla belirlendiği bir anlayış geliştirildi. Bir başka önemli nokta da, genelde haneler üzerinden tanımlanan yoksulluğa kişiler üzerinden bakmanın, hanenin içinde yaşanan eşitsizlikleri, çocukların ve kadınların durumunu da göz önünde bulundurmanın önemini vurgulamasıdır.

Özetle, yasalarda eşit hakların tanınmış olması, eşit yapabilirlikler anlamına gelmiyor. Örneğin, eğitim dediğimizde, kaliteli kapsayıcı eğitime erişim imkânı, gerçek bir yapabilirlik olarak toplumda her çocuk için aynı değil. Bu çerçevede, yasaların ve var olan politikaların kapsayıcılığının yanı sıra yapabilirliklere, var olan haklardan herkesin eşit bir biçimde yararlanabilmesi için gerekenlere odaklanmak gerekiyor. Örneğin, engellilik alanında erişimi mümkün kılmak için nasıl adımların atılması gerektiği, müdahale alanlarından edinilen deneyimler faydalı olabilir.

Bu arada bir başka ufuk açıcı kavram, kesişimsellik. Özetle, birden fazla kırılganlığın üst üste binmesinin yarattığı sorunları düşünmenin yine haklara erişimdeki eşitsizlikleri aşmaya katkısı olabiliyor. Yaş, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, din ya da dile dayalı ayrımcılık, çoğunluğun ihtiyaçlarını görerek, azınlıkta olan farklı ihtiyaçların duyulmasına ve haklara erişimde yaşanan sorunların görülmesine engel oluyor. Sosyal dışlanma kavramı, Avrupa sosyal politikasının en temel kavramlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Tanımlama açısından bir muğlaklık olsa da, şemsiye bir kavram olan sosyal dışlanma, çok boyutlu bir biçimde yoksulluğun yalnızca gelir yoksulluğu olmadığını, toplumsal hayata katılamamayı, toplumun dışında kalmayı anlatması açısından önemli bir kazanımdır ve ayrımcılıkla çok yakından ilişkilidir. Sosyal dışlanmayı tek boyutlu tanımlamak oldukça zor. Sosyal dışlanma, yoksulluk, yaşlılar, gençler ve çocuklar gibi yaş grupları ya da kadınlar gibi toplumsal cinsiyet üzerinden genel kategorilerde gözlemlenebileceği gibi, etnik kimlik, cinsel yönelim ya da sakat olmak gibi toplumda çoğunluğun ya da “normal” olarak tanımlananların dışında kalan kişi ve grupların bu genel kategorilerle kesişim kümelerinde en şiddetli biçimiyle yaşanıyor.

Nancy Fraser’a referansla, adaletli bir toplum için yeniden bölüşüm, farklılıkların tanınması ve temsiliyetinin hayati olduğunu söylemek gerekiyor. Bu, sosyal politika açısından neyin önceleneceğini belirlemek açısından çok önemli. Yine Fraser’in söylediği üzere ihtiyaçların belirlenmesi, yorumlanması çok temel bir konu. Bu bağlamda sosyal politika alanında neyin önceleneceği, öncelenen konuda nasıl bir politika izleneceği bu perspektifle ele alınmalı.    

2024 yerel seçimlerine sayılı günler kaldı. Gerek seçim kampanyası sürecinde gerek 2024-2029 hizmet döneminde yerel siyaset, belediyeler ve yerel yöneticiler sosyal politikalar alanında hangi konulara odaklanmalı?

PINAR UYAN SEMERCİ:
Polly Tonybee’nin bir sözü aslında çarpıcıdır, bir kriz olmadığı sürece sosyal politikanın ne haber değeri ne de tarihsel bir önemi olduğunu söyler. Gerçekten de günlük yaşamımızı derinden etkileyen sosyal politika alanları çoğu zaman diğer siyasi gündemlerle kıyaslandığında çok sınırlı olarak ele alınır. Ancak şu an içinde olduğumuz çoklu krizler ortamında sosyal politika alanını seçimlerde ele almak, aktarmaya çalıştığım gibi sahada gördüğümüz birçok acil ihtiyacı sürdürülebilir biçimde çözebilmek için politikalar geliştirmek bir zorunluluk. Özetle, yerel siyasette, çocukları, temel haklara erişimde yaşanan sorunları, barınma ve eğitim alanındaki kaygıları, çocuk ve yaşlı bakımı başta olmak üzere bakım alanındaki ihtiyaçları gören, görmenin yanı sıra gündemde yer almasını sağlayan, gündemi değiştirmeyi başaran bir anlayışın gelişmesi çok önemli. Yine benzer bir biçimde iklim değişikliğinin çevresel etkilerini de gündemde tutmak, yaşanan her afetin en kırılgan grupları nasıl daha da zor durumda bıraktığını da görmek, olağandışı dediğimiz durumların olağan hâle geldiği bu çoklu krizlerin artan risklerine karşı bir mukavemet, dayanıklılık oluşabilmesi için bir tür seferberlik planlamak gerekiyor.  
 
Sosyal politikaları yapılandırırken ve uygularken yerel yönetimlerin alacağı inisiyatifler nelerdir?

PINAR UYAN SEMERCİ:
Diğer soruları yanıtlarken aktarmaya çalıştığım gibi, öncelikle sosyal politika alanındaki her kararın oldukça ideolojik bir arka planı olduğunu fark etmek gerekiyor. Nasıl bir toplumda yaşamak istediğimiz, hayalimizdeki toplumun özellikleri, neyi öncelediğimiz, bu önceliklendirmeye yönelik nasıl adımlar attığımız, sahip olduğumuz ideolojik duruşla ilişkili. Bu çerçevede, hakkaniyetli bir toplumda hak temelli bir sosyal politika yürütürken, mutlaka kapsayıcılığı hedefleyen, her yerelin ölçeği ve ihtiyaçları çerçevesinde var olan ve artan risklere, bunların doğurabileceği her türlü zarara karşı toplumun tüm üyelerini içeren bir anlayış gerekiyor. Bunu sağlarken yerel yönetimlerin sınırlılıklarına rağmen sahip olduğu imkânları ve tanımlanmış sorumluluk alanlarını bu kapsayıcılıkla doğru yönlendirmek hayati önem taşıyor.

Kısıtlı kaynakların hangi alanlara yönlendirileceğinin katılımcı bir anlayışla belirlenmesinin yanı sıra bu ihtiyaçların siyasal gündeme yansımasını, daha doğrusu, gündemin yerelde yaşanan sorunlarla ve ihtiyaçlarla şekillenmesini sağlamak da yerel yönetimlerin en önemli görevlerinden biridir. Bu çerçevede, örneğin, çalıştığım alanlardan biri olan çocuğun iyi olma hâli alanında yerel yönetimler, gerçekten çocuk dostu, çocuk katılımını ve çocuğun üstün yararını önceleyen bir ilçe, il yaratmak için tüm paydaşlarla bir araya gelmek için inisiyatif alabilir. Çocuk işçiliğiyle mücadeleyi ya da ne işte ne eğitimde olan gençler öncelikli olmak üzere tüm gençlerin iyi olma hâlini gözeten kapsayıcı bir siyaset hem yereldeki politikaları hem de ülke genelindeki tartışmaları şekillendirmek için önemli bir adım olabilir. Keza, kadınların katılımını sağlayacak, ihtiyaçlarını görünür kılacak “kapsayıcı bir belediyecilik” hem bu dönemin hedefi olması hem de kadınların eşit temsili açısından sonraki dönemlere önemli bir katkıdır.  

Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci Kimdir?

Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisans ve doktora eğitimini Boğaziçi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Programı’nda tamamladı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Aynı üniversitede Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi müdürlüğü yapmaktadır. 2017 yılından bu yana Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi dekanlığı görevini yürütmektedir. Akademik çalışma alanları; siyaset felsefesi, karşılaştırmalı siyaset, sosyal politika ve sosyal bilimlerde metodolojidir. Adalet, haklar, vatandaşlık, insani gelişim, yapabilirlik yaklaşımı, yoksulluk, göç, kolektif kimlik oluşumları, ötekileştirme, kutuplaşma, çocuk işçiliği ve çocuğun iyi olma hâli konularında birçok araştırma projesi yürüttü, makale ve kitap yazdı.


Önerilen Haberler