YÜKLENİYOR
Tarım Ekonomisti Prof. Dr. Tayfun Özkaya CHP Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.
Türkiye tarımı hem ekonomik hem de ekolojik kriz yaşıyor. İthalata bağımlı tarımdan kurtulmak, ekonomik/ekolojik krizi aşmış yenilikçi ve sürdürülebilir tarım uygulamalarını ülke çapında yaygınlaştırmak için nasıl bir sistem oluşturulmalı?
TAYFUN ÖZKAYA: Neoliberal tarım politikaları, çiftçinin eline geçen fiyatların devlet desteğiyle artırılmasının güya serbest piyasaya aykırı olduğunu ileri sürmektedir. Tütün, fındık gibi ürünlerde piyasaya büyük ölçüde veya tamamen yabancı tekeller hâkimdir. Diğer ürünlerde de çiftçi, verilen fiyatları kabul etmek zorunda kalmaktadır. Bu politikaların tüketicilere de yararı olmamaktadır. Ekstrem bir örnek olmasını not ederek, bu yıl limon üreticilerine başta 50 krş/kg gibi bir fiyat verilirken, bugün marketlerde limonun 80 TL/kg’a satıldığını belirtelim. Girdiler yönünden de çiftçiler boyunduruğa alınmıştır.
2006 yılında çıkarılan “Tarım Kanunu” neoliberal bir anlayışla hazırlanmıştır. Kanun, uyulacak tarım politikası ilkelerinde “piyasa mekanizmalarını bozmayacak destekleme araçlarının kullanımını” ve “özel sektörün rolünün artırılmasını” esas aldığını belirtmektedir. Tarımsal desteklemenin ilkelerinde ise, “üreticilerin piyasa koşullarında faaliyetlerini yürütmesi” temel alınmıştır. Bu kanunu yapanlar aslında rekabetçi ve düzgün işleyen, çiftçilerin ve şirketlerin hegemonya kurmadığı hayali bir dünyanın varlığını peşinen kabul etmişlerdir. Bu nedenle desteklemeler, çiftçinin alım fiyatı ve girdiler için ödediği fiyat üzerinde bir etki yaratmayacak şekilde uygulanmaktadır. Destekleme alımları, taban fiyat gibi uygulamalar yerine ürünün kilosu veya litresi başına ödenen, mazot ve gübre için belirlenen şekilde yapılmaktadır. Bunların “serbest piyasayı” bozmadığı varsayılmaktadır. Şüphesiz, pratikte “serbest piyasa” denilen bir gerçek yoktur. Güçlü şirketler hem çiftçilere hem de tüketicilere fiyatları dayatabilmektedir. Girdi fiyatları ve çiftçi eline geçen fiyatlar büyük ölçüde şirketlerce belirlenmektedir.
Tarım Kanunu’nda tarımın desteklenmesi için özel bir madde bulunmaktadır. Madde 21’de şöyle yazmaktadır: “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın (GSMH) yüzde birinden az olamaz.” Ancak destekler, kanun çıktığından bu yana bu düzeye hiç ulaşmadı. Uzun yıllardır, yarısından çok daha düşük bir düzeyde destek yapılıyor. Örneğin, 2022 yılında bu oran GSMH’nin %0,33’ü oldu. Aslında açıkladığımız gibi, bu desteğin bir yararı pek yoktur. Çünkü çiftçi, eline geçen fiyatlara müdahale edememektedir.
Tarım ürünlerinde çiftçi eline geçen fiyatlar son derece yetersizdir. Buna karşılık tüketicinin aynı ürünlere ödediği fiyat hayli yüksektir. Tarım Kanunu’nun öngörüsüne karşın yıllardır çiftçiye verilen desteğin gayrisafi millî hasılanın %1’inden az olduğunu biliyoruz. Ancak bunun artırılacağını vaat etmenin çiftçilere pek anlamlı gelmediğini düşünüyorum. Artırılması gerekiyor tabii. Tarım Kanunu son derece neoliberal bir anlayışla çıkarılmıştı. Bu kanun, “serbest piyasayı” koruma masalıyla tarımsal desteklerin çiftçi eline geçen fiyatları etkilemesinin önünü keserek, verilecek desteklerin genellikle kg., hayvan başına gibi küçük bir ödeme olarak yapılmasını öngörmüştü. Bu destekleri almak için de çiftçilerin bürokrasiyle uğraşması, bazı ödemeler ve harcamalar yapması gerekiyor, verilen destekler de pek işe yaramıyor. Bu nedenle birçok çiftçi bunları almıyor bile. Çiftçinin eline geçen fiyatları etkilemeyen bu destekler aslında dolaylı olarak şirketlerin kasasına akıyor. Böylelikle şirketler, çiftçilere daha düşük fiyat verebiliyor. Bu nedenle “desteği artıracağız” söyleminin çiftçi için pek etkili olacağını sanmıyorum. Çiftçi eline geçen fiyatların maliyetin üstünde yeterli bir gelir getirecek şekilde olması için gereken her şeyin yapılacağının ifade edilmesi gerekir. Örneğin, Süt ve Et Kurumu, Toprak Mahsulleri gibi kamu kurumlarının gereken her yerde alımlarıyla çiftçi eline geçecek fiyatları yükseltmesi gerekiyor. Diğer ürünler için kooperatiflerin, fiyatları istenilen düzeye getirecek şekilde alım yapması için işletme kredisi, yatırım desteği gibi yollarla desteklenmesi gerekmektedir. Çok yaygın bir şekilde üretim kooperatifleri, tüketim kooperatifleri, gıda grupları, ekolojik köylü pazarları sistemiyle bir yandan çiftçiler, diğer yandan tüketiciler desteklenmeli.
Ülkemizde neoliberal tarım politikaları, mevcut tarım politikalarına muhalefet edenleri bile içine alacak şekilde meşruiyet ve hegemonya kazanmıştır. Nasıl kullanılacağına çok değinmeden tarımsal desteklerin artırılması önerisi bunun bir belirtisidir. Tarımsal desteklerin artması şüphesiz gereklidir. Ancak bu desteklerin nasıl verileceği de bunun kadar önemlidir. Çiftçi eline geçen fiyatları etkilemeden yapılacak destekler, şirketlerin çiftçiye dayattıkları fiyatları daha da aşağıya çekmelerinin yolunu açar. Devletin verdiği destekler dolaylı olarak şirketlerin kasasına girer.
Hâkim tarım sistemi, endüstriyel tarımdır. Endüstriyel tarım, tarım kimyasalları denilen sentetik gübreler, tarım ilaçları (zehir demek daha doğru), şirket tohumları, yoğun su ve ağır tarım aletleriyle yapılan tarımdır. Agroekolojik tarım ise, tarım kimyasalları yerine ekolojik ilkeleri kullanarak yapılan tarım sistemidir. Özellikle neoliberal dönemin başladığı 1980’lerden başlayarak kamunun ürettiği ve pazarladığı sentetik gübre, sanayi yemi vb. ile ilgili kuruluşların özelleştirilmesi sonucu bu girdilerin fiyatı, çiftçi eline geçen fiyatların ve tüketici fiyatlarının artış hızından daha yüksek hızda artmıştır. Bu girdilerin ya doğrudan ithal edilmesi ya da bunları üretmek için gereken hammaddelerin (örneğin, yem hammaddesi olarak soya, mısır veya gübreler için doğalgaz gibi) ithal edilmesi ve TL’nin değerinin hızlı düşüşü sonucu bu süreç daha da hızlanmıştır. Maliyetlerin hızla artması nedeniyle tarım yapmak giderek zorlaşmaktadır. Bu nedenle önemli oranda tarım alanı boş bırakılmıştır. Çiftçi, eline geçen ürün fiyatları ve hızla artan girdi fiyatlarından oluşan makas arasında ezilmektedir. Endüstriyel tarım, toprakları çoraklaştırmaktadır, suları kirletmektedir, çiftçi ve tüketicinin toksik maddelerle zehirlenmesine yol açmaktadır.
Agroekolojik tarım; organik tarım, permakültür, onarıcı tarım, doğal tarım gibi değişik tarım anlayışlarının şemsiye kavramı olarak düşünülebilir. Ancak özellikle organik tarımla ilgili bazı eleştirileri bulunmaktadır. “Agro”, tarım veya tarla, “eko” çevre veya ev, “loji” de bilim anlamına gelmektedir. Agroekoloji hem bir bilim hem bir uygulama hem de bir harekettir. Agroekoloji, eşitlikten ve biyoçeşitlilikten yanadır, sömürüye karşıdır. Organik tarım ise, devletlerin yasalar çıkararak evcilleştirdikleri, sosyal amaçlardan epeyce soyutladıkları bir özellik kazanmıştır. Yüksek ürün fiyatlarıyla yüksek veya orta gelir gruplarının ayrıcalığı hâline gelmiştir.
Bir ürünün organik olarak satılabilmesi için üçüncü parti sertifikasyon denilen denetleme şirketlerinin onayı zorunludur, bu da çiftçi ve şirket arasında yarattığı çıkar sorunu nedeniyle güvensizliği artırmaktadır, sertifikasyon bedelleri, küçük çiftçinin ödemekte zorlandığı düzeye çıkmaktadır. Organik tarımda kullanılan biyopestisit ve biyogübrelerin de çoğunu aynı büyük tarım şirketleri üretmektedir. Bu ürünler de sentetik tarım ilaçlarından genellikle daha pahalıdır. Organik tarım, sentetik tarımsal girdilerin yerine biyoürünleri ikame etmektedir. Girdi ikamesi bir geçiş için uygun görülebilir, ancak bu aşamadan kurtularak ekolojik dengelere ulaşan bir tarım sistemi amaçlanarak çiftçinin bağımsızlaşması sağlanmalıdır. Organik tarımı şeytanlaştırmak da doğru değildir. Organik tarımın getirdiği kısıtlılıklardan kurtulmak mümkündür.
Agroekolojik tarımın yaygınlaşmasında bazı aşamalardan söz edilebilir. İlk aşamada, endüstriyel girdilerin yoğunluğu ve onlara bağımlılık azaltılabilir. Örneğin, elmaların 20 kez ilaçlanması, tarım alanlarında nemin, yağışların, sıcaklığın, zararlı unsurların ve hastalıkların izlenmesiyle üçe, dörde indirilebilir. İkinci aşama, biyogübreler ve biyopestisitler ile zararlı girdilerden kurtulmaktır. Ev yapımı ilaçlar da devreye sokulabilir. Üçüncü aşama ise, agroekolojiyi bütün özellikleriyle uygulayarak tam bir biyolojik dengeye ulaşmaktır. Toprak işleme terk edilerek toprağın su tutma kapasitesinin artırılması, mazot masraflarının düşürülmesiyle toprakta da bir dengeye ulaşarak sağlıklı bir tarım olanağı yaratılabilir. Dördüncü aşamada, ekonominin, politikaların, toplum sisteminin agroekolojiyle uyumlu olmasını sağlamaktır. Şu anda Türkiye’de tüm politikalar ve uygulamalar endüstriyel tarımı, şirketleri destekleyecek tarzdadır. Bu aşamaları geçişli olarak düşünmek gerekir. Örneğin, bazı üreticiler üçüncü aşamada iken, bazıları birinci aşamada olabilir. Merkezî yönetim, endüstriyel tarıma yönelik bir politika izlerken, yerel yönetimler agroekolojiyi destekleyecek dördüncü aşamaya yönelik bir politika izleyebilir. Agroekoloji çiftçiler arasında yaygınlaşırken süreci hızlandırmak amacıyla dünyada başarılı sonuçlar alınmış “çiftçiden çiftçiye” (campesino a campesino) yöntemi izlenmelidir. Bu, çiftçileri, agroekolojik başarıları olan başka çiftçilerin etkileyebileceği anlamına gelmektedir.
Yerel/ulusal tarım politikalarının yapısal değişimi tarım sektörünü nasıl etkiledi? Tarımsal üretimin ve gıda sistemlerinin başlıca sorunları nelerdir?
TAYFUN ÖZKAYA: Ülkemizde uygulanan tarım politikaları neoliberalizmi izlemektedir. Tarımla ilgili kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi, tarımsal kooperatiflerin zayıflatılması, desteklemekten vazgeçilmesi, çiftçilerin eline geçen ürün fiyatlarının ve tarımsal girdilerin fiyatlarının oluşmasında devlet desteklemelerinin kaldırılması, sadece fiyatları etkilemeyen, fark giderici olduğu iddia edilen ödemelerin yapılması, tarım ürünlerinde gümrüklerin düşürülmesi, ithalata ağırlık verilmesi, meraların, tarım alanlarının maden, enerji vb. alanlara tahsisi yıllardan beri adım adım Türkiye tarımına büyük zarar vermektedir. Tarım ürünlerinin maliyeti artmış, çiftçi eline geçen fiyatlar göreli olarak düşmüş, buna karşılık tüketiciler de tarım ürünlerine yüksek fiyatlar ödemiştir.
Tarımda biyoçeşitliliğin azalması, endüstriyel tarım ve hayvancılığın hâkimiyeti, tarımsal üretimde kimyasalların yoğun kullanımı insan sağlığını ve ekolojik yapıyı nasıl etkiliyor? Yerel tohumlar, tarımsal biyoçeşitlilik, agroekelojk tarım neden gerekli ve önemli?
TAYFUN ÖZKAYA: Ürünler toksik maddelerle kirlenmiştir. Endüstriyel tarım doğayı kirletmiş, halk sağlığını tehdit etmiştir. Yeraltı suları, nehirler, denizler, sentetik gübre ve tarım ilaçları kalıntılarıyla kirlenmektedir. Bu alanlarda biyolojik yaşam durmaktadır, kirlenen içme suları nedeniyle halk sağlığı tehdit edilmektedir. Tarım kimyasalları, topraklardaki biyolojik yaşamı sona erdirmektedir, bu durum tarımı zorlaştırırken sentetik gübrelerin kullanımını artırmaktadır. Tarım ilacı denilen zehirleri kullanan çiftçiler en büyük zararı görmektedir. Tarımsal girdilerdeki tehlike, yönetimler ve halk tarafından da küçümsenmektedir. “Yıkarız, gider” anlayışı oldukça yaygındır. Buna karşılık birçok köyde hastalıklar nedeniyle özellikle erkekler erken yaşta ölmektedir. Halkın ilgisizliği ve bilinçsizliği, merkezî yönetimin ve yerel yönetimin de bu soruna ilgisiz kalmasına yol açmaktadır. Konuyla ilgilenmenin oy kaybına yol açacağı endişesi yaygındır.
Tarım kimyasallarının kullanımı, hayvancılığın sanayi yemine dayalı olarak yapılması, tarımın iklim değişimine olumsuz katkısını artırmaktadır. Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü’nün (FAO) tarımın sera gazına katkısını %25 olarak belirlemesine karşın daha geniş açıdan yapılan değerlendirmeler bu oranın %50 dolayında olduğuna işaret etmektedir.
2006 yılında çıkarılan Tohumculuk Kanunu, yerel tohumların çiftçi tarafından satışını yasadışı ilan etmiştir. Bu karar tam olarak uygulanmamakla birlikte ülkede tarımsal biyoçeşitliliğin azalmasında etkili olmaktadır.
Tarımsal üretim ve hayvancılık açısından kırsal kalkınmayı sağlayacak tarım politikaları ve yerel katılımcı çalışmalar planlanırken hangi kriterler göz önünde bulundurulmalı?
TAYFUN ÖZKAYA: Tarım dediğimizde bitkisel üretim ve hayvancılığı birlikte düşünüyoruz. Tarım ve hayvancılık ayrı kavramlar değildir. Muhalif politikacılarımızın oldukça önemli bir kısmı, tarım politikası konu olduğunda neoliberal paradigma, tarım sistemleri dendiğinde de endüstriyel tarım dışında düşünememektedir. Söylemlerinde tarımsal planlama ve tarımsal desteklerin artırılmasını dile getirmektedirler. Şüphesiz, tarımda planlama çok önemlidir. Patates ve soğan üretimindeki aşırı üretim, bunun sonucunda oluşan dengesizlik bu soruna işaret etmektedir. Diğer yandan, tarımsal desteklerin Tarım Kanunu’nun önerdiği GSMH’nin %1’ine hiçbir zaman ulaşamadığı, çok yetersiz olduğu da açıktır. Bu iki konu çok önemlidir, fakat bu sorunların çözülmesi yeterli olmayacaktır. Tarım Kanunu’nun neoliberal bir anlayışla kaleme alındığı özellikle dikkate alınmalıdır. Çiftçi eline geçen fiyatların devlet veya yerel yönetimlerce doğrudan belirlenmeye çalışılması gereklidir. Fark giderici ödemeler şirketlerin işine gelmektedir, çiftçilere ödedikleri fiyatları sınırlamanın ve devlet ödemelerinin de dolaylı olarak kasalarına akmasının yolunu açtıklarının farkındadırlar. Tütün üretimi, pazarlaması alanının tamamen bir yabancı tekel tarafından yönetildiğini biliyoruz. Bu çevrelerin bile devlet tarafından daha yüksek fark giderici ödemelerden yana olduklarına şahit olduk. Mevcut destek politikasının çiftçi ve tüketici yanlısı olmayıp, şirketlerin çıkarlarını koruduğu açıktır. Bu politikadan vazgeçilmelidir. Devlet, doğrudan kendi kurumlarıyla, kooperatifleri finans veya diğer yollarla destekleyerek çiftçi eline geçen fiyatların oluşmasında etkili olmalıdır. Neoliberal Tarım Kanunu bu konuda bir engel oluşturamaz.
Mevcut tarımsal durumdan memnun olmayan politikacılarımızın diğer bir kısıtlılığı da tarım sistemleri konusudur. Çiftçilerin çoğu endüstriyel tarım sistemini uygulamaktadır. Ancak bu sistem çiftçiler için bir hapishanedir. Endüstriyel girdiler şirketlerin elindedir. Bunların ya kendileri ya da hammaddeleri ithal olduğundan TL’nin aşırı değer kaybı, fiyatlarını hızla yükseltmektedir. Çiftçi eline geçen ürün fiyatları ve ödedikleri endüstriyel girdi fiyatlarından oluşan makas çiftçiyi ezmektedir. Bu iki makas arasındaki çiftçinin tarımsal geliri yıllar geçtikçe azalmakta, bazı yıllar kimi ürünlerde negatif olmaktadır. Bu da çiftçilerin bazı tarım alanlarını ekmemelerine ve önemli sayıda çiftçinin tarımsal alandan çekilmesine yol açmaktadır. Endüstriyel tarım sisteminin alternatifinin endüstriyel tarım girdilerinden vazgeçmeyi ve ürünlerin aracılar yerine kooperatifler, topluluk destekli tarım grupları, ekolojik köylü pazarları yoluyla pazarlanmasını öneren agroekolojik bir tarım sistemi olduğu açıktır. Endüstriyel tarım sisteminden agroekolojik tarım sistemine ve gıda egemenliği dediğimiz toplulukların kendileri için uygun tarım politikalarını ve gıda sistemlerini belirleyebilme hakkına geçiş bir yılda mümkün olmayacaktır. Sorun, politikacılarımızın önemli bir kısmının agroekoloji dendiğinde organik tarımdan söz edildiğini düşünmesi, bu sistemi gerçekçi ve kısa sürede sonuç alacak bir seçenek olarak görmemeleridir. Burada strateji ve taktik arasındaki ayrıma dikkat çekilmelidir. Stratejik açıdan agroekolojiyi ulaşılacak bir seçenek olarak düşünmek gereklidir. Endüstriyel tarımı kolaylaştıracak bir strateji sonuçta başarısızlığa uğrayacaktır. Ancak taktik olarak kısa vadede endüstriyel tarımın bazı seçeneklerini kullanabilirsiniz. En başından itibaren agroekolojiyi güçlendirecek politikalar izlenmelidir. Taktikler stratejiye kısa dönemde aykırı olabilir. Bir örnek verelim, Konya’da 14 yıldır işlemesiz tarım (veya doğrudan ekim) yapan çiftçiler bulunmaktadır. Kullanılan mazot miktarının beşte bir oranına düştüğü, özellikle kurak yıllarda verimin endüstriyel tarıma göre daha iyi olduğu belirtilmektedir[1]. İşlemesiz tarım özellikle Kuzey Amerika ülkelerinde, Güney Amerika’da Arjantin, Brezilya gibi ülkelerde yaygınlaşmaktadır. ABD’de katı şekilde uygulanan işlemesiz tarımın, ekiliş alanının yaklaşık %30’u olduğu belirtilmektedir.[2]
Mazotta vergileri kaldırarak çiftçilerin maliyetini düşürebilirsiniz. Ancak bu politikanın maliyeti de büyük olacaktır, uygulamada zorluklar yaşanacaktır. Fakat bu, politikacılar için çok çekici görülmektedir. Buna rağmen kırsal kesimden bu politika önerisinin çok rağbet gördüğü de söylenemez. Doğrudan ekimi yaymak zaman gerektirir. Ancak agroekolojiyi hedefleyen bir strateji en başından itibaren bu uygulamayı yaymaya çalışmalıdır. Anıza ekim makinelerin üretilmesinin hızlandırılması, makinelerin maliyetinin azaltılmaması, agroekolojide yaygın uygulanan köylüden köylüye yaklaşımıyla yayımının hızlandırılması mümkündür, bu, gerçek bir alternatifin ortada olduğunu herkese gösterecektir. Sorunların olduğu konusunda çoğunluk aynı fikirdedir. Problem, bunları çözecek alternatiflerin olup olmamasıdır. Diğer bir örneği daha ele alalım. Çiftçilerin sulama maliyetlerini azaltmak için elektrik fiyatlarını düşürebilirsiniz. Bu hızlı bir sonuç almak için cazip görülebilir. Kısa vadede uygulanması da düşünülebilir. Ancak bunun da maliyeti yüksek olacaktır. Yeraltı suyunun aşırı kullanılması, obruklar gibi başka sorunlara yol açabilir. Elektrik üretimi için daha çok doğalgaz veya petrol ya da kömür ithali ve kullanılması hem sera gazı emisyonunu hem de ülkenin döviz sıkıntısını artıracaktır. Toprağı örtecek malç uygulamalarının, yağmur hasadı yöntemlerinin yayılması çok daha düşük maliyetle uygulanacak ekolojik bir çözüm olacaktır. Örnekler artırılabilir. Agroekoloji, herkesi ikna edecek gerçek bir seçenektir. Endüstriyel tarım, çıkmaz yoldur.
Tarımsal üretimde verimliliği sağlamak, tarımda örgütlenme modellerini (kooperatifler, gıda toplulukları vb.), üreticileri ve çiftçileri desteklemek, yenilikçi uygulamaları ve teknolojileri hayata geçirmek amacıyla yerel yönetimler neler yapmalı?
TAYFUN ÖZKAYA: Toplam nüfusta çiftçi oranının düşük olduğu büyük metropol kentlerde endüstriyel girdileri belediyelerin desteklemesi mümkün olabilir. Bu oranın yüksek olduğu belediyelerde süreç çok zor olacaktır. Agroekolojiyi güçlendirmek, ürünlerin tüketicilere doğrudan pazarlanmasını sağlayan yaklaşımları benimsemek kaçınılmazdır.
Yerel yönetimler agroekolojik tarımı desteklemek için şunları yapabilir:
• Agroekolojik tarım eğitimi vermek, köy toplantıları ve grup çalışmaları yapmak,
• Köylüden köylüye yöntemiyle yayın çalışmaları (kitap, broşür, video, web sayfası vb.),
• Agroekolojik teknikler, ev yapımı ilaçlar vb. konularda demonstrasyonlar yapmak,
• Ekolojik tarım ilaçlarını ve gübrelerini üreterek dağıtmak,
• Yerel tohum merkezi kurmak, tohum/fide üretmek ve dağıtmak,
• Yerel tohumları korumak, katılımcı ıslah çalışmaları yapmak,
• Kent bahçeleri oluşturmak,
• Bütüncül mera yönetimi yaklaşımıyla mera ıslahı çalışmaları yapmak,
• Tüketicilere yönelik gıda eğitimi düzenlemek,
• Gıda maddelerindeki toksik maddelerin saptanması için Tarım ve Orman Bakanlığı’yla işbirliği yapmak, tüketicileri uyarmak, mücadele için onay süreci başlatmak.
Yerel yönetimler ürünlerin doğrudan tüketiciye pazarlanması yolunda şunları yapabilir:
• Topluluk destekli tarım gruplarıyla gıda gruplarını desteklemek,
• Yeni kuşak tüketim kooperatiflerini desteklemek,
• Ekolojik duyarlılığı olan köylü pazarlarını desteklemek,
• Üretim kooperatiflerinin veya çiftçilerin internetten satış girişimlerini güçlendirmek,
• Üretim kooperatiflerinin doğrudan tüketiciye satış yaptığı birimler oluşturmasına katkıda bulunmak,
• Kent bahçecilerinin satış yerlerini ve pazarlarını geliştirmek,
• Belediyelerin olabildiğince ekolojik ürünleri doğrudan kooperatiflerden satın almasını sağlamak.
Prof. Dr. TAYFUN ÖZKAYA KİMDİR?
1974-2016 yılları arasında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nde çalıştı. 1990 yılında kurucuları arasında yer aldığı Tarım Ekonomisi Derneği’nin değişik dönemlerde başkanlığını yaptı. Geçtiğimiz dönemlerde Tarım Ekonomisi Bölüm Başkanlığı ve çiftçileri yeniliklerle buluşturmak üzerine çalışan Ege Üniversitesi Tarımsal Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin müdürlüğü görevlerini üstlendi, katılımcı kırsal kalkınma projeleri yürüttü. Tarım politikası, tarımsal yayım ve kırsal kalkınma, yerel tohumlar, biyoçeşitlilik, doğa ve insan dostu tarım sistemleri, topluluk destekli tarım grupları üzerinde yoğunlaştı. Ülkemizdeki ilk yerel tohum takas şenliğini düzenledi ve arkadaşlarıyla birlikte İzmir’in ilk gıda grubunu kurdu. 2016 yılında emekli oldu. İlgilendiği konularda makaleler yazmaya, gıda gruplarına ve agroekolojik projelere destek vermeye devam ediyor. Tayfun Özkaya’nın yayınlarının çoğuna www.tayfunozkaya.com üzerinden ulaşılabiliyor.
[1] https://www.facebook.com/profile/695914344/search/?q=do%C4%9Frudan%20ekim.
https://www.facebook.com/100070089676215/videos/1142730316919851.
[1] Randy Edwards, "Ohio State Professor Rattan Lal Aims to Eliminate Hunger While Helping the Environment". Columbus Monthly. https://www.columbusmonthly.com/story/lifestyle/features/2023/11/28/ohio-state-university-professor-rattan-lal-research-to-produce-more-food-and-solve-climate-crisis/71729285007/.