YÜKLENİYOR
İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Aylin Dağsalgüler, CHP Belediye Gazetesi'nin sorularını yanıtladı.
Medya, televizyon ve dijital kanallar Türkiye’de kültür-sanat politikalarını etkiliyor mu? Medyanın ekonomi politiği bu süreçte nasıl bir rol oynuyor?
AYLİN DAĞSALGÜLER: Kesinlikle etkiliyor. Medya dediğimizde kastettiğiniz konvansiyonel olansa burada sahiplik yapısı devreye giriyor. Neyi izleyeceğimize, neyin gündem olacağına karar verme süreçlerinde bir filtre var ve bu editoryal süreçlerden ayrı bir şekilde gündelik siyasetin de bir parçası. Büyük medya kuruluşlarının sahiplik yapısı veya dijital platformların stratejileri, hangi tip içeriklerin destekleneceğini belirleyebiliyor. İşin içine sosyal medya girdiğinde buradaki gündem çok değişken ve çeşitli.
Kültür-sanat sektöründe medya teknolojilerinin belirleyici unsurları nelerdir?
AYLİN DAĞSALGÜLER: Dijitalleşme, sanatın hem üretimini hem de tüketimini kökten değiştiriyor. Refik Anadol, eserlerinden biri İstiklal Caddesi’ndeki Nike mağazasında sergilendiğinde sanatla doğrudan ilişkisi olmayan ve alışverişe gelen bir baba ile oğlunun eserinin önünde hayranlıkla durmalarından ve konuşmalarından çok etkilendiğini söylemişti. Ulaşılabilir olma, sanatı belli bir zümrenin alanından çıkartarak herkesin izleyicisi, belki alıcısı olduğu bir şekle sokma yeni teknolojiler sayesinde mümkün oluyor.
Ben sanal gerçeklik (VR), artırılmış gerçeklik (AR) gibi yeni teknolojilerin yeni neslin sanat deneyimini değiştirdiğini düşünüyorum. Fiziksel olarak gidilmeyen ülkelerdeki müzelerin dijital ortamda gezilebilmesi fiziksel olanı değersizleştirmiyor, hatta belki “gerçeğini” görmek için ilgiyi de artırıyor.
Türkiye’deki kültür politikaları penceresinden baktığımızda medya ve medya teknolojileri kültürel süreçleri hangi açıdan dönüştürüyor?
AYLİN DAĞSALGÜLER: Kültür politikaları tarihsel olarak devletin yönelimine göre şekillenirken, medya bu politikaların uygulama aracı hâline gelmiş. Geleneksel medyada devletin izini hep görürüz. Dijital mecralar bunu kısmen aşıyor ve daha özgür bir ortam sunuyor. Ama burada da bu mecraların giderek daha merkeziyetçi yapısı bizi algoritmalara teslim ediyor. Bu algoritmalar da aslında yeni bir denetim ve sansür mekanizması olarak kullanılabiliyor.
Dizi ve film endüstrisi, popüler kültür üzerinden kültürel politikaların dönüşümünü çok net bir şekilde gösteriyor. Bugün Türk dizilerinin yurtdışında da yaygın bir izleyici kitlesi bulması, kültürel diplomasi aracı olarak da kullanılmasını beraberinde getiriyor. Ya da daha güncel örnek vermek gerekirse, Tabii Platformu’nun Dubai lansmanının yapıldığı bugünlerde devletin dijital platformda içerik ürettirmesi siyasi söylemini ve etkisini genişletme arzusuyla açıklanabilir.
Televizyon kültürü ve izleyici çalışmaları sizin uzmanlaştığınız alanlar arasında yer alıyor. Türkiye’nin kültürel dönüşümünü bu iki alan aracılığıyla nasıl yorumlarsınız? Son yıllarda neler değişti ve farklılaştı?
AYLİN DAĞSALGÜLER: Türkiye’de televizyon hâlâ ana ekranımız. Akıllı telefon kullanımı yükseldikçe (Konda Barometre Araştırması’na göre %91) birden fazla ekrana bakıyoruz; ama televizyon hala çok izleniyor. Özel televizyon yayınlarının başladığı 1990 yılından bugüne ekrandaki içeriklere baktığımızda daha çok seçeneğimiz olsa da çeşitlilik daha az. Ekranda temsil edilenler her zaman makbul çoğunluk. Toplumda “öteki” olan ekranda öteki bile değil. Hiç yok. 1990’lardan bugüne muhafazakârlığın ekrana yansıdığını görebiliyoruz. Tek tipleşen aileler, kadınları belli toplumsal cinsiyet rollerine hapseden hikâyeler bu muhafazakârlığın örnekleri.
Bir yandan elbette hem yerli veya global dijital platformların varlığı hem de sosyal medyadaki içerik yoğunluğu izleyicinin dikkatini daha fazla çalıyor. Ekranlar arasında bölünmüş dikkatimizle hayata bakışımız da belirleniyor.
İşin haber medyası tarafına bakınca maalesef iki kutuplu bir ekran var. İktidarın sözcüsü gibi hareket edenler ve muhalif kanallar. Bu iki kutup elbette eşit bölünmüyor. Çok sayıda muhalif kanal olsa da hem sürekli RTÜK cezalarıyla karşı karşıyalar hem de gazetecilere gözaltı ve tutuklamalarla baskılar yapılıyor.
Etkili ve etkin kültür-sanat politikalarının yapılandırılması için sizce yerel yönetimler hangi inisiyatifleri üstlenmeli? Özellikle yerelde yapılması gerekenler nelerdir?
AYLİN DAĞSALGÜLER: Mevcut ekonomik koşullar herkesi daha fazla ev içine hapsediyor. Bu da daha fazla ekran karşısında olmamız demek. Yerel yönetimler öncelikle televizyon ekranı dışında bir eğlence ortamı yaratmalı. Sürekli eleştirilen gündüz kuşağındaki programların izleyicileri ve stüdyo konukları için alternatif bir alan sunulmalı. Stüdyoya programlarını canlı izlemeye gidenlerin bir topluluğa ait olma hissi yerel yönetimler tarafından sağlanırsa bu aynı zamanda kadınlar arasında bir destek mekanizmasına da dönüşebilir. Bugün gündüz kuşağındaki programlara katılanların siyasi iktidardan aldığı tepkiyi görüyoruz. RTÜK, programcılara “etik ilkeler” sunarken aslında yayıncıları konuklarla ilgili olarak uyarıyor. Çünkü televizyonda anlatılan hikâyelerle yüzleşilmek istenmiyor. Oysa toplumsal gerçekliğin bir parçası o hikâyeler ve neden ekranda seslerini duyurmak istediklerini anlamak ve buna bir çözüm bulmak zorundayız. Çözümler için üretilecek destek mekanizmalarında yerel yönetimlerin payı büyük.
Ekonomik kriz aynı zamanda kültür-sanat harcaması yapan kesimlerin bile bütçesini kısmasına sebep oluyor. Bu noktada kültür-sanat alanında özellikle çocukların aşinalığını sağlamak için yerel yönetimler çeşitli aktivitelerle gündelik hayatın içine sanatın girmesini sağlayacak programlar düzenlemeli.
Dr. AYLİN DAĞSALGÜLER
İstanbul Bilgi Üniversitesi
İletişim Fakültesi Medya Bölümü
Lisans eğitimini Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. City University of London’da Uluslararası İletişim alanında yüksek lisans yaptı. İstanbul Üniversitesi’nde Radyo-Televizyon-Sinema alanında doktora derecesini aldı. 2005 yılından itibaren İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya Bölümü’nde çalışıyor. Medyanın ekonomi politiği, ağ toplumu, televizyon kültürü ve izleyici çalışmaları alanında dersler ile medya için proje üretimi dersi veriyor, bu alanlarda akademik çalışmalar yürütüyor. 2009 yılından bugüne kadar fakülte bünyesinde beş farklı programın kuruluşunda çalıştı. AB destekli bir proje yürüttü, İstanbul Kalkınma Ajansı’nın desteklediği iki projede yer aldı. Poynter Institute MediaWise Türkiye Dijital Medya Okuryazarlığı projesinde ortak yürütücü olarak çalıştı. 2015-2022 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Dekan Yardımcısı olarak görev yaptı. Akademik çalışmalarına ek olarak BİLGİ İletişim Fakültesi YouTube kanalı RGB’de Diziwiz ismiyle dizilerle ilgili 45 bölümlük bir sohbet programını öğrencileriyle birlikte hazırlayıp sundu. Hâlen Gazete Duvar’da ekran kültürü ve izleyici üzerine yazılar yazıyor. Aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Toplum Ruh Sağlığı Bilim Kurulu üyesidir.