YÜKLENİYOR
Tarım Ekonomisi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı, Ziraat Yüksek Mühendisi İpek Süer Topuzoğlu CHP Belediye Gazetesi’nin sorularını cevapladı.
Türkiye’de gerek yerel gerek ulusal tarım politikaları mevcut sorunların çözümü için yeterli mi? Sürdürülebilir ve ekolojik tarımsal üretimi sağlamak için neler yapılması gerekiyor?
İPEK SÜER TOPUZOĞLU: Bu soruya doğru cevabı bulmak için önce ulusal tarım politikamız ne durumda kısaca değerlendirmek gerekir. Bu amaçla Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2024-2028 stratejik planına bakmak en doğrusu olacaktır. Belgede amaç ve hedefler şu ana başlıklardan oluşuyor:
• Yeterli, erişilebilir ve sürdürülebilir tarımsal ürün arzını sağlamak,
• Üretimden tüketime kadar gıda ve yem güvenilirliğini sağlamak,
• Kırsal alanlarda yaşam kalitesini, refah seviyesini ve ekonomik çeşitliliği geliştirmek,
• Planlı, dirençli ve gelişime açık bir tarım sektörü oluşturmak,
• Toprak ve su kaynaklarıyla biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilir yönetimini sağlamak,
• İklim değişikliğine uyum kapasitesini ve dirençliliği artırmak,
• Kurumsal kapasiteyi geliştirmek.
“Bu zamana kadar tarım sektörünün kırılganlıkları neden ortadan kaldırılmadı?” sorusunu bir kenara bırakarak, bir politikanın başarılı olması için amaç ve araç uyumunu gözetmek gerektiğini hatırlayalım, bu hedeflere nasıl ulaşılacak yine aynı belgeden bir örnek üzerinden değerlendirelim. Dört ana başlık için belirlenmiş alt başlıklar şöyle:
• Üretim planlaması yapmak, sözleşmeli üretimi yaygınlaştırmak,
• Sürdürülebilir bir tarım sektörü için tarımsal risklerin etkilerini azaltmak,
• Alt sektörlere yönelik politika önerileri geliştirmek,
• Tarımsal üretime yönelik Ar-Ge faaliyetleri geliştirmek ve sonuçlarının uygulanmasını sağlamak,
• Tarımsal girdilerde dışa bağımlılığı azaltmak,
• Tarımda yenilikçi uygulamaları yaygınlaştırmak.
Bu politikaları devlet nasıl uygulayacak? Tabii ki yayımlanan yönetmelikler üzerinden gördük. 15/09/2023 tarih ve 32310 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Sözleşmeli Üretimin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”in taşıdığı riskler, içerdiği eksik ve çelişkili düzenlemeler nedeniyle TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Merkezi, Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Yine 14/09/2023 tarih ve 32309 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Tarımsal Üretimin Planlanması Hakkında Yönetmelik”ten anladık ki, planlama gerçek istatistiki veriler üzerinden katılımcı bir yaklaşımla değil, merkezî ve baskıcı bir yöntemle, gerçekçilikten uzak olarak yapılacak. Derneğimiz tarafından çıkarılan Tarım Ekonomisi Dergisi’nin son sayısında bu konuda bir makale de yayımlandı. (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3721858)
Bir başka çarpıcı örnek, 2006 yılında yayınlanan Tarım Kanunu’nun 21. maddesi. Madde 21, tarımsal desteklemelerin finansmanını düzenliyor: “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz.” 2024 yılındayız, aradan geçen 18 yılda belirlenen destekleme bütçesi hiçbir zaman GSMH’nin %1’ine erişemedi.
Ne yazık ki, yakın geçmişimiz tarım politikaları konusunda benzer kötü hikâyelerle dolu. Şu anda da hepimizin sektörün sorunu olduğuna inandığımız “politikasızlık” aslında bilinçli bir tercih. Gerçekten köklü değişiklikler istiyorsak, öncelikle mevcut durumu anlamalıyız, bunun için acilen tarım sayımı yapmalıyız, tüm envanterimizi açık ve net görmeliyiz. Ekonomik bir sektör olan tarımı ülke ekonomisinden ayrı tutamayız. Ekonomi politikalarını belirlerken tarıma dair düzenlemeleri düşünmeli, çok disiplinli ve uygulanabilir programların peşine düşmeliyiz. Önceliğimiz piyasa ya da gıda şirketleri değil, doğal varlıklarımız, üretici ve aynı zamanda tüketici olmalı. Doğa dostu, küçük aile işletmelerini yaşatma kaygısı duyan, sağlıklı, temiz, adil bir gıda ve tarım modeli kurgulamalıyız.
Tarımda üretimi etkileyen temel faktörler nelerdir? Tarımsal üretimi her açıdan yeniden güçlendirecek tarım politikalarının kapsamı ve niteliği nasıl olmalı?
İPEK SÜER TOPUZOĞLU: Tarımsal üretimde dört önemli üretim faktöründen bahsederiz:
1. Doğa (toprak, iklim, biyolojik çeşitlilik, vb.)
2. İş (emek)
3. Sermaye (kapital)
4. Müteşebbis (üretici)
Bu dört unsurun sürdürülebilirliğini gözeten politikalara ihtiyacımız var. Bilimsel, katılımcı, kapsayıcı, gerçekçi, uygulanabilir hedef ve araçlar yaratmak dışında bir şey yapmayacağız. Bu daha önce başarıldı. Bir öncelik ve kararlılık meselesinden bahsediyorum. Hangi tarafta duracağız? Kimden yana olacağız?
Mevcut tarım sistemi, tüm doğal kaynakları “kaliteli ve yüksek verimli” ürünler uğruna geri dönülmez şekilde tüketiyor. Yüksek verimli tohumlar, işletmeleri ilk adımdan şirketlere bağımlı hâle getirirken, kullanılan bitki besleme (gübre) ve zirai mücadele (tarım zehirleri demek belki doğru olacaktır) ürünleri toprak ve su kaynaklarını kirletiyor, ürünlerde oluşan kalıntılar hem üreticilerin hem tüketicilerin sağlığını hem de üretimin devam ettiği habitat içindeki diğer tüm canlıları tehdit ediyor.
Üretimi devam ettirmek için gerekli olan girdi temini, üretim masraflarını artırıyor, yapısal sorunlar nedeniyle birikim yapamayan üreticileri borçlanmaya zorunlu bırakıyor. Bu noktada devreye finans kuruluşları giriyor, bir noktadan sonra üretici borç batağından kurtulamıyor, mülksüzleşiyor ve sektör dışına itilerek, kırsal alanda barınamaz hâle gelerek, kentlere vasıfsız işgücü olarak sığınmak zorunda kalıyor. Yani başlangıçta yaptığımız tek bir hata çözümü daha da karmaşık olan başka olumsuz etkiler zinciri yaratıyor. İşin bir başka boyutu da büyük resme bakınca tohumdan gübreye, ekipmandan ilaca, zincir marketten gıda markalarına kadar farklı isimlerde gördüğümüz şirketlerin yukarıda belirli odaklarda toplandığı gerçeği.
Üreticinin kendi inisiyatifinde olan tek konu, emeği. Onu da pervasızca heba etmek zorunda kalıyor. Kadın ve çocuk işçiler kayıtdışı ve güvencesiz olarak uzun süredir tarımda istihdam ediliyor, son yıllarda göçmenlerin de bu mağdur kalabalığa eklendiği görülüyor. Üretim yöntemini üreticiden, doğadan yana değiştirerek hem üreticileri hem işletmeleri hem de tarım sektörünü daha güçlü kılmak mümkün.
İthalata dayalı tarım politikası yerine üretim ve üretici/çiftçi odaklı uygulamaların tercih edilmesi tarım sektörünü hangi açılardan geliştirir ve farklılaştırır?
İPEK SÜER TOPUZOĞLU: Aslına bakarsanız, ithalata dayalı tarım politikası tek başına bir uygulama olarak değerlendirilmemeli. Ülkemizde uygulanan bütüncül ekonomik politikaların tarım sektörüne etki eden bir sonucu dersek daha doğru teşhis koymuş oluruz. Türkiye’deki politik söylemleri takip edecek olursak, tarımdaki ana eksenin ihracata dayalı politikalar olduğu vurgulanır. Bu strateji, birçok önemli üründe kendine yeterlilik sorunu yaratarak ithalatı artırmaktadır.
Küresel sermayenin egemenliğinde, 1980 ve sonrasında, uluslararası dev firmalar (çok uluslu şirketler) belirleyici konuma geldi. Tarımsal bilgi özelleşti, ticarileşti ve diğer pek çok girdiyle metalaştı. Kamusal yapılar ve ortak alanlar tasviye edilmeye başladı. Endüstriyel finansal tarımın yükselişiyle küçük çiftçiliğin tasviyesi hızlandı. Gıda üretimi ve pazarlaması az sayıda şirketin elinde yayıldı. Üretilen ürünler serbest piyasa ekonomisinde var olmaya çalışırken, girdi piyasaları oligopol hâle geldi.
2001 yılı sonrası uygulanmaya başlayan neoliberal politikalar, ülkemiz tarımına da yapısal değişiklikler getirdi. Özellikle 2003-2012 yılları arasında Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP), sonrasında peş peşe çıkartılan 13 kanunla birlikte destekleme politikalarının yerine küçük üreticiyi hedef alan, araziye dayalı “Doğrudan Gelir Desteği Sistemi”ne geçildi. Hububat, tütün ve şekerpancarı fiyatları dünyadaki fiyatlarıyla uyumlu hâle getirilmeye çalışıldı, destekleme alımları kaldırıldı. Hükümet adına bazı tarımsal ürünlerde destekleme alımı yapan tarım satış kooperatif ve birliklerinin özerk yapıya kavuşturulması için kanunlar çıkarıldı. Hükümet, çiftçilere kredi desteklerini zamanla kaldırdı. Özel bankalar tarım finansmanı sahnesine girdi. Gübre ve diğer girdi destekleri, 2000 ve 2001’de nominal olarak sabit tutuldu, daha sonra tümüyle kaldırıldı. 6 Ekim 2004’teki AB Komisyon Raporu sonrasında IMF ve Dünya Bankası uygulamaları gündemimize girdi. Kalkınma planlarının yerini “Strateji ve Hayvancılık Strateji Belgeleri” aldı. AB ve OTP uyum çalışmaları hız kazandı.
Böylesi bir tabloda üretici/çiftçi odaklı uygulamaları tercih etmek, kısaca özetlemeye çalıştığım şirket gıda rejimini terk etmek anlamına geliyor ki, bu da sektörü girdi temini, üretim süreçleri, maliyetler, fiyatlar, tedarik zincirleri, pazarlama kanalları, tüketici fiyatları, kaynak kullanımı, sağlıklı gıdaya erişim, doğal koşullardaki değişkenlere karşı kırılganlık gibi pek çok noktada daha güçlü kılacaktır.
Türkiye’deki çoklu krizlerin doğrudan etkilediği sektörlerin başında tarım geliyor. Ekonomik krizden iklim krizine, sağlıklı ve güvenilir gıdaya erişim zorluğundan tarımsal üretimde kullanılan kimyasallara kadar birçok önemli sorun var. Yeni üretim ve örgütlenme modelleriyle tarım sektörünü orta/uzun vadede bu krizlerden kurtarmak mümkün mü?
İPEK SÜER TOPUZOĞLU: Yeşil devrimin yakıcı sonuçlarını görmeye başladığımızdan beri bu soruyu insanlar kendilerine sormaya başladı. Böylelikle “agroekoloji” kavramı ortaya çıktı. İlk defa duyanlar için açıklayalım. Agroekoloji, güvenilir ve besleyici gıdaların doğa dostu yöntemlerle üretilip herkese ulaşabildiği bir gıda sistemine geçiş için uygulanabilir yollar sunan bir yaklaşım ve toplumsal harekettir.
Günümüzde agroekoloji, gıda egemenliğinin sağlanabilmesi, toplumda sağlıklı gıdaya erişim ve adil üretim için en iyi alternatifler arasında görülmektedir. İnsan eliyle yapılan tarımın biyolojik çeşitliliği yok etmesi gerekmediğini de gösteren bu bilim, gıda tedarik zincirlerinin kısalığı sayesinde karbon ayak izinin küçülmesi ve kaynak kullanımıyla iklim değişikliğinin etkilerinin en aza indirilmesi için oldukça önemlidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği, yaşam hakkı gibi hakların yanında nesiller arası iklim adaletini de etkileyen tarım aktivitesinin nasıl, hangi tohum, toprak ve suyla, ne için ve ne kadar yapıldığı hepimizi ilgilendiriyor.
Günümüzde konvansiyonel tarım yöntemleri o kadar merkezde ki, bunun dışındaki alternatifleri değerlendiremez hâle geldik. Verimlilik üzerinden yapılan algı çalışması durdurulsa, daha taze, mineral açısından daha yüksek, koku ve tat olarak daha tatmin edici, kadim yerel bilgileri önemseyen gıdalara erişimi mümkün kılan tarım yöntemleri anlatılsa, doğayla uyumlu tarım yöntemleriyle iklim değişikliğini yavaşlatmanın, biyolojik çeşitliliği ve doğal varlıkları korumanın mümkün olduğu hatırlanabilse, gelecekte farklı şeyler konuşmaya başlayabiliriz. Bu yöntemin bir başka etkili yönü de maliyetleri düşürücü etkisi. Bugün, girdi bağımlılığı ve girdi maliyetleri en başat sorunlarımız arasında yer alıyor. Dışa bağımlı olmayan, kendi kaynaklarıyla üretimini sürdürebilen, finansal açıdan ve doğal şartlar açısından kırılganlığı azalacak işletmeler hem kaynak kullanımı hem de üretim sürekliliği açısından makul sonuçlar vadediyor.
Agroekolojinin gerçek bir çözüme dönüşebilmesinde üretici ve tüketicinin de sorumluluğu çok fazla. Üreticinin geleneksel yöntemleriyle üretmeye devam etmeyi, bilgisini diğer çiftçilerle paylaşarak büyütmeyi, tüketicinin gerçek, adil, temiz gıdaya erişmeyi talep etmeyi öğrenmesi gerekiyor.
Tarımsal üretimi yerelden desteklemek amacıyla neler yapılabilir? Bu süreçte yerel yönetimler sizce hangi inisiyatifleri üstlenmeli?
İPEK SÜER TOPUZOĞLU: Şu anda pek çok yerel yönetim biriminde tarım konusunda ciddi planlamalar, faaliyetler yapıldığını duyuyoruz, görüyoruz. Üreticilere girdi temin edilmesi, bizzat üretim yapılması, önemli konularda eğitimler verilmesi, yerel çeşitlerin korunması ve geliştirilmesi, üretilen ürünlerin yerel yönetimlerce alınarak tüketiciye ulaştırılması, alternatif pazarlama kanallarının oluşturulması gibi uzunca bir “yapılanlar” listesi mevcut. Bu süreçte sanırım esas problem, devletin (ya da daha doğru ifade edelim, yıllardır devlet politikası uygulanmadığı için hükümetlerin) çözmekle yükümlü olduğu temel sorunların ortadan kaldırılmamasından ötürü oluşan yaralara, yerel yönetimlerin geçici pansuman yapmak zorunda kalması.
Kanımca, yerel yönetimlerin görev ve sorumlulukları kapsamında, bir gecede mahalleye dönüştürülen köylerin fiziki altyapılarının düzenlenmesi, desteklenmesi ve güçlendirilmesi, sosyal ve kültürel olanakların en iyi seviyeye çekilmesi, kırsalın kültürel/sosyolojik yapısının korunması ve kontrollü büyümesi, hatta mümkünse doğal kaynakları da gözeterek “büyümeme” yönünde planlama yapılması, tüm olumsuzluklara rağmen üretmeye ve kırsalda yaşama devam etmeye gönüllü üreticilerin özellikle çiftlik içi ekonomi, yukarıda bahsettiğimiz agroekoloji çatısı altında alternatif gıda ve tarım sistemleri hakkında bilinçlendirilmesi/özendirilmesi, kent merkezlerinde tüketici konumundaki insanların da yine mevcut gıda rejimi hakkında bilgilendirilmesi ve alternatif oluşturma konusunda desteklenmesi, kırsalda üretime devam eden üreticilerle bağ kurulması, bu bağın sağlamlaştırılması en önemli çalışmalar olacaktır. Gıda toplulukları, tüketim kooperatifleri gibi başarılı alternatiflerin oluşturulması, desteklenmesi, bu modellerin yerel yönetimler arasında paylaşılması, yeknesaklaşması ve geliştirilmesi gereklidir.
İPEK SÜER TOPUZOĞLU KİMDİR?
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nü bitirdi. Aynı bölümde yüksek lisansını tamamladı. 2004-2009 yılları arasında Denizbank Tarım Kredileri Ar-Ge Departmanı’nda, 2009-2019 yılları arasında Anadolubank Tarım Kredileri Tahsis Departmanı’nda görev yaptı. Tarımsal ürünlerin maliyet ve karlılık analizlerinin yapılması, kredi limitlerinin belirlenmesi ve takip edilmesi, sektör ve ürün raporlarının hazırlanması, tarımsal kredi talebinde bulunan müşterilerin teknik değerlendirmelerinin ve kredi incelemelerinin yapılması, tarımsal kredi teminatı olan gayrimenkullere ait ekspertiz raporlarının takibi ve değerlendirmesi, bölümün diğer birimlerle ortak projelerinin yürütülmesi ve kurum için eğitmenlik gibi görevler üstlendi. Ziraat Mühendisleri Odası, Tarım Ekonomisi Derneği ve Karşıyaka Akademi Zihinsel Engelliler Derneği (KAZED) üyesidir. Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin 29. ve 30. dönem yönetim kurulunda görev yaptı. 2023 yılının Aralık ayından bu yana Tarım Ekonomisi Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyor. Tarımsal finansman alanında araştırma, eğitim ve danışmanlık çalışmalarına devam ediyor.